Ben bir kere saçlarımı boyadım. Yirmi beşimdeydim. Ergenliğimi yaşamamıştım. Millet manita yaptı ayrıldı bir daha yaptı bir daha ayrıldı. Ben hiçbir şey yaşamadım. İnterneti açtım baktım. Okudum inceledim, ince elekten geçirdim. Özetle “tarz yarat” diyordu yaşam koçu. Elde avuçta para yok, cep delik cepken delik nasıl tarz yapayım? Japon pazarından alınma duvar aynasının karşısına geçtim düşünüyorum. “Tarz yarat. Kızlar tarzı olan erkekleri sever.” Pembe logolu internet bloğunda böyle yazıyor. Bir ışık çaktı. Banliyödeki evimizin önünden geçen hafriyat kamyonunun uzunlarıymış meğer, yanıp yanıp sönüyor aynada. Sarı renkli dorsesiyle köşeden geçti gitti araç. Zihnimin köşesine de bir tohum ekti tabii. Ulan dedim saçlarımı sarıya boyatacağım. Ablamdan görmüştüm. Süpermarkette bir paket sigara fiyatına satılıyor boyalar. İçim bir hoş oldu o anda. Bir paket sigara bir kutu da boya. Aldım geldim eve. Öyle kolay da değil hani. Sürmesi kurutması epey bir uğraş. Civciv sarısı da bir renk seçmişim ki o da ne? Japon pazarı aynasının sırları döküldü dökülecek fiyakamdan. Hiç yapmam, gittim üzerime turuncu renkli bir tişört aldım halk pazarından. Altıma taşlama kot yine ucuzundan, gözüme siyah gözlük, elime de kehribar tespih. Beni görünler tanıyamaz, o derece. Daha sokağa çıkıp piyasa yapmadım ki annem geldi eve. Pazardan öteberi almış. Poşetleri fırlattı yere. Ciğeri yanmış gibi çığırdı. “Oğlum bu ne?” Hadi ayıkla pirincin taşını. Gittim bir daha baktım aynaya. Bu sarı biraz cırtlak mı olmuş ne? Kafam insan kafası değil de sanki civciv kıçı gibi. Ah tüh vah ne yapacağızlar…
Üniversite bitti, üç yıldır işsizim. Hiç görüşmediğimiz akrabaları bile arayıp torpil için araya adamlar soktuk ama yok gözünü sevdiğimin memleketinde bize göre bir iş. Hikâye de bu ya. “Oğlum,” dedi annem. “Baban görürse gebertir seni, tam da iş bulduğu gün hem de.” Ah tüh vahlar. Babamın çalıştığı ofise gelen kalantor müşterilerden biri kaymakamın yakın arkadaşıymış. Babam çok ricacı olunca tamam demiş adam. “Ben biraz yıkama yağlama yaparım, alttan girer üstten çıkarım ikna ederim onu. Eşek değil ya koskoca üniversite mezunu çocuk, en kötü kendi özel kalemine alsın senin oğlanı.” Babam da akşam gelip sürpriz yapacak bana. Saat olmuş yedi, servis birazdan yanaşır binanın önüne. Ne yapsak ne etsek dedik. Fellik fellik olduk. İlk aklan geleni yaptım ama nafile. Banyoya girdim bir kalıp sabunu yedirdim saçlara ama yok bana mısın demiyor. Kafayı sirkeli suya mı yatırsak limon suyuyla mı yıkasak nedir bunu çaresi, dönüp dolaşıyoruz evin içinde. Sonra o pembe logolu internet bloğu geldi aklıma. Aradım taradım, meğer bunun da bir ilacı varmış. Saç boyasını çıkaran bir ilaç. Öyle kolay da bulunmuyor. Yalnızca eczanelerde. Yeni taşındığımız banliyöde var bir eczane. Temel Eczanesi. Ama o da ne? Kapalı. Nöbetçi eczane nerde, şurada. Koştura koştura git, dolmuşa bin, öbür banliyöye geç, aksıranların tıksıranların arasına sıraya gir, kredi kartıyla ilacı al. Halbuki o kadar koşturmaya da gerek yokmuş. Kendi ilacı bile bir hafta on günde ancak çıkarıyor boyayı saçtan. Babam eve geldi önce bir şok, şaka falan sanıyor. Sonra “el mecbur tamam” dedi. “Yapacak bir şey yok. O kadar dil döktük şimdi sen gitmesen olmaz yanına. Hem gidince direk işe alacak değil ya. Önce bir tanış konuş. Hem söylersin bir kaza oldu ilacını aldım bir haftaya çıkacak dersin.” Sonra “hallet işte daaa” dedi keyifli keyifli daaları uzatarak. Babam bir anda oldu Karadeniz uşağı. Akıl alacak iş değil, bu işte bir terslik var. Bizim pederin beni falakaya yatırması lazım normalde. O işin de aslı çıktı ortaya. Babam kredi işlerine bulaşmış. Faturalar, yeme içme, dıdısı bıdısı, baktı yetmiyor, geçinemiyoruz. 60 ay vadeyle bankadan kredi çekmiş. “Öderim ben bunu yaa,” diyor. Bir anda liseli ergen oldu babam. “Nolacak yaaa,” diyor. Yüzünde aptal bir gülümse. Çayı höpürdetiyor. Sigarasını aldı balkona geçti. Oh, püfür püfür. Biz de şöyle evin içinde, balkonda, mutfakta içsek ya şu mereti. Nasıl da canım çekiyor öyle anlarda. Ikına sıkıla baba, dedim. Ben yarın gider konuşurum sen hiç merak etme. Neydi bu adamın adı? Albayrak Dursun’muş bizim kaymakamın adı. Çok yaman herifmiş, öyle duymuş babam. El mi yaman bey mi yaman görürüz dedim ben de. Bir bok yapacağımdan değil de öyle laf olsun diye işte. Sonra yatağa girdim kara kara düşünüyorum. Dön bu yana dön o yana. Hele bir sabah olsun bakarız çaresine deyince daldım uykuya. Sabah bir uyandım aynı karabasan. Yüzümü yıkadığım aynada başka bir adam. Şimdi otobüse binmesi var. Kaymakamlığa gitmesi var, hele bir de tanıdık görürse! Sektirmeden her hafta Cuma mesajı gönderen dayılara denk gelirsek iyice yandık. Sonra efenim deli cesareti mi derler ne derler, bir güç bir kuvvet kendimi evden bir attım ki Kaymakamın kaleminin önündeyim. Kimsin, necisin, randevun var mı sorgularını atlatınca iç odaya geldim. Kapının aralığından gösterişli siyah koltuğunda define avcısı gibi oturan bir adam gördüm. Kocaman bir kafa, ortadan bir yol açılmış gidiyor. Kelin böylesini de hiç görmedim. Dirseklerini masaya dayamış bir şeylere sıkıca tutunuyormuş gibi bir hava veriyor kendine. Kapıya iki tık yaptım. Karambole daldım içeri. Geceleri izlediğim Bunuel filmlerinin etkisinden midir yoksa burada başka bir dalga mı var anlayamadım. Pencerenin önündeki peteğin musluk kısmına iple bağlı bir eşek duruyor. Yanındaki koltukta siyah jartiyerli iki farklı kadın. Bir sahnenin çekimi gibi bacaklarını indirip indirip kaldırıyorlar. Orta Anadolu köylüsü tipli gençten bir adam. Beyaz bir önlük var üzerinde, bir yerlerden uydurmuş sanki. Elinde gümüş bir tepsi, parmak ucunda çevirip döndürüyor. “Gel kardeşim gel otur şöyle,” diyor kaymakam. İki kadının arasında bana yer gösteriyor. Bir ara saçlarıma baktı Albayrak Dursun Bey, sonra söylemekten caymış gibi dudaklarını kenetledi. Odadakiler sustu, konuşmamı bekliyor. Ne ayaksınız lan siz ne oluyor lan burada, aman Allah’ım bu cümleler benim ağzımdan mı çıktı? Belki de çıkmadı. Pencerenin camına bir taş attılar. Belki de atmadılar. Dursun Albayrak Bey çıktı, baktı, ana avrat düz gitti. Sonra bana döndü “bak kardeşim” dedi. “Bunların hepsi bana iş için gelenler, bak şu çocuk Suat, eşeğini de almış gelmiş tarladan, buraya bağladık. Şu kadınlar o özel işi yapıyorlar affedersin, baya da kazanıyorlar, kazançlarını vergilendirmek istiyorlar, en doğal hakları tabii, vatandaşlık görevi, biz de onlarla oturmuş sohbet ediyorduk işte. Ehü ehü ehü şeklinde bir gülme Dursun’dan. Bey Dursun Albayrak. Efenim dedim bendeniz de Harun Kayapınar, bir maruzatım vardı efendim dedim. Zatıalileriniz uygun görürse ben de şuraya bir yere eklemlenmek istiyorum. Yani haşmetmeablarının gönlü olursa tabii. Her işi yaparım. Bulaşık yıkarım, yerleri süpürürüm. Getir götür yaparım. Ne iş olursa çalışırım ağbi, pardon hocam hatlar karıştı, ne diyorum lan ben derken tahmin ettiğiniz gibi annem girdi içeri. Perdeyi şırrak diye bir çekti ki sabah güneşinin en kavurucusu vurdu yüzüme. “Harun kalk. Kalk annem.” Zaten senin neyine Bunuel filmleri Harun dedi iç sesim. İç ses dış sese dönüştü sonra. Off ya saçlar! Ne olacak şimdi? Annem babamla konuşmuş gece. “Harun istemiyorsa gitmesin, siktir etsin,” demiş babam. Hem de canı gönülden demiş bunu. Sofraya bir oturduk, annemim yüzünde de gülücükler bir mutlu haller. Ne oldu anne dedim. “Hiç ya,” dedi, Anneme de geçmiş babamdaki ergenlik. Babam çektiği kredinin hepsiyle dolar almış, gece bir açıklama, şak, dolar ikiye katlanmış. Annem çayı bardağıma doldurdu, taşırdı, umurunda değil. Koridora Japon pazarı aynasının önüne çıktım. Alain Delon gibi bir bakış. Elimi saçlarıma tarak yaptım. Aynada klas bir hareket. Saçlar sarı, sapsarı. Yüzümde aptal bir gülümseme. Ulan Harun, ne adamsın lan dedim kendi kendime.
Bir haftaya kalmadı saçlar eskiye döndü. Bizim kaymakamı geçirdiği bir soruşturmadan açığa aldılar. Babam dolarları bozdurup krediyi kapattı. Bir o kadar daha para kaldı elinde. O parayı da bana verdi, haydan gelen huya gider hesabı. Peki o parayla ben ne yaptım? Gittim, adam gibi bir yaşam koçu tuttum kendime.
edebiyathaber.net (13 Haziran 2023)