Kitap kurtlarının vazgeçilmezi, boyuna posuna bakmadan romana sıkı rakip olan kısa ve çarpıcı yazı türü öykü, nicedir gerek içeriği gerekse adıyla edebiyatseverlerin ilgi odağı durumunda. Ülkemizde özellikle yeni nesil yazarların benimseyerek başarıyla yaygınlaştırdıkları ‘’öykü’’ terimi, zaman zaman zihinleri kurcalamaya devam ediyor.
Türk Edebiyatı’nın Sözlü Edebiyat Dönemi’nde Halk Hikâyesi olarak kendini gösteren ve Tanzimat’ın ilanıyla birlikte Batı’dan alarak geliştirdiğimiz roman, tiyatro, şiir, gazete yazısı, eleştiri gibi türlerin arasında olan hikâyenin günümüzde geldiği son nokta öykü gibi duruyor.
19.yy’da romantizm ve realizm akımlarının gelişimiyle tür olarak Avrupa’da ortaya çıkan hikâye; ilkin masalı andıran bir anlatımla yazılıyordu. Dolayısıyla bizde Halk Hikâyeleri ve dünyada ‘’çerçeve öykü’’ tekniğiyle Binbir Gece Masalları, türün çıkış noktası olarak kabul edilir. Özellikle Rusya’da Çehov, Dostoyevski, Gogol, Turganyev ve ardından bizde Sait Faik, Ömer Seyfettin gibi yazarların öyküleri, hikâyenin olay ve durum hikâyesi çeşitleriyle edebî tür olarak gelişimini ve kabulünü sağladı.
‘’Hikâye, öykünün içinde yer alır,’’cılarla‘’Öykü, hikâyenin eşanlamlısıdır sadece,’’ciler, Tomris Uyar gibi;‘’Yazılan örnekler öykü, anlatılanlar hikâyedir,’’cilerin görüşlerinin kesin bir sonuca ulaştırılamadığı bir tür olarak yerini alıyor öykü, günümüz edebiyatında. Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, bir öykücü kazanıyor misal.Adı ‘’Öykü’’, eskilerin deyimiyle göbek adı ‘’Hikâye’’ olan tür için, genellikle uzun bir yazın geçmişi olan yazarlarımız ‘’hikâye’’yi kullanırken yeni nesil yazarlar ‘’öykü’’yü tercih ediyor.
Canlı bir varlık olan dilin zaman içinde gösterdiği değişikliklerle birlikte doğal olarak edebiyat dünyasında da hikâye-öykü, hatıra-anı, günlük-günce gibi pek çok türün Türkçe kaynaklı ikinci adları türemiş durumda. Bunlardan kiminin -öykü, anı gibi- Türkçe alternatifleri halk tarafından kolaylıkla benimsenip kullanılırken;kiminin geçerliliğini koruyamadığı -misal günlük yerine günce sözcüğünün çok da fazla benimsenip yaygınlaşmadığı-dikkati çekiyor.
Hikâye-öykü ikilisi arasındaki ilişkiyi bu şekilde sadece Türkçe-yabancı sözcük ayrımına da bağlayamayız çünkü diğer türlerde örneğin Fransızca kökenli ‘’roman’’ ile Arapça kökenli ‘’şiir’’ sözcükleri,aynı şekilde kullanılmaya devam ediliyor.
Bu arada öykü sözcüğünün ilk kez ünlü deneme yazarlarımızdan Nurullah Ataç tarafından kullanıldığını da hatırlayalım.Bu gelişmeyle hemen hemen aynı döneme rastlayan 1945 yılında
Şiirin öykücüsü Orhan Veli’nin kaleme aldığı ‘’Garip İçin’’ başlıklı önsözdeki cümleler aklımıza geliyor: ‘’Bir oluş, bir kendimize geliş devrindeyiz. Dilimizin, günden güne bile ne kadar değiştiğini fark etmiyorsanız benim bir bu yazıma bir de o zamanlar neşrettiğim Garip’e bakın. Göreceksiniz ki fark çok büyük. Bu farkın bütün günahını sakın benim omuzlarıma yüklemeyin; aynı tecrübeyi başka muharrirlerin yazıları üzerinde de tekrarlayın; işin, değişen, daha ileriye, daha güzele giden bir cemiyetin işi olduğunu anlarsınız.’’
Sanatı sınırlarla kısıtlamaktan ve kalıpçılıktan uzak olmak gerektiği kadar, halkın benimsediği doğal dile de saygı duymak gerekiyor elbette. T.D.K sözlüğünde eş anlamlı olarak gösterilen bu iki terimi içerikte birbirlerinden ayıran keskin farklar görülmüyor. Türk Edebiyatı ders kitaplarında bugün ‘’Olay Hikâyesi’’ ve ‘’Durum Hikâyesi’’ olarak iki ana bölümde incelenen bu türün günlük yaşamda öykü olarak adlandırılmasının nedenlerinden biri de klasik hikâyelerin daha çok olaya dayalı olmasıdır diyebiliriz.Nitekim akademik dünyada edebiyatımızdaki anlatım türleri arasında yer alan ‘’Öyküleyici Anlatım’’; masal, efsane, roman ve hikâye türlerinde -özellikle olay hikâyelerinde- kullanılan bir anlatım türü olarak kabul edilmektedir.‘’Betimleyici Anlatım’’a ise özellikle durum hikâyelerinde yer verildiğini görürüz. ‘’Fantastik Anlatım’’ türünün de fantastik konulu hikâye ve romanlarda kullanıldığını düşündüğümüzde konu, akademik ayrıntılarıyla iyice içinden çıkılmaz bir hal alacaktır.
Ortak yönleri olan kurguya karşın günümüz öykülerinin geçmiştekilere kıyasla yer yer deneme, şiir gibi diğer türlere kaymaları veya bünyelerinde bunlara daha fazla yatkınlık göstermeleri, sözlü gelenekten gelen ‘’hikâye anlatma’’ kavramına karşın günümüz öykücülüğünün daha fazla mesajlı ve daha akademik bir yapıda ilerlemesi bu iki sözcüğün iki farklı tür olarak algılanmaları için yeterli nedenler olmamalıdır.
Kurgu yönünden bakıldığında her ikisi de hikâyenin klasik tanımına uygun olarak gerçek ya da gerçeğe yakın olayları konu almaktadır. Öykü sözcüğünün ‘’öykünme’’den türediği düşünülürse taklit etme, aktarma anlamlarıyla kurmacadan daha uzak olduğu fikri kendini gösterir ki; ‘’Öykü, hikâyeye göre daha gerçektir,’’ gibi görüşler karşısında bu kez misal, fantastik öyküleri göz ardı edemeyiz.
Bu noktada öykü kavramı,sanatsal bir dönüşüm olarak algılanabilir. Bu durumda edebiyatımızda zaman içinde bambaşka bir edebî tür ortaya çıkmamış, hikâye türü doğal döngüsüne uygun olarak birtakım farklılıklar göstermiştir, diyebiliriz. ‘’Kısa öykü’’ terimiyle birlikte ‘’uzun hikâye’’ teriminin benimsenmesi de bu sebepten olmalı.
Yine Orhan Veli’nin vurguladığı gibi; ‘’Aksi ispat edilemeyecek mesele yoktur demek ispat edilecek mesele yoktur demektir. Madem ki ispat edilecek mesele yok; ne diye düşünüyor, ne diye konuşuyor, ne diye yazıyoruz?…’’Bu ikili de daha çok tartışılır fakat her iki terim arasındaki nesil ve nüans farklılıkları göz önüne alındığında konuyu şimdilik; ‘’Hikâye Hatun’dan doğma Öykü Kız’’ olarak bağlayabiliriz sanırım.
edebiyathaber.net (5 Aralık 2019)