Dünden önceki gün değildi, perşembeydi. Aylardan haziran… Evimin penceresinde “satılık ev” levhası sallanıyor, ileri-geri, ileri-geri,… Masamın başında yazarın, haziran ayının herhangi bir “perşembe” gününü anlatan romanını on dört yılda yazdığını okurken; kapım çalınıyor… Hurdacıyla karısı, sahaf söyledikleri saatte geliyorlar, munchkin ve sineklik hariç her şeyi vereceğimi söylüyorum. Sahaf, binlerce kitabımı tartarak kilogram hesabı yapıyor; diğer eşyalarım için verdikleri parayı kabul ediyorum ama, hurdacının karısı: Hoşik, höşiğin sesi doluyor ansızın, bir tiskinti kaplıyor içimi, şişmiş diş etleri, sararmış ön dişleriyle çıkardığı sesler kelimeleri çürütüyor, saçlarımın dibine kadar çürüyorum… Konuşurken, bir gün önce yediği yemeğin vücudundan atıldığındaki koku, bütün yüzüme gözüme yapışıyor. Gözlerim kararıyor, parçalanıyorum… Akan suya ellerimi uzatıyorum, suyla birlikte zihnim değişiyor: Derenin başındaymışım, ellerim suda, taşları, ağaç gövdelerini görüyorum. Islak toprak kokusu etrafımda dolaşıyor, yürüyorum ağaçlara doğru, yapraklarla kaplı her yer… Bastıkça çıkan sesler yeşile boyanıyor, her yer taze… Bulantım geçti. Yine, karşımda Hoşik, sinekliği de almaya hevesli… Can sıkıntımı geçirmek için kullandığım sinekliği satmadım- satamadım… Sineklerin 9 kalbi varmış, gözlerinde 8000 mercek. Saniyede 100 görüntü alabiliyorlar ama, tek vuruşta ölüyorlar tezini kanıtlamak için, sekiz ya da on sineğin üstüne üstüne daha önceleri sayısız kez vurduğumu açıklamazken hurdacı da, www.salcono.com’ dan sipariş ettiğim, sayısız madalyamı kazanmama yardım eden dağ bisikletime alıcı gözlerle bakıyor; bisiklet kullananlarda görülen “Le syndromedu cycliste” ya da “Neuropathie honteuse” veya erektil disfonksiyon kısaca bisiklet sürücü hastası olduğumu bu yüzden, 28 yaşında seksi mi seksi “Arzu” isimli karımla ayrıldığımı söylemedim. Bisikleti de verdim gitti…
Tartıya vurulan kitaplarımdan biri yere düşünce, 34 yıl sonra karşıma çıkıyor yeniden… Kapağın iç sayfasında gördüğüm 09 41 rakamlarını gizlice yazmışım. Allak bullak oluyorum. Can sıkıntımı geçirmek için tenimden “kitap cildi” yapmaya karar verdiğimi Harvard kütüphanesinde dördüncü deri kaplı kitap cildinin, benim kitabım olmasını istediğimi söylediğimde, dehşete düşen sahafa;daha önce böyle bir şey yapmadığımı ve örneklerinin bile olmadığını açıkladığımda; “İlk kitap cildinin 16 ya da 17. Yüzyılda yapıldığını ve adına da “Antropodermik kitap ciltçiliği” adı verildiğini, ilk İncil’in insan derisinden yapıldığını, Fransa’nın ilk yazılı anayasası da insan derisiyle kaplanmış olduğunu, ayrıca; öldükten sonra ölen kişinin isteği doğrultusunda “kendi derisinden vasiyetname” hazırlattığını söylediğimde hâlâ sarsıntısı devam ediyordu.Bu rahatsız edici kitaplardan birinin içinde Roma şiir sanatı, diğerinde Fransız felsefesi ve üçüncüsünün içinde de ortaçağ İspanyol hukukuna ilişkin bir tez yer alıyor” diye söylediğimde ürperdi, senin kitabının içinde ne olacak diye sorduğunda, ben de “sekiz ya da on sineğin ölmeden önce bir saniye içinde gördükleri 100 görüntü” hakkında diye kestirip attım. Harvard kütüphanesi rafında dördüncü deri kaplı kitabın kapağının ilk sayfasında kendi el yazımla, munckhinimle* yazılı 09 41 rakamları, “duran zamanın kendisi”, okuyucusuyla buluşmak için, operasyonla tenimin en güzel yerini aldırdığımı söylemedim. Sabahın dokuzu kırk bir saniye geçe cerrah, tenimden ‘kitap cildi’ yapmak üzere uyuttu. Uyandığımda bir zamanlar evliymişim. Munchkinimle ne yazılar yazmışım. Neler olduğunu anlamak için evin her tarafına bakmak yeterli. Her yer kitap.Güneşin parlaklığı parlattığı aydınlık ev. Proust geliyor aklıma. Açıp okusam, zamanla ilgili söylediklerini hatırlasam. Bir gün içinde geçen zaman…Zaman geçerken zihinden geçenler… Çay içtiğim dediğimde, sabahın dokuzu, cebime gelen mesajların sesinden saatin 11 civarı, sütcünün sesinden günlerden perşembe, patatesci-soğancının arabasından gelen hopörlere bağlanmış hazır ses kaydını duyduğumda öğleden sonra dört, kapıcının çöpü aldığında akşam olduğunu, günün yarısını; pencereden karşı pencereyi dikizleyen hurdacının karısı Hoşik ise mide bulandırıcı saat…
Bütün eşyaların hurdacının arabasına yüklenmiş, sevdiğin koltuğun dış kapının önünde… Kendini de çıkartmak istiyorsun evden. Yıkadığın pantolonunun kurumasını bekliyorsun, pencereden son kez bakıyorsun. Hurdacıya evindeki eşyaları, bisikleti, sahafa kitapları satmışsın, nakliye arabasına yüklenmesi bitmiş. Munchkinini, sinekliğini almışsın.Kapıyı çekip sokağa çıktın. Acelen varmış gibi yürüyorsun hızlı hızlı…Nakliye arabasında eşyaların, kitapların uzaklaşmaya başladı bile…Kitaplarının arasından uçuşan not kağıtları var; bakıyorsun öylece…
Yere düşmüş kağıdı görünce öylece durdun, eğildin, gözlerinle hapsettin, etrafa bakamadın, utandın, yakıştıramadın kendine, zaafına yenildin, bu bir oyun mu diye düşündün, notun kendi el yazınla yazıldığını hatta munchkinle yazdığını fark ettin, etrafını kedi çişini yapıp, burası benim, kimse giremez gibi işaretledin, olay olmuş polis de etrafı kırmızı beyaz plastik iple olay mahallini belirlediği gibi bağladın, burnuna sigara kokusu geliyor, arkamda beni izleyen var , duyuyorsun, çok yakında, yakınında, ensende hissediyorsun, umursamıyormuş gibi yapsan da, ellerinin sıcaklığı artıyor, aklına Marquez öykülerinde geçen Borges, Cervantes, Neruda ve Otomatik Portakal’ın yazarının, ne demek istediğini düşünürken,“sen” diliyle yazılmış kitapları aklına getiriyorsun, yolun karşısındaki balkon ipinde düzenli aralıklarla asılı çamaşırın kokusu, annenin çamaşır yıkamayı sevdiğini hatırlatıyor -elliyor çamaşırları okşar gibi… Düzenli aralıklarla mandala takılmış her biri, tek tek almaya başlıyor. Hiç acelesi yok. Ocaktaki yemeğe bakmaya gidiyor, akşam kocası yiyecek, kocası cep telefonuyla balkonda yine kısık sesle konuşacak, arkasından evden çıkacak, unuttuğu sigarasını almaya gidecek, iki saat arabanın içinde cep telefonun ışığı balkona geleceksen, balkonun duvarına sineceksin, güldüğünü hissedecek, daha da küçüleceksin, asfaltlama çalışmaları yeni yapılmış yolun üzerindeki çakıllara bakıyorsun, dikenli tellerle çevreledin, eğilip alıp gitmek kaldı, zihninden olay mahallini terketmiştin bile… Köpek sesleri geliyor. Kalbin çarpmaya başladı. Gülme sesi mi geliyor diye arkana bakmadan hızlandın hızlandın, görenlerde acele işi varmış gibi sanacaklar!..Oysa,evden öylesine çaresiz çıkmıştın… Zihnin plan yapıyordu; metroya binecektin, dünden hatırlıyordun bir biniş kaldığını sonra, yanına bir kadın geldi, elinin içindekini görmüş gibi dikkatli dikkatli baktı, bakıldığında sıcaklığı artan elinin teri, asfalttan taşarcasına anahtarcının kapısındaki rüzgardan ses çıkaran, müşteri geldiğini anlatan zile takıldı. Çocuk da vardı annesinin elinden kurtulmuş, elindeki kağıda bakıyor. O da oyunun içine girmiş: saat dokuzu kırkbir geçe…
Pencereden bakıyorsun, duvarları gösteriyorsun, eski duvarlar – boşanmış duvarlar, tam ortadan ikiye bölmüş duvarlar, “satılık ev” levhasını okuyan kişi, hareket etmiş nakliye arabası, bisiklete binen hurdacı, kiloyla kitap alan sahaf, sinekliğimi almak için nefesini üfleyen hurdacının karısı,Saat 09 41’de durmuş…
Munchkinim*: Lamy marka dolmakaleme verilen takma isim.
edebiyathaber.net (3 Ekim 2019)