i)
-(Erkek)Birlikte yolculuğa çıkalım. Yalnız ikimiz. Başka hiç kimse olmasın. Ne bir insan sesi girsin aramıza ne de başka bir varlığın gölgesi. Bir hikâye anlatalım seninle. Bir kadınla erkeğin hikâyesini. Sen söyle. Neredeler? Işıklı caddeleri olan bir şehirde mi yoksa yöre halkının memurları ve üniversite öğrencilerini dışladığı o taşra beldelerinin birinde mi? Belki tenha bir caddenin kenarında yürüyorlar, belki masa başında el ele tutuşmuşlar, belki de sahilde çakıl taşlarının üzerine uzanmış denizi izliyorlar. Şimdi gözlerini kapat. Neler görüyorsun?
-(Kadın) Bir kafeteryada karşılıklı oturmuşlar. Pencere aralık. İçeriye sokak çalgıcılarının ezgileri giriyor. Mızıka ve gitar çalıyorlar. Camdan süzülen ışık kadının yüzünü aydınlatıyor. Yanakları pembe kadının. Gözlerini erkeğin yanında olmanın heyecanı bürümüş. Erkek kadının kendisine teslim olmasını; âdeta kırmızı dudaklarının, yeşil gözlerinin dile gelip konuşmasını, ‘sana aitim’ demesini bekliyor. Hoşnut bir tavırla yüzünü hafifçe yana yatırıyor kadın. Başın açısı erkeğin hoşuna gidiyor. Kadını her zamankinden daha sevimli buluyor. Kadın ise adamın yanında olmaktan memnun. Ona güven duyuyor. Gözlerini kaçırmadan adamın kendisine bakmasını istiyor ve adam gözlerini kırpmadan kadına bakıyor. Bu gözler kadını istediğini, havadan ve sudan vazgeçebileceğini ancak ondan vazgeçemeyeceğini söylüyor. İyi ve güzel ne varsa o erkekte bulunduğuna inanıyor kadın. Mutlak dürüstlük, şefkat ve bilgelik gibi. Erkek de kadının en temiz duygularla dolu olduğuna, onun koşulsuz şartsız masumiyetine inanıyor.
ii)
-(Erkek)Adam kadını yeniden yaratıyor zihninde. Arzu ettiği gibi, ihtiyaç duyduğu şekilde. Asılında ona hayran olmaya kendini baştan şartlandırmış. Bu nedenle kadın ister bir katil, ister adi bir düzenbaz olduğunu itiraf etsin, yine de gözünden düşmeyecek. Ama zihninde tamamlanmayı bekleyen boşluklar var. Kadının doldurmasını istiyor. Onun ‘kim’ olduğunu bilmek istiyor. Bu nedenle ona kendi çocukluğunu anlatıyor. Kardeşi ile bir türlü paylaşamadıkları kırmızı araba için nasıl kavga ettiğini, yazlıkta komşunun bahçesine nasıl habersiz girdiklerini ve merdiven altındaki topu aşırdığını, yakalandığında annesi tarafından nasıl azarlandığını ve utandığını. Ama erkek anlatsa da kadın ketumluğunu koruyor. Bu suskun dudaklar kadının yüzünü daha gizemli, daha çekici kılıyor. Sonunda merakına yenik düşüyor adam. Kadına neden kendi hakkında bu kadar az konuştuğunu soruyor.
-(Kadın) Kadın bir duygu karmaşası içinde. Rol yapmak, yalan söylemek istemiyor. Erkeğe olmadık umutlar vermek istemiyor. Ancak davet edilmiş olmaktan memnun. Yolculuğun sonunu düşünmeden onunla yan yana yürümek istiyor.
iii)
-(Erkek)Başka insanların seslerini, dünyada olup bitenleri duyuyorlar mı yoksa her şeye kulaklarını mı tıkamışlar? Pencere kenarında oturuyorlardı değil mi? Perdeleri çeksin adam dışarıdan hiçbir şeyi kabul etmediğini söylesin. Kaldırımda gezen sevimli kedi yavrusunu, çocukların kahkahasını bile. Hatta gün ışığını, o bahsettiğin huzurlu ezgiyi bile.
-(Kadın) Ama neden? Kadını böyle yaparak karanlık bir dünyaya çağırmış olmayacak mı? Kendi huzursuzluğuna onu da ortak etmiş olmayacak mı?
-(Erkek) Kadının dünyasını karartmak, yok etmek istiyor ki içini yalnız kendisi doldursun. Baktığı yerde kadın yalnız kendisini görsün. Ve kendisini olduğu gibi göstermeye hazır. Kadının karanlık yönlerini de bilmek istiyor. Onu kusurları ile, çelişkileri ile sevecek… Kadının sadece kendisine ait olmasını istiyor. Dahası bedenleri birbirine değmese de kadın ona zaman ayırdığı ve onunla buluştuğu için kendini onaylanmış ve kabul edilmiş hissediyor. Hatta ayrıldıklarında sanki geceyi yatakta beraber geçirmişler gibi mutlu ve huzurlu olacak.
-(Kadın) Bedenleri birbirlerine hiç değmeyecek mi? Birbirlerine sevgilerini nasıl gösterecekler o zaman?
-(Erkek) Hatırlar mısın, diyecek adam kadına. Son buluşmamızda beni uyarmıştın. Mutsuz bir gününde olduğunu, beni tersleyebileceğini, durduk yere öfkelenebileceğini söylemiştin. Ben de bugün en mutlu günlerimden birindeyim, diyecek adam. Dokunulmaktan hoşlanmadığını biliyorum ama kendimi tutamayıp sana sarılabilirim, elini tutabilirim hatta seni öpebilirim de.
-(Kadın) Peki bu sözlerden sonra öpüyor mu kadını?
-(Erkek)Kadının koluna parmakları ile dokunuyor. Tenini bir süre okşuyor. Derken parmakları kadının parmaklarını buluyor, kadının elini tutuyor. Kadının avucundaki misafiri sessiz bir memnuniyetle karşıladığını görünce bu kez yanağına küçük bir öpücük konduruyor. İster istemez gülümsüyor kadın. Adam bir daha öpüyor, bu kez kadının dudaklarına daha yakın bir noktadan. Kadın gözlerini eğerek süzüyor adamı. Bu kez bakışları ciddi. Artık gülümsemiyor.
-(Kadın) Neden gülümsemiyor, neden ciddileşti?
-(Erkek) Arzu öyle keskin bir duygudur ki o sırada başka bir şeyi düşünemez insan. Konuşmayı, soru sormayı, gülmeyi bile. Kadın ürkekçe etrafını kolaçan ediyor, derken adamın dudaklarını kendi dudaklarının üzerinde buluveriyor.
iv)
-(Kadın) Neden ürkek ikisi de bu kadar? Neden korkuyorlar? Yoksa yasak aşk hikâyesi mi bu?
-(Erkek) Her aşk, yasak aşktır. İnsanlar hem delicesine kıskanırlar aşıkları hem de çekinirler onlardan. Öngörülemez oldukları, kural tanımadıkları için onları sevmezler. Aşkı her zaman yasaklarlar. Çocukların ilk heyecanını zedeleyip onları utandırırlar. Senin yaşına göre değil böyle şeyler diyerek ayıplarlar onları ya, yetişkinleri de bu yaşta çocuk gibi davranıyorsun diyerek kınarlar. Dahası onları ‘ahlaksız’ ilan ederler. Aşk onları özgürlüğe çağırdığı için ve özgürlüğü tehlikeli buldukları için âşık olmaktan korkarlar.
-(Kadın)Bu yüzden evlendiler değil mi? Dışarıdaki hayatı tehlikeli buldukları için kendilerine sınırlar çizdiler. Dar bir alanda özgür olmayı güvende olmak, huzurlu olmak saydılar. Ama neden özgürlüğe ve tehlikeye el ele tutuşarak adım atmasınlar? Sınırları neden birlikte yıkmasınlar? Hani aşk özgürlüktü? O heyecanlı kalpler, isyankâr ruhlar nerede?
-(Erkek) O sevgililer burada ama sevgileri değişti. Aradan çok değil, beş on yıl geçti ve sorumluluklarının verdiği yorgunluk arzularını köreltti. Bu tekdüze, anlamsız hayata itiraz etmek ve onu değiştirmek amacı ile evlenmişlerdi. Kendilerine özgü biricik bir yaşam ortaya koyacak ve başkalarına benzemeyeceklerdi. Onlar için evlilik yenilik, hatta bir devrimdi. Ancak bu yeni düzen düşündükleri değerler üzerine kurulu değildi. ‘Başarı’ denen deli saçması bir kavram icat edilmişti ve onlar da huzuru yine bu ‘başarı’da bulacaklarına kendilerini inandırdılar. Köleliklerine ‘iş ve sorumluluklar’ adını verdiler ve bunları öncelemeyi erdem saydılar. Baş kaldırdıklarını zannettiler oysa ilk boyun eğenlerden oldular.
-(Kadın)Ama bir dakika, kendi öykünden uzaklaşmaya başladın; bu sözleri sen mi söylüyorsun, ‘o’ mu söylüyor?
-(Erkek) Kahramanlarımı ben konuşturuyorum sanırdım ama artık onlar da beni konuşturuyorlar. Son zamanlarda onların seslerini daha fazla duyuyorum. Ben de onlara daha fazla kulak kabartıyorum. İşin tuhafı ne biliyor musun, en yakın arkadaşlarımla yaptığım sohbetlerde bile hep aynı şeyleri konuştuğumuzu fark ettim, fakat zihnimin içinde ‘onlar’ hep yeni şeyler söylüyorlar. Ne tuhaf değil mi? Sanki benim bildiğimden fazlasını biliyorlar. Benden daha yetkinler. Benim erişemediğim yüksekteki dallara onlar erişebiliyor. Orada hem daha fazla meyveye ulaşıyor hem de bütün ormanı izliyorlar. Bense tırmanmaya korkuyorum.
-(Kadın) Seni her gördüğümde fikirlerin daha da keskinleşiyor. Yazdıkça dilin bileniyor. Bu işin sonu nereye varacak merak ediyorum. Amacın ne, kendini çoğaltmak mı?
-(Erkek) Açıkçası eskiden neden yazdığımı bilmiyordum. Anılarıma, acılarıma şekil vermek, onları değerli hale getirmek hoşuma gidiyor sanıyordum. Oysa şimdi bambaşka sebeplerle yazıyorum. Seni kaybetmemek için, yokluğunda seni hatırlamak, seninle geçirdiğim zamanı çoğaltmak için yazıyorum. Peki, şimdi sıra sende. Senden bana kendini anlatmanı istesem biliyorum susacaksın. Bana kendinden bahsetme. İçindeki öteki ’benleri’ anlat! Bana o kadını anlat!
v)
-(Kadın) Genç sayılacak bir yaşta evlendi kadın. O zamanlar bir erkeğin ona sadakat sözü vermesi ona ‘romantik’ göründü. Hayatının sonuna kadar sevilecek olma fikri ve bir erkek tarafından tercih edilmiş olmak hoşuna gitmişti. ‘Büyük aşk’ ile sevildiğine inanmıştı.
-(Erkek) Peki ya sonra ne oldu? Bu yeni çifte sorumlulukları hatırlatıldı, öyle değil mi? Çocuk gibi davranmamaları, arzularına gem vurmaları söylendi. Önünüze bakın, işinizi yapın, dendi. Kendi başınıza hayal kurmayın, eğer hayal istiyorsanız sizden önce başkaları tarafından kurulmuş, çoğunluk tarafından kabul görmüş ve onaylanmış hayaller var, onların peşinden gidin, dendi. Ve onlar da kendilerine söyleneni yaptılar. Her yıl artan refah, nur topu gibi bebekler, komşularında olmayan otomobiller için dua ettiler, öyle değil mi?
-(Kadın) Her şey bir göreve dönüştü. Akşam sarılmak, çarşafın altında birbirlerinin tenine dokunmak görev oldu. Sevişmelerinin mekanikleştiğini kocası da pek tabi fark ediyor. Derken kadın bir gün kocasından bir itiraf duyuyor. Birbirlerine olan sevginin yerini ‘alışkanlıklar’ almış! Alışkanlık, ne sevimsiz, ruhsuz bir sözcük bu! Demek adam her gün yerinde bulmaya alıştığı kanepeyi, duvardaki tabloyu, sokaktaki ağacı gördüğü gibi görüyor kadını. Daha doğrusu artık görmüyor. Sahi nikah memurları yeni evlenen heyecanlı çiftlere neden dönüp boşuna tedirgin olmayın, zamanla birbirinize zaten alışacaksınız demez? Ama hayır, bu masum kalpleri incitmek olurdu öyle değil mi? Oysa zaten incinecekler! Kadın kocasına tutkuyu aradığını söylediğinde adam tuhaf tuhaf bakıyor kadına. Kadın da belli ki kocasını bundan sonra onun gördüğü gibi; yani bir kardeş olarak görecek, bir arkadaş gibi sevecek. Oysa bir kardeş ya da arkadaş istemiyor. Şaşırmak, yaşadığı sürece heyecan duymak istiyor. Fareden tiksiniyorsa hep tiksinmeli, papatyadan hoşlanıyorsa doya doya kokusunu içine çekmeli. Ama ne fareye ne de papatyaya alışmalı. Sevdiği erkeğe duyduğu arzuyu hiç yitirmemeli, serinkanlılıkla kolları arasına kendini bırakmalı. Şayet arzularını çevresindekilerle paylaşsa idi onu kınarlar; tekdüze bir evlilik ilişkisinden sıkıldığını ve heyecan aramaya başladığını söylerlerdi. Kendisi de sıra dışı bir şeyler istediğini sanıyor. Kollarını açabildiği kadar açmak, ona göz kırpan her erkeği kucaklamak niyeti. Onun ne istediğini bilmediğini, herkese boncuk dağıtığını söylüyorlar. Oysa bir erkeğin ilgisini değerli buluyor. Ona değer veren bir erkeği reddetmeyi ayıp sayıyor. Heyecan aramıyor kadın. Sadece hayatı öğrenmek istiyor. Hayatı ancak erkekleri tanıyarak öğrenebileceğine inanıyor. Ancak istediği gelip geçici ilişkiler değil. Onlarla yakın ilişkiler kurmak, benliklerinde iz bırakmak istiyor. Ancak o zaman var olduğunu hissedecek.
-(Erkek) Bir erkek elini uzatıyor kadına. Onu yanına çağırıyor. Saçlarını okşuyor kadının, beline şefkatle sarılıyor. Onu evine, yanına çağırıyor. Sıkı sıkı tutuyor kadını. Bir daha bırakmamacasına. Ona büyük bir sevgi vermeye hazır adam. Yalnız kadına ait olmaya hazır. Kadının da kendini teslim etmesini istiyor. Arzuladığı kadını bazen hiç bilmiyor bazen ise sanki onu yıllardır tanıdığını düşünüyor.
-(Kadın)Ama bu sevginin şiddeti ürkütüyor kadını. Arzulanmak istediğini düşünüyordu kadın. Erkeklerin rüyalarına girmek istediğini sanıyordu. Oysa şimdi fark ediyor ki yalnız sevilmek istiyormuş. Erkek tarafından karanlık bir kuyuya sürüklendiğini hissediyor. Karşı koymaya çalışıyor. Şimdi tutunduğu dala bir daha tutunamayabilir, dipsiz bir uçuruma sürüklenebilir.
-(Erkek) Ama neden bu önyargılar, kabuslar? Düş kırıklığı yaşamaktan mı korkuyor kadın yoksa ne kadar özgür olduğunu söylese de başkalarından gelecek tepkilerden mi?
-(Kadın) Başkaları umurunda değil kadının. Toplumun bütün kuralları midesini bulandırıyor. Ahlakın ne olduğunu onlardan öğrenecek değil. Onun ahlakı otel odalarında çığlık atarak sevişmek, matem günlerinde dans etmek, kimseyi umursamadan inandığı hayatı yaşayabilmek. Hatalı davrandığına inanmıyor, dahası toplum değerlerine aykırı davranmaktan da tarif edilemez bir keyif alıyor.
-(Erkek) O halde neden reddediyor kadın adamı? Hem kim bunlar? Sen ve ben değil miyiz?
-(Kadın) Elbette biz değiliz. Onlarca, yüzlerce birbirine benzer, birbirinden farklı insanların hikâyesini anlatabiliriz. Hepsi biz miyiz? Onlar bambaşka iki kişi.
-(Erkek) Ama nasıl olur? Hayallerimiz biz demek değil mi? Hayallerimiz yaşamın şu saçma gerçekliğinden daha gerçek değiller mi?
-(Kadın) Hayallerimiz başka, biz başkayız. Hayallerimizin peşinden koşsak da, ki pek ender yaparız bunu, çoğu zaman hayatın akışına kapılır unuturuz onları. Hayaller hep önümüzden gider ama pek çoğu gerçekleşme fırsatı bulamaz, zihnimizin derinliklerine gömülür, unutulup yok olur.
vi)
-(Erkek) Benimle gel! Şehrin en pahalı oteline gidelim. Birlikte unutamayacağımız bir gece geçiririz. Kalplerle süslenmiş bir yatak hazırlarlar ikimize… Elini ver bana. Utancı ve yasakları arkamızda bırakalım. Seni içimdeki hiç tanımadığın o erkek ile tanıştırayım. İsyankâr, inatçı ve buyurgan… Beni hala tanımadığım o kadın ile tanıştır…
-(Kadın)Karşında şuh, doyumsuz ve itaatkâr kadın arzularsın, değil mi? Sana kendini teslim etmeye hazır, sarmaşık olup vücuduna dolanacak… Fırtınalı bir deniz olup seni şehvete boğacak… Mumun sıcak ışığında bedeni kadife kumaşa dönüşecek, her nefeste ismini kulağına fısıldayacak… Çığlıkları ürkütecek, zevkten bir yılan gibi kıvranması seni şaşırtacak!
Sen! Etrafına bakmadan, nerede, kimlerin yanında olduğunu umursamadan ormandaki bir kurt gibi sadece seni cezbeden o kokunun peşine düşersin! Evli bir kadının bekâr bir erkeğe kur yapmasını, ona arzularından açık saçık bir dille bahsetmesini belki anlayabilirsin. Fakat o kadının utancını anlayamazsın.
-(Erkek)Elini ver bana. Şafağa kadar uyumayalım. Bu gece benim ol, sabaha kadar sevişelim, izin ver sana yalnız hazzı yaşatayım. İzin ver seni zevkin doruklarına çıkarayım!
-(Kadın) Sen yazarsın. Pekâlâ, hayallerle yetinebilirsin. Oysa benim gerçek sevgiye ihtiyacım var.
-(Erkek) Karşında oturup seninle konuşmak. Gözlerinde çocukluğumu, dudaklarında gençliğimi bulmak… Seninle aynı havayı solumak. Aynı kahveyi içmek… Sigarayı yakan parmaklarını izlemek, ağzından dökülen sözcükleri pür dikkat dinlemek… Bana bakıyor, benimle konuşuyorsun… Bana değer veriyorsun. Fakat tüm bunlar bana acı veriyor. Sana bu kadar yakınken tenine dokunamıyor olmak, seninle sevişmiyor olmak bana tarifsiz bir acı veriyor.
-(Kadın) Ah! Yine beni o derin kuyuya çekmeye çalışıyorsun. İkimiz için de çıkışsız bu yolun sonu. Beni mahvedeceksin. Fakat neden elinden tutup bile bile sürüklenmek istiyorum. Oysa eskiden böyle bir kadın değildim. Kocama ne kadar bağlıydım. Yıllarca bir erkeği arzulamadım bile, değil dokunmak, el ele tutuşmak… Ama o neden beni anlamıyor?
Kocam arkadaşları ile her yaz buluşup kağıt oyunları oynar. Bir gece sürpriz yapıyorum. Başka bir şehirden, annemlerin evinden ayrılıp onun yanına geliveriyorum. Arkadaşları beni görünce şaşırıyor. Kocama dönüp, seni ne çok seven bir karın var, ne mutlu sana diyorlar. Haydi, briçi bırak da, seni seven karının yanına git. Ona herkesin arasında senin için geldim, diyorum. Kocama sen git, biz senin yerine devam ederiz, diyor kenardaki arkadaşları. Kocam bana gülümsüyor, hoş geldin, diyor. Fakat masadan kalkmıyor. Sen de burada otur, bizimle sohbet et. Oysa ben kimse ile sohbet etmek istemiyorum. İnsanlarla yüzeysel sohbetlerden fena halde sıkılıyorum. Kocamla kendime hiç olmazsa ara sıra ayrı bir dünya kurmak istiyorum. Sadece ikimizin olduğu. Eve tek başıma dönüyorum. Özenerek aldığım kırmızı geceliği giyip yatağa giriyorum. Onun gelmesini bekliyorum. Ara ara telefonla arıyorum. Daha oturuyoruz diyor, yarım saat sonra, bir saat sonra… Uyuyakalıyorum… Işığın yanması ile uyanıyorum. Saate bakıyorum. Sabaha karşı beş… Gözlerimi ovuşturuyorum. Bana sıkı sıkı sarılmasını bekliyorum. O ise yanıma geliyor, beni azarlar gibi, herkesin yanında ikimizi de komik duruma düşürdün, diyor. Küçük bir kız çocuğu gibi davranıyormuşum. Artık kırkına yaklaşmışım, genç kız değilmişim. Ona kendimi yirmi yaşında hissettiğimi söylüyorum. Bu defa daha çok kızıyor. Bu sözlerim onu korkutuyormuş. Evli bir kadınmışım. Kendime mukayyet olmalıymışım. Arkadaşları ile sohbet etmeye çok ihtiyacı varmış. Ama ben böyle şeyleri bilmiyormuşum. Zaten hiç arkadaş canlısı değilmişim. Başkalarının boş muhabbetleri beni sıkıyor. Haberlerden, televizyon dizilerinden konuşulan bir sohbeti ben ne yapayım? İhtirasların, umutların, hüzünlerin paylaşılmadığı bir sohbeti ne yapayım? Kimsenin kendisi olmadığı bir yerde benim ne işim var?
Beni hayatının merkezine koymuyor. Her şey devam etsin, hayat akmaya devam etsin, bir köşede de karım olsun, beni sevsin… Oysa ben sevdiğimde hayat dursun, isterim. Her şeyi bir yana bıraksın, bana gelsin isterim!
Beni haftalardır görmüyor. Neden benim özlediğim gibi özlemiyor, onu istediğim gibi o da beni istemiyor? Ona, ben başkalarını istemiyorum, seni istiyorum, diyorum. Fakat beni neden küçük görüyor? Tanrım, arzularımdan dolayı hep utanç mı duymak zorundayım?
Neden bana öyle bakıyorsun? Seninle göz göze gelmek beni neden böyle ürkütüyor? Ah, ömrümü hep böyle sana ve senin gibi erkeklere aşık olarak, onlarla gizli gizli buluşarak mı geçireceğim? Onlarla kafeteryaların, restoranların ıssız köşelerinde tanıdıklardan mı gizleneceğim? Gerçekleşmeyecek, hiç yaşanmayacak sevdaların peşinden koşacağım. Fakat her seferinde eteklerime hayal kırıklıklarının çamuru yapışacak. Her seferinde kendi gözümde daha da değersizleşeceğim. Sözüne güvenilmez, açgözlü, ne istediğini bilmeyen, değersiz bir kadın olup çıkacağım.
Hayır, utanmıyorum. Başka erkekleri arzulamış olmaktan utanç duymuyorum. Sana ve hayatıma giren sevgililerime yatak odamın kapılarını açmış olmaktan, kocam ile sırlarımızı paylaşmış olmak da utanç verici değil.
Fakat her şeyimi ortaya dökmem, onların karşısında çırılçıplak kalmam ne büyük saflık… Birine sır vermek ve karşılığında anlaşılacağını beklemek ne saflık…
Karşımdaki erkek beni sevdiğini söyler. Beni iltifatlara boğar. Oysa aç bir kurt kuzuyu ne kadar severse o kadar sever beni. İşi bittiğinde tiksinerek uzaklaşır benden. Sonunun böyle biteceğini bilirim ya yine de ona kur yaparım. Hayal kırıklığına uğrayacağımı bile bile…
Ertesi sabah bir eşleri olduğunu hatırlayıverirler. Durduk yere çocuklarından söz etmeye başlarlar. Üzerine basa basa ‘evde kızım bekliyor’ derler. Aman başıma musallat olma, demektedir bu aslında. Beni aklına estikçe aramaya sakın kalkma! Artık bana ihtiyacı yoktur. Var olmayan sevgisi buharlaşıp gitmiştir.
Otel odasında bembeyaz tavanları izlerken bulurum kendimi. Lavabonun musluğundan damlamakta olan suyun sesini duyarım. Pike bacaklarıma dolanır. Etrafıma bakarım. Beyaz çarşaflar dalga dalgadır. Her zamankinden uzun, engin görünürler gözüme. Bense ortasında tek başınayımdır. Hiç olmadığım kadar yalnız…
İşte sen de benimle konuşurken gülümsüyorsun. Aklından belki benim ahlaksızlık peşinde koşan, kendini bilmez bir hasta olduğumu geçiriyorsun. Ama sandığın gibi tehlikeli bir kadın değilim. Artık oyun bitti.
(Erkek) Ama neden? O büyük sevgiyi aramıyor musun? Sadakatsiz bir eş olup kendini suçlu hissetmekten mi korkuyorsun? İlişkimizin gelişip büyümesinden, ortaya çıkmasından mı endişeleniyorsun?
(Kadın) Sandığın gibi değil. Kocamın şayet senden haberi olursa benden boşanmak isteyeceği, bu yüzden seninle beraber olmadığım doğru değil. Onun beni arkadaşça sevdiğini, artık aramızda her şeyin bittiğini sanıyordum. Oysa öyle değilmiş. Beni aşktan daha büyük bir sevgi ile seviyor. Bir gün beni seninle konuşurken yakaladı. Mutfakta yemek yediğini sanıyordum. Kiminle konuştuğumu sordu, seninle birbirimize yazdığımız mesajları gördü. Bana bağırmasını, hakaret etmesini, kapıyı vurup evden gitmesini bekledim. Hiçbirini yapmadı. Bana sarıldı ve beni kaybetmek istemediğini söyledi. Seni bu duruma düşürmemeliydim, dedi. Beni kıskanmadı. Bana öfkelenmedi. Her şeyden çok benim mutluluğumu istediğini söyledi. Bana sevgi bedenlerimizde değildir, dedi. Aşk, tensel hazlardan ibaret değildir, dedi. Belki haklıdır. Bundan sonra benim onu anlamaya çalışmam gerek…
-(Erkek) Peki şimdi ne olacak? Öykümüz burada mı bitecek?
-(Kadın) Seni tanıdıkça kocamı tanımak için ne kadar az çaba sarf ettiğimi fark ettim. Senin bana ilgini gördükçe onun bana yaptıklarının ayrımına vardım. O beni her şeye rağmen seviyor. Beni bana rağmen seviyor. Sen hikayene tek başına devam et. Ben bir yazar değilim. Hayallerle yaşayamam. Yalnız gerçek ile avunabilirim.
-(Erkek) İzin ver ayrılmadan sana sarılayım, seni son kez öpeyim.
-(Kadın)Hoşça kal… Ama neden üzerimi örtmeye çalışıyorsun? Burası zaten sıcak! Lütfen artık git. Seni özleyeceğim. Fakat neden üşüyorum? Şu şalı tekrar uzatır mısın, sırtımı örtmek istiyorum.
edebiyathaber.net (25 Eylül 2022)