Mutfaktaki çaydanlığın ıslığı yerleşiyor sofraya. Hindiyle bakışıyorum bir yandan. Ellerini arıyorum. İnatla gamzelerini saklıyorsun. Masanın altına eğilip bakıyorum; ellerin yok… Yapamam ki ben, ellerin olmadan. Dert etme, der gibi bakıyorsun, bir sisin içinden. “Herkes biraz eksik, öğreneceksin,” diyorsun usulca.
İçimden ne düşünsem, duyup cevaplıyorsun beni…
İncecik bir buğu geziniyor göz bebeklerinde. Elektrik kesiliyor; olacak şey mi şimdi bu! Karanlıkta kalıyoruz…
Hırıltılı sesini duymaya başlıyorum. “Yaşlandın mı yoksa,” diyorum. “Olur mu, yeni başlıyorum yaşamaya,” diyorsun. İnanmak istiyorum sana… Ellerin geliyor, konuyor birden omzuma. Kuş oluyor ellerin işte, onlarsız yapamam diye tekrarlıyorum içimden.
Karanlık, gözlerime batıyor. Mum vardı şurda bir yerde. Duymuyorsun. Masadan kalkıyorum. Dokunarak eşyalara, el yordamı bulmayı başarıyorum mumu. Çakmağının sesini duyuyorum. Duvardan yansıyan gölgemi takip ediyorum mum ışığında. Yeniden oturuyorum. Islık bile kalkıp gitmiş. Bir tek hindi aramızda. Soruyorum: “Soğudu, severdin; yemeyecek misin?”
Tatlı bir fiyonk dudaklarında: “Yiyemem ki!” Duymazlıktan geliyorum…
“Aşık Veysel’i dinleyelim mi, eskiden olduğu gibi? Gerekli mi aydınlık, hadi!”
Ellerinin incecik kanatları, alkışlıyor gibi birbirine dokunuyor.
“Veysel, başında şapkası ve kapalı gözleri ile gelir belki yeniden. Olmaz mı söylesene, bir kez daha! Biliyorum, isimsiz kalmalı rüyalar. Ama o gelişi, niye hep bir gidişe yordum ki ben?”
O gecenin sabahında, öyle sarsılmıştım ki anlattıklarından. Günlerce etkisinden çıkamamıştım rüyanın! Bu gizemi açıklamak zor ama aynı rüyadan geçmiştik sanki.
Omzuna usulca dokunmuş ya Veysel Baba: “Ben geldim evlat,” derken.
Nasıl hitap edeceğini düşünüp, “Sen, gönül dostu de bana. Ama önce bir kağıt getir de, diyeceklerimi yazayım sana,” dediğinde, fırlamışsın kağıt bulmak için yerinden. Ama aklında, görmeyen gözleriyle nasıl yazacağı sorusu varmış. Kağıt aramaya devam etmişsin bir yandan da odada. Olması gereken yerde değil ki kağıt. Hiç bir yerde yok! İçinden bir ses yanıtlamış: “Gönül gözüyle yazacak Veysel,”
Omzuma bir öpücük konduruyorsun o sabah. Arkamdan sarılırken, “İnsan rüyadayken, asla rüyada olduğunu anlayamıyor,” diye fısıldıyorsun. Sarmaş dolaş oluyoruz. Güneşin ilk ışığı odaya doluyor. Sabah kuşlarının sesini duyuyoruz. Anlatmaya başlıyorsun rüyanı, yüzünde bambaşka bir huzur var. Sabah kuşlarına karışıyor sesin. Doyamıyorum ki…
Ellerin geliyor, konuyor birden omzuma. Gölgenin içinde kanatlar. Soğumuş hindiyi sofradan kaldırıyorum.
edebiyathaber.net (16 Eylül 2021)