Kar önce nergislerin yapraklarına yağdı. Her gün baka baka önümde kuruyan o yapraklara. Suyunu verdim, olmadı. Toprağını kabarttım, olmadı. Kurtaramadım onları. Kokularını dahi saklayamadım. Şimdi karlar altında hepsi. Bense hala bakıyorum. Tıpkı zamanında onları ekerken anneme baktığım gibi. Zaten hep bakıp durmadım mı ben? Gelene, gidene, yanımdan geçene… Ama yine de bir şey görmedim. Vallahi görmedim. Ne onu, ne de seni. Ses falan da duymadım. Vallahi duymadım. Ne söyleneni, ne de bilinip söylenmeyenleri. Peki, sen bir şey duydun mu abla? Gördün mü olanları? Bilemiyorum ki. Sahi, sen nerelerdesin abla? Annemin diktiği nergislere lapa lapa kar yağarken, sen nerelerdesin?
Herkes adını sorar önce. Sonra da anneni, babanı, varsa kardeşlerini. Dedemin kulağıma üflediği adı kolayca söylerim ben. Nur. Peşinden anneminkini de derim ama sonra susarım. Babam gelir aklıma. Hatırlamaya çalışırım. Adını, yaşını, bana son kez bakışını. Evet, bir babam vardı benim. Yıllardır yüzünü görmediğim babam. Ve bir de ablam. Var, biliyorum. Annem ne kadar yok dese de var. Benim öyle bir kızım yok diye adını anmasa da var. En azından onun adını yaşattığımız nergislerimiz var. Sahi abla, sen hiç gördün mü onları? Hiç kokladın mı? Ben gördüm. Çok gördüm. Bir onları, bir de annemi. Aslına bakarsan en çok annemi. Sen onu hatırlar mısın bilmem. Her daim çatılmış kaşlarını. Ateş saçan gözlerini. Tokadının indiği yeri hem yakan, hem de üşüten ellerini. Ben hiç unutmuyorum. Unutamıyorum. “Babana çekmişsin” diyen sesi bir türlü kulaklarımdan gitmiyor. “Ne olacak, babasının kızı işte! “ Babama benzeyip benzemediğimden emin değilim. Bir tane resmi bile yok evde. Annem hepsini yırttı, yaktı. Aslında yıllar önce elime geçen evlilik cüzdanında ufak bir vesikalık resmi vardı ama tam bakamadım. Annem elimde gördüğü gibi “Bunlara çok mu meraklısın?” diye bir güzel dövmüştü beni. Ah bir bilseydi, ne kadar da meraksızdım ben. Hem evliliğe, hem aileye. Çocukluğumda böyle değildi tabi ama sonrasında ne olduğu belli. Onun her daim yüzümü dağlayan tokatlarıyla, kulağımı küstüren bağırışlarıyla, üstüme kilitlediği kapılarla… Annesinin sımsıkıya kapattığı camlardan güneşi bile göremeyen bir kız, nasıl anne olmaya meraklı olabilirdi ki? Esasında hala o camların, kapıların arkasından çıkmış değilim ben. Bütün ağırlıklarıyla duruyorlar önümde. Sahi abla, sen bizim evin o uzun camlarını hatırlar mısın? Demirden yapılma o ağır kapıyı?
Herkes evinin kapısını özler önce. Gelip huzur içinde dinleneceği anı. İlkokula başladığımda bana da aynen öyle olmuştu. Kalabalık sınıfı ardımda bırakıp, yeni yeni alışmaya başladığım evin yalnızlığını arar olmuştum. Önlüğümü, yakalığımı çıkarışımı. Divanda uzanışımı. Tabakta beni bekleyen patates kızartmasını. Hepsini özlüyordum. Eve gelmek için saatleri sayıyordum sanki. Ufacık adımlarımla, yolu olabildiğince hızlıca alıyordum. Tabi çok sürmemişti bu. Önce tabaktaki patates kızartması soğudu. Sonra uzandığım divan taşlaştı. Önlüğümün yakası da sıkılaştıkça sıkılaştı. Tam da babamın seni de alıp gittiği yılın sonlarıydı. Annem küçük olan benimle kalacak diye ne çok bağırmıştı. Babam ikisini de bana bırak dese de, sonunda “Bari onu kurtarmama izin ver” diyerek seni almıştı. Ne demek istediğini başta anlayamasam da annem öğretmişti bana. Sen gerçekten kurtulmuştun abla. Annemin yanında batan her güneşte bunu daha iyi anlamıştım. Artık yanımda o yok tabi. Onun başında mermerden bir taş var şimdi. Bir de üzerine örtündüğü topraktan yorgan. Aynı nergisleri diktiği toprak gibi yumuşak. Kim bilir, belki de senin gibi yumuşak. Sahi abla, sen nasıl birisin? Görsen bir yerlerde beni bilir misin?
Ben senin yüzünü bilemiyorum. Küçüklüğün biraz aklımda ama senin resmilerini de yaktı annem. Beni de yakmasın diye “Ben olsam seni seçerdim” demiştim. Yüzüme şöyle bir bakıp “Aynı baban gibi yalancısın” demişti. O gün gerçekten yalan söylemiştim ben. 15 yaşımı yeni geçmiştim. Ondan önce olsaydı belki söylediğim doğru olabilirdi ama büyüdükten sonra asla. Babamın söylediği kurtulmayı anlamak için büyümem gerekiyormuş meğer. Büyümem ve annemin düşmanına dönüşmem. Bir insan kendi kızına neden düşman olur diye çok düşündüm. Doğru düzgün bir cevap da bulamadım. Bulduklarımı da anneme uyduramadım. Ortaokula başlarken kısacık kestirdiği saçlarımı, onun tiftik tiftik olmuş saçlarına bağlamadım. Ancak giymeme izin verdiği çuvaldan bozma kazaklarımı onun şekilsiz vücuduna yormadım. Hepten susturduğu dilimi kalbini saran betondan bilmedim. Bilmek istemedim. Ben ona inanmak istedim abla. Beni sevdiğine inanmak istedim. Onu anlamak istedim. Fakat anlamaya çalıştıkça, onun hapishanesine çakıldım kaldım. Senin babamın yanında olman ne büyük şansmış. Ben başımda bir gardiyanla, dört duvar arasında büyüdüm. Büyüdüğümü düşündüm. Sahi abla, sen de büyüdün mü benim kadar?
Herkes laf eder derdi annem. Söz olurmuş, adım çıkarmış. İçi rahat etsin 40 yıl boyunca ona hiç laf söz getirmedim ben. Fakat şimdilerde engel olamıyorum, hep arkamdan konuşuyorlar. “Nursuz Nur” diyorlar bana. Annemin gidişinden beri hiç kesmediğim upuzun saçlarımla alay ediyorlar. Süpürge diyorlar. Çalı süpürgesi. Camdan bakmama gülüyorlar, sokağa çıkınca başıma üşüşüyorlar. Ben de ihtiyaç olmadıkça çıkmıyorum artık. Sayesinde yaşadığım yardımlara ancak bakıyorum. Kimseye de bir şey demiyorum. Ama arada annemi hatırlayan bir iki kişi gördüğümde olmuyor değil. O zaman da arkamı dönüyorum. Fakat döndüğüm yer yine o olunca hiçbir şey fark etmiyor. Biliyor musun abla? Bu evin duvarları hala konuşuyor. Susturmanın bir yolu yok gibi. Bir tek kar yağınca duruluyor. Sanki annemin sesinin üstüne de kar yağıyor ve çok şükür dedikleri duyulmuyor. Ben de hep kar yağsın istiyorum. Hep yağsın ve ne var ne yok hepsi karlar altında kalsın. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Sahi abla, gökyüzünden inen bu karları sen de görüyor musun? Benim gibi beyazlığına özeniyor musun?
Ay ışığından önce, kar aydınlatıyor geceyi. Perdeler kapalı ama her yer aydınlık. Tıpkı annemin yüzünün de aydınlık olduğu o geceye benziyor. Ondan yana hiç bakmadığım o geceye. Sessizce yatağında yatıyordu. Hayatımda ilk defa sessizce. Aslında daha o günün sabahında, bağırışlarıyla uyanmadığımda anlamalıydım olanları. Her zaman söylene söylene ocağa koyduğu çaydanlığın tıngırtısını duymadığımda. Gidip bakmamıştım ona. Onun yerine çayı ocağa koymuştum. Zeytini, peyniri çıkartmıştım. Ekmekleri de tam onun sevdiği gibi kızartmıştım. Sofraya oturmadan önce şöyle bir kapısına kadar varmıştım. Anne diye seslenmiştim bir kere. Cevap alamamıştım. Sonra da bir başıma oturup kahvaltımı yapmıştım. Çayımı soğutmadan içmiş, hatta hiç yapmadığım gibi ikinci bardağı da almıştım. Yetmeyip üçüncüsünü de. Çaydanlığın sonuna gelmem çok sürmemişti. Gidip yenisini demlemek bile aklımdan geçmişti ama yapmamıştım. O anki halim için suçluluk duyuyor muyum dersen? Hayır. Ne yazık ki hayır abla. Hepsi sırf onun yanına gitmemek içindi. İçten içe hiç kalkmayacağını biliyordum. Zaten çok geçmeden de kar yağmaya başlamıştı. Her bir tanesini büyülenmişçesine izlemiştim. O da yağdıkça yağmıştı. Bahçemiz bembeyaz örtünün altında kalmıştı. Tabi mis kokulu nergislerde. Annem bir daha göremedi onları. Bir daha hiç koklayamadı. Sahi abla, o nergislerin buram buram kokusu vardı mı sana? Annemizin üstüne yağan kar taneleri hiç karşına çıktı mı?
Bizi komşular buldu önce. Karda iki gün sesimiz soluğumuz çıkmayınca merak etmişler. Ben etmedim. O iki gün boyunca, hiçbir şeyi merak etmedim. Sadece annemin sessizliğini dinledim. Hiç bitmeyecek sandığım o bağırışları kar yağınca nasıl da dinmişti. Bu mucize değil de neydi? Karın yağmadığı zamanlarda sanki hala duvarlardan yankılanıyor sesi. “Okula gidip de ne olacaksın Nur? Bunu giyinip de kime yamanacaksın Nur? Oraya neden bakacaksın Nur? Onu neden alacaksın Nur? Bunları yapıp da ne olacaksın Nur?” Sahi abla, ben ne olacaktım? Bu evde yalnız başıma daha ne kadar yaşayacaktım?
Çok düşündüm bunu. Doğru düzgün bir akrabanın bile gelmediği cenazede düşündüm. Bu evde bir başıma geçirdiğim ilk gecede düşündüm. Bir ihtimal de olsa, babamla sen gelirsin diye beklediğim gecelerde düşündüm. Ama tabi ki hiçbiri olmadı. Hatta bizden haberiniz var mı onu da bilmem. Zaten bir tek ben varım şimdi. Bir de bahçedeki nergisler. Ben de onlara bakıp duruyorum. Arada bir de seni düşünüyorum. Belki diyorum, sen cevap verirsin bana. Önce kurtulandan ancak hayatta kalana. Sahi abla, cevap verir misin bana? Bakar mısın bu nursuzdan yana?
edebiyathaber.net (7 Mart 2023)