Üzerinde ‘’MORG’’ yazılı beyaz kapı kapalıydı. Çünkü içerdeki görevli kusmakla meşguldü. Midesi en dayanıklı insanlardan biri olarak görürdü kendini. Üniversiteyi okurken arkadaşları hayrandı onun bu özelliğine. Sınıftaki herkesin tiksindiği kadavraları, o, bir resim tablosu inceleyen eleştirmen gibi inceliyordu.
Şimdiyse, midesini çöp kovasına boşaltıyordu. Annesinin, o çocukken kustuğunda ona dediği gibi ‘içi çıkacaktı şimdi. Kusması bitti. Derin derin nefes aldı. Yüzünü yıkamak için musluğa yöneldi. Ağzının içini çalkaladı yüzünü yıkadıktan sonra. Kusmanın şiddetiyle başında ağrı başlamıştı. Kapı çalındı. Görevine yeni başlayan bir polis kapıyı açıp masada yatan cesede bakmamaya çalışarak, ‘’Teşhis için geldiler.’’ dedi. Kapıyı kapattı.
Derin bir nefes aldı yine. Bakmamaya çalışarak cesedin üzerini örttü. Kapıya giderken son anda aklına geldi. Dönüp dolu çöp kovasını geriye itti. Yeniden kapıya yöneldi. Dışarıdakilerin seslerini duyuyordu.
‘’Ana, sen girme içeri. Biz gidelim teşhise.’’ Bu cümleyi kuranı tahmin edebiliyordu, kardeşinin bedeninin mermi deliklerinden parçalanmış gibi durduğunu. Bitmek bilmez kan davası kardeşini de koparmıştı işte.
‘’Hayır.’’ dedi yaşlı kadın. Bir tokat sesi duyuldu. ‘’Vallahi onu bana göstermezseniz ben inanmam öldüğüne. Her kapı çalışında derim ki oğlum gelmiş. Elime kazma alır her mezarı kazarım oğlum nerde diye diye. Ben göreceğim oğlumu.’’
Morg görevlisi kapıyı açtı. Yaşlı kadın koşarak odaya girdi. Görevli, büyük bir acıya tanık olacağını düşünerek gözlerini yumdu. Yaşlı kadın ise masadaki cesedin üzerini örten örtüyü kaldırdı. ‘’Oğlum’’ diyerek haykırdı. Morg görevlisi yumduğu gözlerini açtı.
Ama bir gariplik vardı. Sağ gözü patlamış, sol gözü ince bir bağlantıyla çukurunda sallanan, kafasında üç santimlik açık bulunan, göğsünde sekiz tane, karnında beş tane mermi deliği olan beden; birden bire yok olmuştu. Yerine, morg görevlisinin az önce kusmadan bakamadığı bedenin en düzgün hali gelmişti. Masada bütün yakışıklılığıyla yatıyordu. Hiçbir yara izi yoktu.
Kadının çığlığından sonra herkesin dizlerinin bağı çözülmüştü, odanın içine kimse girememişti. Morg görevlisi, yaşlı kadının kollarına girdi. Onu odadan çıkardı. Dışarıda duranlardan genç bir kız yaşlı kadının koluna girdi. Morg görevlisi, yaşlı kadını bırakıp odaya dönerken onunla beraber orta yaşlarda bir erkek de içeri girdi.
Masanın başına geldiklerinde görevli bir kez daha şaşırdı. Beden, gene eski haline dönmüştü. Bir gözü patlak, diğeri sallanıyordu yine; vücudu mermi delikleriyle doluydu. Görevlinin yanındaki adam, o iri bedenini güvercin gerdanı gibi titreterek ağlamaya başladı. Kardeşinin bedeni, ne haldeydi şimdi?
Yanındaki adamın ağlama sesiyle şaşkınlıktan kurtulan görevli, bir kağıt ve kalem uzattı adama. Gözyaşlarını yanaklarından akıtan o iri adam, titreyen elleriyle imzaladı görevlinin gösterdiği yeri. Yaşlı kadının feryadı duyuluyordu. ‘’Oğlumu bir görsen nasıl yakışıklıydı babası. Görsen o ölü haliyle bile yiğitti. Bir görsen o bedeni nasıl tertemizdi. Oğlumun ölüsü bile yeter onlara. Oğlumu görsen sanki ölmemiş gibiydi. Oy benim kara gözlüm, zeytin gözlü oğlum…’’
Abdullah Furkan Doğan kimdir?
Diyarbakır doğumlu. Şuan Uludağ Üniversitesi sınıf öğretmenliği bölümü ikinci sınıfta öğrenci. Öykü ve tiyatro oyunları yazıyor.