“Bugün daha iyi misin Süleyman Amca?”
Süleyman, yatak olarak kullandığı divanında yarı doğrulmuş bir halde yemek yerken kırışık, hummalı yüzünü çevirip altı torba torba olmuş gözleriyle küçük kıza baktı. Küçük kız divanın karşısındaki iskemlede büzülmüş tedirgin ve meraklı gözlerle etrafa bakınıyordu. Divanın yanında duran bulanık pencere odayı belli belirsiz aydınlatıyordu. Süleyman, kıza aldırmadan yemesine devam etti. Yarı karanlık, rutubetli odadaki bu yaşlı adamdan başka konuşacak kimsesi olmayan Ayşe bir kez daha şansını denedi.
“Biliyor musun Süleyman Amca, babam bugün dedi ki yine savaş çıkmış.”
Süleyman titreyen elleriyle tuttuğu kaşığını bırakıp hışımla ona döndü.
“Ne savaşı?” Ayşe dikkat çektiğine sevinerek:
“Aslında çıkalı çok olmuş ama ben babamdan yeni öğrendim.” dedi.
“Ne diye çıkmış savaş?” diye sordu Süleyman sinirle.
“Almanlar gemi vermiş bize. Bunu duyan diğer devletler de bize kızınca savaşa girmişiz.”
Süleyman yatağına uzanıp canını sıkan bu haberi düşünmeye çalışırken, “Doymuyorlar savaşa!Ah Selim…” dedi inler gibi.
“Bence canını sıkma Süleyman Amca. Belki savaşı kazanırız.”dedi Ayşe. “Hem belki köyüne de dönersin.” Süleyman kaşlarını çatıp ona döndü.
“Bana bak senin işin gücün yok mu? Hadi,yemeği verdin götür şimdi.” Ayşe’nin yüzü düştü. Boş tabakları alıp yukarı götürdü.
Ertesi gün annesinden aldığı öğle yemeğini getirirken somurtkan yüzü değişmemişti. Süleyman bir titreme nöbeti içindeyken Ayşe yemeği bırakıp dışarı çıkmaya hazırlanıyordu. O sırada: “Başka ne duydun savaş hakkında?” diye sordu Süleyman. Ayşe hızlıca geri dönüp iskemleye oturdu.
“Ruslar bizi yenmiş amca. Sonra, doğuda da hep yenilmişiz. Babam üzülerek anlatıyordu.”
“Ya… Babana sor bir ara. Selim diye bir subay olacak o savaşta. İşkodralı Selim.Onu vakti olursa bir araştırsın.”
“Selim senin oğlun muydu amca?”
“Evet. Sırplar bizi sürdüğünde İstanbul’da mektepteydi. O zamandan beri haber alamadım.”
“Sorarım amca. Ben kalkayım… Babam bir şey sorarsa yine gelir anlatırım.”
“Ne zaman bir haber alırsan gel Ayşe. Bir de babana söyle kirayı yakında vereceğim,” dedi. Süleyman’ın gözleri parıldamış, heyecanı onu yorgun düşürmüştü.
Ertesi akşam küçük kız, oynayacağı oyunun heyecanıyla, tek göz odalı eve girip iskemleye çöktü. Süleyman yarı baygın bir halde tavanı izliyor, nükseden hummasıyla cebelleşiyordu. Tedirgin bir halde, “Neyin var Süleyman Amca?” diye sordu Ayşe. “Boş ver beni. Selim’den haber var mı kızım?”
Ayşe’nin hevesi kursağında kalmıştı. Ona bu haliyle tüm gün planladıklarını anlatamazdı. Şimdi kelimeleri ağzında düğümlenmiş, ne diyeceğini bilemiyordu. “Söylesene kızım,” diye üsteledi Süleyman.”…İyi giden hiç mi bir şey yok?” Birden, kızın iri gözleri parladı.
“Var Süleyman amca. Balkanlarda yeni bir savaş başlattık biliyor musun? Gazetede okudum bugün.”
“Sen okuma yazma biliyor musun?” Ayşe bir an duraksadı.
“Tabii… Babam her akşam beni çalıştırır. Bence Selim oradadır. Babam da araştırıyor kesin buluruz onu.” Süleyman yatağından doğrulur gibi oldu. Yıllardan beri belki ilk kez gülümsüyordu.
“Başka neler olmuş Ayşe anlat, Osmanlı nasıl savaşıyor?”
“Her şey güzel gidiyor amca. Kaybettiğimiz çoğu yeri geri almışız. Birkaç yerde sorun olsa da babam bu sene savaş biter diyor.”
“Hay yaşa sen Ayşe. Desene Osmanlı eski Osmanlı değil.”
“Almanlar çok değiştirmiş Osmanlıyı amca. Bundan sonra sırtımız yere gelmezmiş.”
“Allah bin kere razı olsun Almanlardan. Hadi sen evine dön Ayşe. Ben iyiyim. Sen bana hep böyle haberler getir ben daha iyi olurum kızım.” dedi Süleyman hırıltılı nefesiyle durmadan solurken.
Ayşe her öğlen ve akşam odaya geliyor, cepheden duyduğu haberleri Süleyman’a anlatıyordu. Süleyman’ın biricik yaşam amacı Selim’in geleceği günü beklemek olmuştu. Ayşe’nin haberleri ile ölüme direniyor, tüm gün köyünü ve Selim’i düşünüyordu. Fakat yılların yorduğu bedeni günden güne eriyordu. Kimi zaman Ayşe, onu Selim’le ya da başka biriyle konuşurken buluyordu. Bazense, hiçbir neden yokken sinirleniyor, küfürler etmeye başlıyor ve Ayşe’yi kovuyordu. Savaş tüm yıkıcılığıyla devam ederken ve Ayşe büyürken oyun oynamayı bıraktı. Artık bütün amacı Süleyman’ı yaşatmak olmuştu. Onun günden güne solan yüzüne, titreyen vücuduna, durmaksızın devam eden öksürüklerine aldırmadan savaş hakkında haberler veriyordu.
Gemiler boğaza demirlendiğinde, askerler törenlerle sokaklarda yürüdüğünde Süleyman hala bekliyordu. “Bu sesler de ne?”diye sordu Süleyman yarı aralık gözlerinin altından. Pencere yıllar içinde daha bir bulanıklaşmış, oda iyice karanlığa gömülmüştü. Boğucu sıcağın yaydığı rutubet odayı kaplamışken yaşlı adamın yanında başına geçirdiği beyaz tülün altından Kuran okuyan genç kız metanetli bir sesle, “Ordumuzun zafer kutlamaları amca.” dedi.
“Selim ne zaman gelecek?”
“Yakında burada olur.”
Selman Sevtekin kimdir?
20 Mayıs 1998’de İstanbul’da doğdu. 2016 yılında Şehremini Anadolu Lisesinden mezun olduktan sonra 2017 yılında Trakya Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesini kazandı. Hâlen burada öğrenimimine devam etmekte olup çeşitli dergilere de öyküler göndermektedir.
edebiyathaber.net (29 Ekim 2019)