Ah canım, ben bilemezdim sensiz de bir hayat sürülebileceğini, sensiz bir nefes almanın da olabileceğini (olmasaymış daha iyiymiş ). Bugün sen öleli tam iki yıl oluyor. Bu süre zarfında inanır mısın, içtiğim sudan, yediğim yemekten ve içime çektiğim havadan tiksinir oldum. Ama beni bunlar değil, asıl seni her geçen gün daha çok unuttuğumu fark etmem üzüyor. Sana burada hep anlatmak isteyip anlatamadığım şeyleri yazacağım seni tamamen unutmadan önce. Öncelikle hiçbir zaman seninle uzak bir arkadaşlıktan daha ileri bir sevieyde bir ilişkimiz olmadı. Sen de (diğer tüm kızlar gibi) bana hep mesafeliydin, benden hep kaçınırdın. Belki de sınıfta beraber geçirdiğimiz onca vakte rağmen varlığımın farkına bile varmadın. Olsun, bazı aşklar tek kişi daha güzel yaşanıyor (ne tatlı bahane buldum, değil mi?). Senin yüzünü, saçının ensenin arkasına dökülmesini, gülerken gözlerinin kırışmasını ne kadar çok izledim bilemezsin. Çok düşündüm. Acaba öbür erkekler de mi seni benim gördüğüm gibi görüyor yoksa sadece bana mı mahsus bu durum diye? Bir kere sana bir hediye almak istemiştim. Böylelikle seninle daha çok yakınlaşabiliriz diye umuyordum. Sana üstünde adının baş harfleri olan gümüş renginde bir kolye aldım. Sınıfa girip seni görünce neredeyse heyecandan kolyeyi düşürüyordum. Gerçekten ne kadar heyecanlı, umutlu olduğumu tarif edemem. Derken yanına tanımadığım bir çocuğun gelip kolunu senin omzuna attığını görünceye kadar. İnanır mısın sanki içimde bir şey kırıldı o anda beni hayata bağlayan, her sabah kalkma gücü veren bir şey. İsterdim ki, yanına gideyim. “Ben bu kadar zaman senin yüzünden üzüntüler,acılar çektim. Seninse karşılığın bu oldu. Bak sana bunu ben almıştım. Ama sen..Sen..” dedikten sonra kolyeyi önüne atıp seni kalbimdeki bana acı veren yerinden fırlartıp atacaktım. Ama yapamadım. Bilmiyorum, belki rezillik çıksın istemediğimden belki de sensiz bir kalp istemediğimden. Ben yine hep seni izlemeye devam ettim; sıkılmadan,usanmadan.. Ne senin sevgine ne de acına doyabildim ben.. Sonra o çocuk gitti yanından. Aptal şey.. Senin gibi bir meleği bulup da bırakana ne demeli..O seni bırakıp gitti. Sen tüm dünyayı bırakıp gittin ama ben seni bırakamadım işte.
Bir keresinde bir bahane bulup seni aramıştım. Herhalde şöyle bir konuşmaydı aramızda geçen: “Alo D. nasılsın? Kusura bakma rahatsız ediyorum. Hoca en son sınavda nereye kadar çıkacak demişti de, hatırlıyorsan söyler misin?” Sen de “Valla, hiç bilmiyorum ki. Sen en iyisi Aysu’ya falan sor onu.” demiştin. Tabi bundan sonra konuşacak bir şey bulamadığımdan kısa bir sessizlik oldu, ben de aceleyle “Oldu teşekkür ederim, görüşürüz.” Deyip kapattım. Ardından “Anladın mı acaba?” diye düşünüp durmaya başladım. Görüyorsun işte elimde küçük dramlardan, sönük trajedilerden başka bir şey yok. Bir yerde okumuştum; trajedilerde kral,paşa gibi büyük insanların çöküşlerini, acılarını vermek seyirciye daha çok etki ediyormuş diye. Tabi onlar dururken kim ne yapsın bizim çilemizi,kederimizi değil mi? Bizim onlar kadar şiddetli duygular yaşamaya hakkımız olamaz diye zannediyorum. İşte o yüzden seni o bırakıp giden çocuk için kendini niye öldürdüğünü hala anlamaya çalışıyorum.
Seni bulduklarında hala yaşıyormuşsun sevgilim. Bir umut tutunmaya çalışmışsın hayata. Kim bilir belki de pişman olmuştun odanın camından kendini yere bıraktıktan hemen sonra. Aklın başına gelmişti belki de o birkaç saniye için. O birkaç saniye için beni hiç düşünmüş olamazsın değil mi? Sen gittikten sonra o çocuğu bir daha hiç görmedim okulda. Tüm öğretmenler sanki büyük bir olayı gizlemekle uğraşıyorlarmış gibi rol yapıyorlardı. Öğrencilere konuşmamaları için gözdağı veriyorlar, idareyle falan tehdit edip duruyorlardı. Ah sevgilim, ben öyle bir yerde yaşıyorum ki tüm hayallerim ve hislerim daha doğamadan içimde ölüp gidiyor. Sana ölmeden önce bir mektup yazmıştım, kısa bir şey. Biliyorum görmeye pek fırsatın olmadı ama buraya senin için ekliyorum.
Sevgili D.,
Biliyorum benden bir mektup almanın senin için gülünecek daha doğrusu acınacak bir şey olduğunu. Şimdiye kadar bir sürü kimseden bir dünya mektup aldığını da tahmin edebiliyorum. Senin yanına yakışmadığım da çok açık. Ama n’olur bitir bu mektubu sonuna kadar. Ondan sonra yak,yırt hatta istersen üstünde tepin. Yeter ki bir şans ver bana anlamak için. Gerçekten kafamı karıştırıyorsun D. Sana baktığımda hem umudu hem de çaresizliği hissetmek; yüzünde hem sevinci hem de hüznü bulmak beni allak bullak ediyor. Bugünlerde hep üzgün, sessiz görüyorum seni. Hiç konuşmadan öylece bakıyorsun tahtaya bazen. Birkaç arkadaş gülüşüyorlar seni böyle görünce (ellerimle parçalayasım geliyor onları.) Geçenlerde dayanamayıp sordum sana: “Neyin var D.? Çok halsiz duruyorsun bu aralar.” Sense yüzünü çemkirip: “Hiç. Senlik bir şey yok yani.” Dedin. Ben de biraz üsteleyip: “Yani konuşmak istersen falan çekinmene gerek yok,” deyince bana, “Rahat bıraksana beni ya! Sen niye endişeleniyorsun?” falan dedin. Ben de bir şey demeden yerime geçtim. O gün ne yapacağımı bilemez bir halde senin evinin etrafında dolaştım durdum (neden yaptım bunu inan hiçbir fikrim yok.) Şimdiyse bu mektubu yazıyorum işte sana. Belki bir gün olur kalbindeki buzlar erir, bu mektubuma cevap vermek istersin; bil ki ben hep bekliyor olacağım seni. Sonuçta hiç başlayamamış bir aşkı ölüm bile ayıramaz değil mi?
edebiyathaber.net (14 Eylül 2024)