Akademisyenlerin kullandığı asansörün gelmesini bekliyorum. Çok geçmeden kapı açıldı, kalabalığın arasından Feyyaz Hoca sıyrıldı ve “beni takip et” dedi. Peşine düştüm merakla. Kısa boyuna rağmen hızlı yürüyor. Okulu geride bıraktık, çarşıya yöneldik. “Hocam nereye gidiyoruz?” “Takip et dedim ya gerisine karışma.” Gergin ve kararlı görünüyor. Nereye gittiğimize dair hiçbir fikrim yok. Şehrin biraz dışındaki otobüs terminaline kadar yürüdük. Bir firmadan iki bilet aldı, seyahat edeceğiz anlaşılan. Biraz bekledikten sonra şehirlerarası çalışan bir dolmuşa bindik. Nereye gittiğimiz mühim değil artık, Hoca’nın peşine düştük bir kere.
Kısa bir yolculuktan sonra küçük bir şehire vardık. Şehir kasaba gibi, küçük gelişmemiş bir yer. Burada insanların yaşadığına inanmak zor. Evler, yollar, ağaçlar, etrafta görünen her şey tuhaf. Bir zamanlar daha canlıymış da sonradan silikleşmiş gibi. Grinin tonları hâkim. Ağzım açık sağa sola bakıyorum. Çevrede kimsecikler yok. Yürümeye devam ediyoruz. Önümüzde biraz uzakta kayalık bir dağa doğru. Biz yaklaştıkça dağ uzaklaşıyor. Bizden kaçıyor sanki gelmeyin der gibi. Görkemli, doruğu bulutlarla kaplı bir dağ bu. Bir süre daha gittikten sonra üstü naylonlarla kapatılarak yağmurdan kardan korunmaya çalışılmış derme çatma bir yere varıyoruz.
Dağın yarı yerine kurulmuş alt tarafı uçurum üst tarafı kayalık bir yer burası. Aşağıya baktığımda kibrit kutusu gibi evler görüyorum. Kim bilir neler yaşanıyordur o evlerde diye düşünüyorum. Tahta masalara buyur ediyorlar, ilerleyerek bir yere oturuyorum. Burada insanlar var ama garip görünüyorlar. Arkama baktığımda Feyyaz Hoca’yı göremiyorum, ne zaman öne geçtim, o nereye kayboldu bilmiyorum. Oturacak yerler doluyor, birçok insan geliyor ve hoş beş ederek sofraya oturuyorlar. Biraz sonra söze başlıyor birisi. Ezberden konuşuyor gibi. Hemen yanındaki adam bir yerlerden tanıdık geliyor ama çıkaramıyorum. Belli belirsiz gülümsüyormuş gibi geliyor bana. Ya da ben mi öyle zannediyorum, bilemiyorum.
“Sen bizim profesörün öğrencisi olmalısın. Onun geçmişini bilmezsiniz, tanımazsınız, buralıdır. Zamanında şehrimizin en çalışkan öğrencisiydi. En iyi okullarda okudu, en kaliteli üniversiteyi başarıyla bitirdi, akademik kariyer yaptı ve profesör oldu. Ailesi yoksuldu bizim buranın zengini bir adam arka çıktı, okuttu, bütün masraflarını karşıladı. O ne yaptı dersen, demesen daha iyi ama söyleyeyim. Kendisini okutan adamın ayaklarına sıktı. Bahanesi de ne biliyor musun? Zengin adam karşıt görüştenmiş! Düşünebiliyor musun? Kendisine gelecek veren adama silah doğrulttu. Allah’tan sadece ayaklarına sıkmış. Öldürse ne olacaktı. Yazık değil miydi adama. Fakirin fukaranın elinden tutan, öğrencileri okutan, hastalara deva olan adamı sen tut vur. Kabul edilebilir mi böyle bir şey? Adam yine de affetti biliyor musun? O bizim gururumuz dedi, etmiş bir cahillik, şimdi ona karşılık mı verelim dedi. İstese onu bir gecede yok ederdi ama baba adam böyle oluyor işte. Affetti. Arada bir senin gibi öğrenciler getirir, bizi toplar, anlattırır. Aranızda ne geçti bilmiyorum ama böyle bir huyu var. Neyi ispata çalıştığını kimse anlamıyor. Kötü adam değildir ya garip huyları da yok değil hani.”
Afalladım. Ben nereye geldim böyle. Feyyaz Hoca beni buraya getirdi ama kendisi ortada yok. Adamın dedikleri doğru olabilir mi acaba? Olabilir tabii, buralıymış, adamlar geçmişini biliyor. Neyi ispata çalışıyor? Derste küçük bir tartışma çıkmıştı, tartışma da değil aslında, ben Hoca’nın tezine itiraz etmiştim. Çıkışta bekle beni demişti. Ciddiye alınacak bir konu değildi, niye işi büyüttü bilmiyorum. Hoca bütün görüşlere saygılı bir insandır ama beni niye kafasına taktı ki! Zengin adama yaptığını bana da mı yapacak yoksa? Yok, canım eskidenmiş o, şimdi öyle şeyler olmaz. Hoca öğrencisini kurşunlayacak, mümkün değil. Ne saçma şeyler düşünüyorum. Beni peşine takıp buraya kadar sürüklemesine ne demeli o zaman. Bilmiyorum, bilecek durumda değilim, Hoca açıklamalı sebebini ama ortada yok! Sevdiğim, saygı duyduğum bir Hoca hâlbuki. Derslerine aktif katılırım, bana bakarak konuşur, hatta sorular sormamı bekler. Fakülteyi keyifli hâle getiren Hoca’nın dersleridir. Kitap tavsiye eder, hemen edinirim. Neredeyse birebir ders işleriz. Of, nasıl bir hâl bu yahu!
Karnım acıktı, ne getirecekler acaba derken dumanı tüten menemen geldi. Bir sele de ekmek. Menemenin de anlamı var zahir. Hoca bu yemeği çok sevdiğini birkaç kez söylemişti. Bana da ısmarlıyor, al sana manalı bir adım daha. Kimse konuşmuyor, önüne bakıyor sadece. Bana izahat veren adam da suskun. Yanındaki ağzını açıp bir şeyler diyecek sanki ama kararsız. Ekmeğimi sunak yapıp menemene bandım. Kaşarlı, çok lezzetli, yanında çay da olsaydı değme keyfime. Ne keyfi yahu, keyif yapacak ortam mı var? İlginç bir yer burası, yemeğimi yerken ara sıra aşağıya bakıp şaşırıyorum. Dengeyi kaybedip aşağı düşsem parça parça toplarlar bedenimi. Yoksa yardan aşağı atacaklar mı beni. Birden yüreğim ağzıma geliyor ama belli etmiyorum. İnsanların yüzleri donuk, hissiz, robot gibiler. Konuşan adamın yanındaki belli belirsiz gülümsüyor, anlam veremedim. Hoca gelmezse yalnız dönerim. Dönebileceğim de şüpheli ya. Hem tedirginim hem de rahatım, iki duyguyu bir arada yaşıyorum. Karnımı doyurayım hele bakarım gerisine açlık ağır bastı. Ha bire sunak yapıp banıyorum menemene, iştahla yiyorum…
Lokmamı çiğnerken gözlerimi açtım. Çiğnediğim lokma değil gece plağıymış üst damağımdan çıkan. Silikondan işe yaradığı da yok ya. Öğürdüm, hemen çıkardım plağı. Ağzımda kötü bir tat var, ne olduğunu kestiremedim. Terlemişim. Ne biçim rüya bu yahu. Fakülteden sevdiğim Hocam son zamanlarda rüyalarımda sahne almaya alıştı. Hoşuna gidiyor olmalı. Başka rüyalarımda da köyüme davet ediyorum, bazen geliyor, bazen reddediyor, meşgulüm diyor, hanım izin vermez diyor. Geldiği zamanlar da kitap okuyoruz. Sessiz sedasız geçiyor rüyalar. Hoca’yı ağırlamaktan haz duyuyorum, bunu inkâr edemem. Bir tür umutsuzluk hâkim bu rüyalara, çaresizlik de diyebilirim. Ortada endişe verici bir durum yok ama benim düşüncem bu. Niye böyle rüyalar görüyorum bilemiyorum. Daha unuttuğum birçok rüya var. Bir iki yıl önce bayramda aramış hâlini hatırını sormuştum, “iyiyim, emekliliğin tadını çıkarıyorum” demişti. Memleket ahvâlinden, kültürden, edebiyattan bahsetmiştik. Bir şeyler karaladığımı, sürekli okuduğumu söylemiştim. Beni yüreklendirmiş ama yazdığın şeyleri yayımlatacak mecra bulamayabilirsin demişti. Sorun olmayacağını, artık tek uğraşımın yazmak olduğunu, kitap boyutuna gelirse verip üç beş kuruş yayımlatacağımı ifade etmiştim. İyi dileklerle telefonu kapatmıştık. Yine aramamı mı bekliyor acaba, yoksa sağlığı mı bozuk. Birkaç güne ararım üzerimde çok emeği var.
Beş altı yıl önce de buna benzer rüyalar görmüştüm. Fakülteden çok sevdiğim bir arkadaşım rüyalarıma musallat olmuştu. Haftada birkaç kez rüyalarımı ziyaret ediyor, boş geçmiyordu. Nedenini düşünürken, özlemden olabilir, ararsam belki yakamı bırakır dedim. Telefonumun rehberini taradım numarası yok. Ne yapmalı derken uzun zamandır görüşmediğim ortak bir arkadaşımızı aradım. Havadan sudan konuşurken rüyalarımın baş aktörünün telefonunu istedim. Haytaya bak demiştir eminim, beni aramasının sebebi telefon numarası almak içinmiş, yoksa niye arasın. Haklı tabii onu aramak değildi ki niyetim. Her neyse. Rüyalarımın aktörünü aradım, hoş beş altı boş. Epeyce sohbet ettikten sonra sadede geldim. “Yahu dedim, arkadaşım, ruhumu pardon rüyalarımı kurtarmak için aradım seni. Destursuz dalıyorsun rüyalarıma beni rahat bırakmıyorsun. Biz eski arkadaşız, tamam anlıyorum, özlemden olabilir, paylaşımlarımız olmuştur, birbirimizi hiç kırmadık, üzmedik ama olmuyor ki canım! Rüyalarımın tek konusu sen olamazsın. Belki başka şeyler de görmek istiyorumdur. Hem ben de senin gibi evli bir adamım, ismini falan sayıklarım rüyamda, sayıklamayı yanlış anlama, hitap ederken zikrederim, Allah korusun, yanlış anlaşılır. Karım zaten pimpiriklinin biri. Beni sevmiyorsun, ilgilenmiyorsun, varsa yoksa rüyaların ve kitapların diyor. Anlatabildim mi?”
Arkadaşım anlayışla karşıladı sağ olsun, o da beni soruyormuş diğer ortak arkadaşlara, ne yapıyor, durumu nasıl diye merak ediyormuş. Tabii telefonun ucundaki beni arayıp da nasılsın, hâlin nicedir demekten imtina ediyor, ya da üşeniyor ne bileyim, insanlar böyle işte. Hâlbuki beş dakikasını alır benimle konuşmak, bu kadar hukukumuz varken niye bu tembellik. İnsanların birbirlerini aramaya ya da arandıkları zaman cevap vermeye karşı üşengeçlikleri var, gözlemliyorum bunu. Arayan bir şey isteyecek diye de ödleri patlıyor, farkındayım. İletişim imkânları geliştikçe iletişimsizlik had safhaya vardı. Eskiden daha samimiydi ilişkiler. Ya da biz öyle mi zannediyorduk. Neyse biz işimize bakalım, şimdi sosyolojik tespit yapacak yer değil burası. O gün bugündür arkadaşım rüyalarıma adımını atmadı. Ha yine de bir kez olsun aramadı ya o da başka bir şey. Canı sağ olsun, hayırsızın…
Sağa sola dönüp duruyorum. Kalkmama bir saatten fazla var, biraz daha uyusam iyi olur. Aksi hâlde işyerinde çenem kağşıyor esnemekten. Sabaha kadar ne yapıyor bu herif diye düşünürler arkadaşlar haklı olarak.
Oğlan üç dört kere öksürdü. Hanımla göz göze geldik ansızın. Tetikte yatar hep en küçük bir seste uyanır. Üst solunum yolları enfeksiyonu olmuş, doktor antibiyotik yazdı ama içmiyor. Acı diyor başka bir şey demiyor. Ne diller döküyoruz ama nafile. Akşam dozunu uyurken ağzının kenarından şırınga ile yavaşça sıkıyoruz. Sabah dozunu vermenin mümkünü yok. Günde bir dozla iyileşecek mi acaba!
Rüyamı düşündüm ister istemez. Unutmadan yazarsam iyi olur. Nasıl yorumlamak lazım bilmiyorum. Rüyaların anlamları olduğuna inanmam ama bahsettiğim arkadaşımla görüştükten sonra rüyalarımı rahat bırakması şaşırtıcıydı. Özlemlerimizi bir şekilde giderirsek, rüyalarımız rayına oturuyor diye düşünüyorum. Bir çeşit sağaltım gibi. Rüyalarımıza giren şeylerin üzerine gidip yüzleşirsek sorunu büyük ölçüde hâlledebileceğimizi varsayabiliriz. Rahatladım, bu bir sorunsa eğer ki öyle görünüyor, çözebilirim. Ararım Hocamı hâlini hatırını sorar, okuduklarımdan bahsederim, o da birkaç kelam eder kapatırız telefonu.
Dakikalar ilerliyor, yeniden uykum gelir gibi oluyor. Gözlerimi kapatıyorum, dalacak gibi olurken tekrar açıyorum. Tuvalete kalkıyorum. Tekrar yatıyorum. Telefonumu alıp rüyamı yazsaydım. Olurdu ama yapmıyorum. Hanım fark eder ve çıkışır. Yatakta bile ayrılamıyorsun şu meretten der. Kendi elinden düşürmeyince sorun olmaz ama bana gelince sokranır durur. Neyse düşünerek unutmayı engelleyebilirim şimdilik. Fırsatını bulunca da yazarım.
Zihnin en berrak olduğu ve rüya sahnelerinin beynin kıvrımlarında kaybolmadan kayıtta tutulduğu saatler yataktan kalkmadan hemen önceki zaman. Değerlendirmeliyim şu anları. Günün hayhuyu unutmama sebep oluyor. Kalkmam gerekir ama kalkamıyorum. Rüyamı düşünmenin de bir zevki var, bilinçaltıma bakıyorum, irdeliyorum.
O yana dön bu yana dön kalkma saati geldi nihayet. Kalktım, çaydanlığı ve haşlamak üzere iki yumurtayı ocağa koydum. Rüyanın etkisindeyim hâlâ. Telefonu karıştırırken dün bir arkadaşla olan diyaloğum geldi aklıma. “Senin kafa hiç değişmeyecek ama dünya değişiyor, etrafına bak biraz değiştir artık bu fikirleri” mealinde şeyler söyledi. Sabit fikirliymişim de benimle anlaşmak zormuş da. Yahu dedim sabit fikir falan değil bizimki. Biz bir duruş sergilemeye çalışıyoruz sadece. İlkelerimiz var kendimize göre, kapılıp gitmemeye çalışıyoruz hayatın olağan akışına. Feyyaz Hoca ile olan maceramızı da bu çerçevede değerlendirebilir miyim? Masum bir itirazın sonunu nerelere vardırdı. Rüyada da olsa örtülü bir tehdide maruz kaldım. Aradan epeyce bir zaman geçtiği hâlde bu minvalde rüya görmek tuhaf doğrusu.
Kahvaltılıkları buzdolabından çıkardım, çayı demledim. Yumurtaları ocaktan aldım, çeşmenin altına tuttum, soğuyunca soydum, kahvaltı tabağına koydum. Sekize bölüp, tuz, pul biber ektim. Zeytin, peynir, tereyağı aldım tabağa. Çaydanlıktaki su da kaynayınca bir bardak dumanı tüten çay doldurdum. Rüyamda aradığım çay bu işte. Çaysız menemen mi olurmuş! Ekmeğin ucundan bölerek yavaş yavaş çiğnemeye ve düşünmeye başlıyordum ki telefon geldi aklıma. Şarjdan çektim ve rutin baktığım sitelere göz gezdirmeye başladım. Kahvaltımı yaparken gündeme, sosyal medyaya ve rüya tabirlerine bakıyorum. Hanım geldi uykulu hâlde. “Su istiyor seninki” dedi. Şöyle bir süzdü beni. “Bana da yumurta haşladın mı, biber falan da çıkarsaydın” dedi ve yarım bardak suyla gitti.
Ne tuhaf! Elin oğlu kadınlarla ilgili, hoş, şehevi şeyler görür rüyasında, bir de bize bak. Fakültedeki Hocamın, okul arkadaşımın baş aktör olduğu acayip şeyler görüyorum rüyamda. Tabii bunda kendi âlemimde yaşayıp gitmemin, büyük payı vardır, inkâr etmiyorum. Hanım zaten sık sık tekrarlar durur. “Sen niye evlendin ki, fikirlerin, rüyaların ve kitapların sana yeterdi” der. “Bunu sitem olarak anlama, senden memnunum ama gerçek bu” der. Sükût ederim, haklı olduğu için bir şey söylemem. İçimden geçenleri açıklasam, söze döksem ben bile inanamam. Bende benden başka bir ben daha var ki hiç anlamış değilim onu.
Kahvaltımı yaptıktan sonra buzdolabında kıl biber ve domates çıkardım, güzelce yıkadım. Domatesleri gelişigüzel doğradım. İkisine de ayrı tabak çıkararak masaya koydum. İşe gitmek için hazırlandım, oğlana baktım, yüzüne eğildim kokladım ve evden çıktım. Otobüs durağına giderken yine rüyamı düşünüyordum. Ansızın durakladım, adımlarımı yavaşlattım, işte yine bir çıkarım daha. Feyyaz Hoca’nın şehrinde lokantada söz alan adamın yanında oturan ve ara sıra yüzüme bakan kişi, rüyalarımı rahat bırakmayan şu hayırsız arkadaşım değil miydi? Tabii ya, nasıl da tanıyamadım. Kafam Hocam ve bulunduğum ortam ile meşgulken kaçırdım bunu. Şimdi netleşiyor. Vay hınzır vay bir yolunu bulup yine rüyalarıma sızdı ya, ne dersin şuna. Düşündükçe daha neler çıkacak kim bilir? Yürümeye, adımlarımı hızlandırmaya başladım ki, acı bir veryansınla kendime geldim.
“Önüne baksana ya, gözün kör mü, sapık mıdır nedir!”
Kadının tepesine çıkıyordum az kalsın. Özür dileyerek hızla uzaklaşmaya çalışıyordum ki:
“Boşuna sapık çoğaldı demiyorlar, gece gündüz nedir bu kadınların çektikleri, sokağa da mı çıkmayalım, çalışmayalım mı, nasıl bir toplum olduk, adam gündüz gözüne üstüme çıkacaktı az kalsın, polis yok mu, poliiis!…”
Arkama bakmadan topukları yağladım. Bir sonraki durağa ulaştım. Soluğumu toplayamadan otobüs geldi, bindim. İnsanların yüzlerine bakıyorum. Dünyalarından bezmiş gibi hâlleri var. Sabahın köründe işe gitmek kolay değil tabii. Sıcak yatakta uyumak varken yollara düşmek başlı başına bunalım sebebi. Yüzler soluk, suratlar asık, ruhlar kararmış. Dağdaki lokantada oturan insanlara benziyorlar. Bu benzerliklerin sonu nereye varacak merak ediyorum. Yaşamımızın aynası rüyalar mı?
Otobüs kurumun önünde durdu, kendimi kaldırıma attım. Geç kalmış olmaktan endişelenirken oda arkadaşım kapıdan çıktı, elinde dosyalarla “yahu üstadım nerede kaldın, kuruma girmene gerek yok, ben müdüre söyledim, haydi gidiyoruz.” dedi. “Nereye gidiyoruz yahu sabah sabah acelemiz ne?” “Sen nereye gittiğimizi bırak, öğleye meşhur Çakallı Menemeni yiyeceğiz, gerisi mühim değil.” Bu adam da hep midesini düşünür, neden bu kadar istekli olduğu belli oldu. “Neeee menemen mi?” Yine başladık işte.
edebiyathaber.net (7 Kasım 2023)