“Biraz vaktini alacağım o zaman evlat. Kafan ağrıyacak biraz. Konuşmaya açım. Bir dinleyen lazım bana. Beni kızım getirdi buraya. Tekerlekli sandalyeyi sürüye sürüye helak oldu. Acır bana. Merhametlidir. Haftalarca gıkımı çıkarmadan oturdum evde. Bir köşeye sindim, günahlarımı düşündüm. Bu sessizliğimi pek hayra yormadı kız. Taşıdı beni buraya. Neler çektirdim onlara hâlbuki. Hiç unutmuyorum ki yaşattıklarımı. Ağlayıp duruyorum bu aralar. Elimde değil. Ciddiye almazlar ağlamalarımı gerçi. İş işten geçtikten sonra mı derler. Tutamam kendimi yine ağlarım. Düştüğüm hale ağlarım. Onlara çektirdiklerime ağlarım.
Senin oturduğun koltukta bizim kız da oturabilirdi evlat. Zehir gibiydi. Orta ikiden aldım onu. Hanıma inme indi, sol yanı tutmaz olmuştu. Bir yandan annesiyle, bir yandan da ev işleriyle ilgilendi. Annesinin ölümünden sonra da kaçtı gitti bir oğlanla. Geçimsiz bir adamdım. Döverdim de kızı. Etme bulma dünyası işte. Ben de annesini kaçırmıştım. Gönlü var mıydı annesinin, yok muydu hiç sormadım. O da babasının baskısından yılmıştı herhalde. Direnmedi bana. Yağmurdan kaçarken doluya tutuldu garibim.
Ortaokul mezunuyum ben. Babam kaymakam olmamı isterdi. İte kaka okuttu beni. Zamanında lise sadece vilayette vardı. Bir yıl da oraya devam ettim. Vilayette okumak havalıydı ya, beceremedim okumayı. İşim gücüm haytalıktı. Zamanında ortaokul mezunu da az bulunurdu. Babam beni Sümerbank’a soktu. Orada da boş durmadım. Yasak olmasına yasaktı ya, depodaki malları toptancılara satardık. Kılıfına uydururduk bir şekilde. İyi para vurdum. İyi de yaşadım. Dolaşmadığım pavyon, masasına oturmadığım kumarhane kalmadı. El üstünde tutulurdum, yağlı müşteriydim. Havalıydım. Kızların gözü hep bendeydi. Çirkince de bir adamımdır aslında. Huyum suyum da katlanılır gibi değildir. Kadın kısmı kurtuluşu bir başka erkekte arıyor işte.
Vaktini alacağımı söylemiştim evlat. Kendinden biraz bahset, dediğine pişman olmadın inşallah. Beni dinleyecek birini bulunca çenem düştü. Katlanacaksın o zaman bana. Elden ayaktan düşünce kız acıdı bana, yanına aldı. Dik bir adamdım. Kibri dağlardan yüce bir adam. Hiç yaşlanmayacağım sanırdım, kimseye eyvallahım yoktu. Eş dost elini ayağını çekti benden böyle böyle. Bu huysuzluğumla sığınacak bir kapım yoktu. Tek başına ölümü bekleyecektim. Meğer varmış bir kapı. Kızı her gördüğümde utanca boğuluyorum şimdi. Sevdiğinden değil acıdığından bakıyor bana, farkındayım. Kapı önüne konulacağım diye de korkmuyor değilim bazen. Damat zerre hazzetmez benden. Adam yerine koymaz beni. Son tutunacak dalım burası. Uslu bir köpek gibi bir köşeye sinip oturuyorum. Önüme bir kap yemek konursa oturup yiyorum. Kabullenemiyorum durumumu ya neylersin. Ölümü istiyorum ya… Hayatıma kıymaya gücüm yok, yapamam. Köpek çekseler de bana yaşamak ağır basıyor. Damattan korkuyorum. Ölmüyorum diye kızgın bana. Öfkesine belli etmekten hiç çekinmez. Sineye çekiyorum, ne yapayım.”
Masada bir ilaç şirketinin dağıttığı kaliteli kâğıttan bir takvim duruyordu. Çeşitli renklerde not kâğıtları iliştirilmişti takvime. Kargacık burgacık yazılar seçilemeyecek kadar küçüktü. Sehpanın üzerine öylece bırakılmış buruş buruş birkaç peçete, gözyaşı izleri taşıyordu. Kapının sağındaki panoda görev çizelgesi ve bir sempozyuma dair küçük bir ilan vardı. Panonun yanındaki dolabın kapakları yoktu. Üzerindeki birkaç tıp dergisi dağınıktı. Hastalara ait sarı dosyalar koca bir yığın oluşturmuştu raflarda. Masanın önündeki koltuklar eskimiş, renk değiştirmişlerdi artık. Lavabonun üstündeki sıvı sabun ve dezenfektan kaplarının üzeri yapış yapıştı. Tozlu masanın ardındaki doktor bir yandan göz temasını kaçırmamaya çalışıp bir yandan da not almaya çalışıyordu. Klavyeden çıkan sesler sessizlik anlarını bölüyordu.
Uzmanlık sınavını geçen yıl vermişti. Mecburi görev için bu şehirdeydi. İdealistti. İsteyerek okumuştu bölümünü. Değerli işler yapacağına inancı tamdı. Hastaların hikâyelerini dinlemeyi önemsiyordu. Böylece hem tedavi sürecinin daha sağlıklı ilerleyeceği kanaatindeydi hem de bunun hastalar için bir terapi işlevi göreceğini düşünüyordu. Zamanın nasıl geçtiğinin farkına da varamıyordu. Birkaç soru sorup, tahlil isteyerek de işini görebilirdi aslında. Her hastaya on dakika ayırması gerektiği düşünüldüğünde daha fazla ne beklenebilirdi ki zaten. Sağlık sisteminin yetersizliği duvarına çarpmıştı o da. Verdiği hizmet için en azından asgari standartların sağlanması beklentisindeydi. Bir hayal âleminde değildi elbette, bu yoksunluk fazla gelmişti ama. Yine de seviyordu işini. Bir kişideki iyiye gidiş bile heyecanlandırmaya yetiyordu onu.
Dışarıdan gelen homurtular yükselmeye başlamıştı. Biraz sonra kapı da çalınacaktı illaki. Görüşmeyi daha fazla uzatmaması gerektiğini düşündü. Gerildi. Sesler dikkatini dağıtmıştı. Adam iştahla konuşuyordu, susmalarının acısını çıkarıyordu sanki. Nezaketinden sonlandıramıyordu da görüşmeyi. Yine akşamı zor edecekti anlaşılan. Eve gidip yorgun argın kendini yatağa atacaktı. Zamanla, kısa sürelerde de verimli bir muayene nasıl yapılır üzerine kafa yoracaktı. Ne kadar olursa artık. Bir girdabın içinde hissediyordu kendini. Sıradanlaşmaya direnmeye çalışıyordu.
“Daldın evlat. Damat diyorum beni hiç istemedi. Beni yanınıza alırsanız emekli maaşımı da alın, helali hoş olsun demiştim. Damadın düzenli bir geliri yok, günübirlik işlerde çalışır. Bu ikna etmiştir onu. Evde bir hiçim, yokmuşum gibi davranır. Yüzüme bakmaz, benimle iki laf etmeye tenezzül etmez. Gerçi kızım bile benimle sohbet etmeyi boş buluyor ya… Belki de haklılar. Her rezilliği yapıp yaşadım. Yaşadığım pişmanlığı kimse ciddiye almıyor böyle olunca. Ne diyebilirim ki? Acısız bir ölüm istiyorum Allahtan. Hem ben kurtulurum hem de onlar. Maaşım da kıza kalır. Bir avuntuları da bu olsun. Öyle diyorum ya, tuhaftır, ölümümün yaklaştığını hissettikçe bu boktan hayatım bile bana cazip geliyor. Yaşamak ne tatlıymış öyle. Sonra…”
Bugünlük bu kadar olsun, diyerek kesebildi konuşmayı: “Kan değerlerinize bir bakalım. C Blokta kan merkezine gidersiniz. Sekreterlikten barkod almayı unutmayın. İkiden sonra çıkar sonuçlarınız. Ne tür bir tedaviye ihtiyacınız var ondan sonra netleştirelim. Siz böyle rezil olmayın, kızınız ikiden sonra bir uğrasın tedavi sürecini konuşalım onunla. Hem birkaç sorum da ona olacak. Sonrasında belirli aralıklarla görüşelim sizinle. Şimdilik geçmiş olsun.”
Konuşması yarım kalmıştı hastanın. Zaten bitecek gibi de değildi. Kendini dinleyen birini bulmak hoşuna gitmişti. İsteksizce tekerlere asıldı adam. Kapıdan çıkarken bekleyenlerin rahatsız bakışları üzerindeydi. Bir iki cık cık sesi duydu. Kızı çeviklikle tekerlekli sandalyeyi kavradı, hızlıca oradan uzaklaştılar.
Doktor lavaboda elini yüzünü yıkadı. Lekeli aynada kısa bir an yansımasını izledi. Biraz daha yaşlanmış hissetti kendini. Keyfi kaçmıştı. Gözü kirli pencereye kaydı. Yağmur çiselemeye başlamıştı. Havasız kalmıştı oda, pencereyi biraz araladı. Hastane bahçesindeki çam ağaçlarının kokusu doluşmuştu içeri. Bu havada güzel yürünür, diye düşündü. Dışarısı çekici gelmişti birden. Koltuğuna geçti ama. Yorulmuştu ya, sırada bir hayli hasta vardı daha yardımını bekleyen. Her hikâye yeni bir yük demekti hassas ruhlar için. Profesyonel de olsanız insana sorumluluk yükleyen, onun altında ezen bir yük. Kapıda yeni hikâyeler bekliyordu onu. İsteksizce bir sonraki hastayı çağırdı.
edebiyathaber.net (11 Haziran 2024)