Hava sıcak, ev boğucuydu, evin bütün pencereleri açıktı ama perdeler kıpırdamıyordu
Emekli olduğum yaz evlenseydim çocuğum olabilirdi. Hayatta her şey nasip. Babamın daha beş yaşımdayken vefatı, kardeşimin başka bir şehirde yaşaması, annemin ayağının aksaması, benim küçükken yola fırlamam, o kırmızı kamyonetin oradan geçmesi, annemin beni kurtarması; hepsi, hepsi nasip.
Sabah dokuz civarı telefon çaldı. Annem “eh kim bu saatte arayan?” diyerek yatağından doğrulup telefona uzandı. “Alo,” dedi, yüzünü buruşturup “Nurdan,” diyerek eline yapışmış bir sakızdan kurtulmak istercesine, tiksintiyle telefonu bana uzattı ve yeniden yattı.
Telefonu alıp koridora doğru yürüdüm. Nurdan “Ağva’ya gidelim,” dedi. Önce “olur,” dedim sonra sustum. “O halde hazırlanınca haber ver,” dedi ve telefonu kapattık.
Yumurtayı ocaktan indirip açık musluğun altına bıraktım. Hızlı hızlı, kahvaltılıkları salondaki masaya taşıdım. Mutfağın servis penceresinden kafamı uzatıp baktığımda annem, yavaş yavaş yerinden doğrulmuş beyaz, pamuk saçlarını yeniden örmek için açmış, tarayıp durur.
Tabakları üst üste koyarken annemin, “musluğu ört,” diye bağırdığını duydum, hemen suyu kapattım.
Kahvaltı masasına oturunca “ne diyormuş Nurdan?” dedi ağzına attığı zeytin acı çıktığı için yüzünü ekşiterek.
“Ağva’ya gidelim diyor ANNE.”
“Kocası da gelecek mi?”
“Bilmiyorum,” dedim ve başladı nasihatler: Nasıl bilmezmişim, benim böyle şeylere dikkat etmem lazımmış, bekar insanmışım, bir kızın böyle şeylere dikkat etmesi mühimmiş, ben safmışım, saf.
“Tamam anne, tamam, gitmem, ” dediğim gibi tabağımı alıp mutfağa yöneldim. Arkamdan “ben sana gitme mi dedim şimdi, ne kaldırdın kaşını?” dedi.
Madem öyle demedi, ne dedi peki şimdi?
Emekli olduğum yaz istemeye gelecek doktora ‘kel’ demişti, “benle yaşıt adamın saçı olmayabilir,” dediğimde “çok konuşma!” deyip hemen aksayan bacağını tutmuştu. Hep tutar. Her yağmur yağdığında, her diklendiğimde, her kendini bana kanıtlamak istediğinde. Sözlü, sözsüz bütün kavgalarımızı hep kazanır. Kıyamam. Artık bacağını tutmadan da kazanıyor.
Mutfakta kendimi toplayıp “hadi anne sen de gel, ” deyiverdim.
“Koca karının ne işi var yanınızda? ”
“Hadi, hadi” dedim ama beni yanıtsız bıraktı. Onun yerine,
“Ne vakit döneceksiniz?” diye sordu.
“Nurdan ne zaman getirirse,” diyebildim.
Bir süre sonra tembihlerine başladı ve “karanlığa kalma,” “üstüne kalın bir şeyler al,” “paran var mı?” “telefonunu unutma,” larını sıraladı.
Sonra sanki az evvelki nasihatler kendisinden çıkmamışçasına gamsız kahvaltısına devam etti. Yumurtasını kesti, peynirini yedi, çayını yudumladı.
Kahvaltı sofrasını aceleyle topladım. Bulaşıkları gelişigüzel makineye dizdim.
Giyindim, hazırlandım. Tuvalette makyajımı yaparken, arkamda durup aynadaki aksime gözünü dikti.
“Gözünü fazla boyamışsın.”
“Ben böyle seviyorum anne.”
“Bak bak,” deyip bir ıslık çaldı. Onu öylece tuvalette bırakıp Nurdan’a telefon ettim, yarım saate beni alabileceğini söyledim.
Annemin yatağının önündeki masaya; suyunu, meyvesini, kekini, çekirdeğini ve kumandasını bıraktım.
O esnada annem tuvaletten seslendi. Gittim, tuvaletten çıkmasına yardım ettim. Ne zaman dışarı çıkacak olsam piyasaya çıkan yürütecini daha o istemeden eline verdim. Yatağının yanındaki koltuğuna kadar ağır ağır yürüyüşünü izledim. Bacağını tuta tuta oturuşuna baktım. Masayı gösterip “sen bunları bitirinceye dek gelmiş olurum,” dedim. Küsmüşüz gibi yüzüme bakmadan omuz silkti.
Zil çaldı, balkondan aşağı baktım; Nurdan’dı. Annemi öptüm, ayakkabılarımı giydim. Çok uzun zamandır zaruretler dışında dışarı çıkmadığımdan, bu sefer beş katı inmek zor gelmedi. Kapıda Nurdan’la sarıldık, öpüştük. “Hayret, annen arıza çıkarmadı,” dedi, gülüştük.
Hava, yaz boğuculuğundan kurtulmuş hafif bir esinti başlamıştı. Kapının az ötesindeki arabaya doğru yürüdük. Arabanın kapısını açıp el sallar diye yukarı bakınca annem, “elektrikler gitti, televizyona da bakamam şimdi, git sen git,” diye bağırdı.
Arabaya attığım sol ayağımı geri çekip, Nurdan’ı Ağva’ya uğurladım. Dedim ya her şey nasip.
edebiyathaber.net (25 Mayıs 2023)