-Şu anda üzerinde ne var?
-Parfüm
2025 yılının depremler yılı olacağı kimin aklına gelirdi! Ya eko-aktivistlerin kehanetleri ya da irticacıların kutsal kitaplara dayanarak yaptıkları öngörüler gerçeğe dönüşmüştü. Olağandışı meteor yağmurları, dinmeyen yağışlar, çöllerin sular altında kalması, Amazon’un kurumaya yüz tutması, buna bağlı olarak Güney Amerika ormanlarının büyük kısmının aniden kurumasına bu yıl da depremler eklenmişti. Evet; doğa bence de intikam alıyordu, bence de kutsal kitaplarda yazan öğütlerin ötesine geçmiş olmamız, çevremizle barışık bir hayat yerine onunla mücadele eden canlılar haline gelmemizin bedelini sonunda ödüyorduk. Doğa, kendi içinde başlattığı arınma ve ayıklanma işleminde ne kadar ve nasıl bir seçicilik izliyordu, henüz bunu kestirmemiz mümkün değildi. Fakat görünen bir gerçek vardı, o da kentlerin, gettoların birer birer yıkılıyor olduğuydu.
“Orada kimse var mı? Orada yaşayan kimse var mı?!”
Dışarıda yağmur yağıyor olmalı. Belki de binanın bağlı olduğu su şebekesini oluşturan hasarlı borulardan sızan suyun sesi bu. Üzerimdeki en az bir tonluk duvarı kıpırdatmam mümkün değil. Gözlerim karanlığa ne zaman alışacak? Belki de körüm. Bunu öğrenebilmek için ışığa ihtiyacım var. Suyun bir kısmının bana ulaşması için dua etmekten başka çarem yok. Yerin altında bir yerlerde olduğuma şüphe yok. Sesime ses alamadığıma göre yalnızım. Ellerimle seçebildiğim tek şey, artık moloz yığınına dönmüş olan duvar parçaları ve bazı ev eşyaları. Yine de aramaya devam ediyorum. İşime yarayacak bir şey… Manivela olarak kullanabileceğim uzun bir çubuk belki… İçinde sıkıştığım bu boşlukta, hiç değilse sürünerek,hayatta kalmamı sağlayacak materyaller arayabilme özgürlüğüne kavuşmak dışında bir amacım şimdilik yok. En ilkel dürtüme sığınıyorum; hayatta kalmak.
“Orada kimse var mı?”
“Ben varım!”
“Siz kimsiniz?”
“Adım Norma. Norma Jean…”
“Nasılsın Norma? Durumunu anlat bana.” Bunu bir yerde öğrenmiştim. Moral için enkaz altındaki kişiyi konuşturmanın faydaları olduğunu duymuş ya da okumuştum.
“Henüz yaşıyorum. Sanırım yatağımla dolabım arasına sıkıştım. Onun da üzerinde başka bir şey olmalı. Sen nasılsın?”
“Bacaklarım bir duvarın altında. Onları hissedebildiğim söylenemez. Ne taraftasın?”
“Depremden önce üçüncü bloktaydım.”
“Komşuymuşuz Norma. Bu arada ben de Chao. Birinci bloktan… Ne iş yapıyorsun?”
“İnşaat işleri…”
Norma’nın yanıtı karşısında kendimi tutamayıp kahkaha attım. Kadifemsi tiz sesi, arada utangaç bir kız çocuğu gibi boğuluyor. Altında kaldığımız enkazın tozu öksürmesine neden oluyor. Onu görmüyorum. Söylediğine göre o da beni görmüyor ama sesi çok yakından geliyor. Sanki içimden gelen bu sesin varlığına şükrederken diğer yandan suçluluk duyuyorum. Güçlü bir kadın olduğunu düşünüyorum. Başkası olsa ağlar, avazı çıktığı kadar bağırır ve sesini duyurmaya çalışırdı. O teslim olmuş, teslim olmuşuz.
Depremle birlikte enkazın altında kalınca bayılmış, benim sesimle de uykudan uyanır gibi olmuş ve hiçbir şikayette bulunmadan benimle sohbet etmeye başlamıştı. Ona, yalnız başıma basketbol oynamayı sevdiğimden, aç kalmamak için ayakkabıcılık yaptığımdan, işe metroyla gidip geldiğimden bahsettiğimde ilgiyle dinledi. Beni sitenin bahçesindeki basketbol sahasında birkaç kez gördüğünü, hatta hoşuna bile gittiğimi söyledi. Utandım.
“Chao! Orada mısın?”
“Buradayım Norma.”
“Sesi sen de duyuyor musun? Bunlar iş makinaları olmalı.”
“Norma, korkarım iş makinası değil bunlar hayatım.”
Yer yeniden sarsılmaya başlamıştı. On beş saniye kadar sonra durdu. Ayaklarımı kıpırdatmayı denedim. Sağ ayağım bilekten kıpırdadı. Elimin ıslandığını fark ettim. Depremin ilk günü, Norma’yla tanıştıktan sonra, ilk kez aklıma su gelmişti.
“Norma! Norma iyi misin? Norma!!”
Ses gelmiyordu. İçim kavrulmaya başlamıştı. Sağ ayak bileğimi kısıtlı olarak oynatabiliyor, üzerimdeki duvara yükleniyor ama kıpırdatamıyordum. Öksürük krizine tutulduğum an iyiden iyiye telaşlandığımda Norma’nın kahkahası geldi.
“Buradayım Chao. Korkma bir yere gitmedim.”
“Ah Normam, beni çok korkuttun.”
“Sana küçük bir deprem latifesi yaptım.”
“İnsan ölüm gibi büyük acıları ancak bir kez hissedebilir Norma. Bunu bir daha yapma!”
“Buradan kurtulabileceğimize inanıyor musun?”
“Seninle öleceğime inanıyorum. Önce ya da sonra…”
Norma sustu. Sanki bütün enkaz sustu. Damlayan su, gıcırdayan çelik… Şu an soluğunu duyuyordum. Bütün dikkatimi Norma’nın nefes alış verişine verdim. Onu kaybetmemem gerekiyordu. Kaybedemezdim. Bulmuştum bir kere. Bunun öncesinde her şey anlamsızdı oysa artık hayatım bir anlam kazanmıştı. İçimden ona karşı derin bir aşkla bağlanıyordum. Olduğumuz yere çakılı kalmış olmamız hayatın devam ettiği gerçeğini değiştirmiyordu. Aklım, ruhum onunla huzur buluyor, acımasız şakalarına ihtiyaç duyuyordum.
“Norma!”
“Efendim Chao?”
“Dokunabildiğin yerlerde su var mı? Hissedebiliyor musun?”
“Buna defalarca baktım. Yok.”
“Sinirlenme hemen kuzum. Her sarsıntıdan sonra kontrol etmeni istiyorum. Hayatta kalacağız. Buradan çıktığımızda ne istersen yapacağım.”
“Buradan çıkınca bana su al Chao. Çok susadım.”
“Tamam meleğim. Şimdi suyu düşünme. Hadi yine oynayalım.”
“Chao sıkılmadın mı şu aptal şakadan? Yaptığıma pişman ediyorsun.”
“Hadi Norma, kırma beni.”
“Tamam sor hadi!”
“Şu anda üstünde ne var Norma.”
“Dolap. Senin ne var Chao?”
“Duvar. Yine de senin kadar seksi görünmediğime eminim…”
Zorla gülümsediği geliyor gözümün önüne.
Zaman geçtikçe Norma’yla daha az konuşuyor, birbirimizin yalnızca soluğunu dinliyorduk. Onu tüm kalbimle seviyor, onun da beni sevdiğine inanıyordum. Sevmek, hissetmek kadar inanmaktı da.
Sarsıntılar nasıl oluyorsa oluyor, beni özgürlüğüme küçük adımlarla yaklaştırıyor, koşullarımı iyileştiriyordu. Üzerimdeki duvarın baskısı bir şekilde azalmış, ayaklarım, hatta bacaklarım kıpırdamaya başlamış olmasına karşın hâlâ kurtulup Norma’ya su götürememiştim. Suyun içinde oturuyor ama Norma içemediği için ben de su içmiyordum. Yıllardır aynı sitede oturmamıza karşın birbirimizi neredeyse görmeden geçirdiğimiz zamanın muhasebesini yapmak için artık çok geçti. Doğanın eleme yaparken adil olmadığını söylemek zor. Bu enkaza hapsolmadan önce yaşamayı becerememiş insanların enkaz altındayken verdikleri hayat mücadelesi, hayata tutunma gayretleri, unuttuğu duygularının neredeyse tamamının harekete geçmesi ve hatta aşık dahi olması takdire şayan lakin anlamsızdı. Doğa, bize daha ne kadar zaman verecek; bunu bilmek elbette imkansız. Doğanın kendini yenilemesi başlamadan önce de sistemlerin dişlileri arasında ezilmeyi tercih eden bizler değil miydik? Şimdi de yaptığımız beton kutuların duvarları arasında eziliyoruz. Bir şey değişmedi. Hiçbir şey değişmeyecek. İçimde yıllardır sıkışmış bir aşkım varmış ki o da bir depremle Norma’nın hakkı oldu.
Chaotica
Altuğ Altıntaş kimdir:
1974 İstanbul doğumlu. Antalya’da yaşıyor. Şiir ve öyküleri; Varlık, Akatalpa, Tay, Kasaba Sanat, Afrodisiyas, Nordik, Kil Tablet, Edebiyatist dergilerinde yayımlandı. Peron Yayınları/ Kaos Çocuk Parkı serisinden “Miskin Kerhanesi” adlı şiir kitabı var.
edebiyathaber.net (13 Kasım 2018)