“Sebep ne gözden akan kanlı yaşa
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm”
Karacaoğlan
Biiir:
“Ayrılık!”
İkiiiii:
“Yoksulluk!”
Üüüüç:
“Ölüm!”
Şairler saymaya başladıysa büyümüşsün ve çocukluktan başka saklanacak yerin kalmamış demektir.
“Önüm arkam, sağım solum…”
Sobelenmeden at kendini okul bahçesinde bir ağacın arkasına, sırtını dayayıp Ömer Seyfettin kitapları okuduğun günlere dön. Hani 3. sınıftaydın. Köyünüzde hep iki öğretmen olur, biri, 1,2,3’leri, diğeri de 4,5’leri okuturdu. O sene 4,5’lerin öğretmeni evlenmiş ve eşinin yanına -Denizli’ye- tayin istemişti. |Öğretmeniniz 1’leri aldığında 2’lerle sizi bahçeye oyun oynamaya veya kitap okumaya çıkarırdı. O zamanlarda öğrendin bütün oyunları: Çelik çomak (siz sadece çelik derdiniz), sek sek (yassı ve kaygan taşla oynadığınız için kayrak dediğiniz), ip atlamaca (tüvmece), beştaş (yaşlıların “oynarsanız kıtlık gelir” demesine rağmen kendinizi alamadığınız), yerden yüksek… veee en sevdiğin yıldız oyunu. Bu oyunların çoğunu yaşıtların bilir; yıldız oyununu ise sadece sizin köyün çocukları. Okulun bahçesinde, belinize kadar gelen yükseklikte, içi toprakla dolu olduğu için “yıldız bahçesi” dediğiniz ve ortasında Atatürk büstü olan o Yıldız’dan bahsediyorum. Unutmadın tabii, unutur musun hiç! Teneffüslerde sıraya geçerdiniz hemen yıldızın kollarından atlamak için. Bahara doğru çiçek ekerdiniz içine. O zamanlar, hayat bilgisi, dövüşüp çekişmeden yıldızın beton kollarından tüvmek; matematik, kimin kaç kere düşmeden tüvdüğünü hesaplamak; Türkçe de yorulunca sırtınızı Atatürk’e yaslayıp kitap okumaktı. Özellikle bu oyunda mızıkçılık etmemeye dikkat ederdiniz çünkü öyle kolay iş değildi Atatürk’ün takdirini kazanmak. Hele onun üzülmesini hiç istemezdiniz. Her sabah boşuna mı söz veriyordunuz ona?
İşte o günlerden birinde geldi. Öğretmeniniz 2’lere ders veriyordu ve siz bahçedeydiniz her zaman olduğu gibi. Kendinizi kendi kurallarınızın ve doğanın öğretmenliğine teslim ettiğiniz o günlerden birinde. Gençti, uzun boyluydu, okulu ve sizi inceleyen bakışları keskindi. Kimin başlattığını bilemediğiniz bir el öpme sırasında buldun kendini. “Hoş geldin örtmenim!” Henüz bilmiyordun kendinizden büyüklere “siz” denmesi gerektiğini. Ve onun, bir köy okulunda birikmiş bütün ümitsizliği silmeye geldiğini… Okutmadığı sınıflarla-sizinle-fırsat buldukça sohbet ettiğinde, oyunlarınıza büyüklerin kurallarından habersizmişçesine katıldığında ve aslında okumadığın ne çok kitap olduğunu fark ettirdiğinde anladın bunu.
Nefide Nene’nin iki göz evinden birine yerleşti. Bir divan, bir ocak, bir askı ve bir bavul. Köyde bavulu olan mı vardı o zamanlar? Bir yere gidileceğinde, üst baş ya bir poşete ya da pazar çantasına konurdu. Hele hele her evde kitap… hem de bir bavul dolusu… Dede Korkut’u mu okumadın o sene, Polyanna’yı mı, Aya Seyahat’i mi? Birini bitirip birini alıyordun kitapların. Okuduklarını teneffüslerde bahçede otururken hevesle anlatıyordun arkadaşlarına ve anlattıkça köyün dışına çıkıyordun. O günlerde vermiştin kararını. Ailen köyde olsa da bir sürü akraban vardı Antalya’da. Sığınırdın onlardan birine, yanlarında okur giderdin. Deli Dumrul bile, mantıksız da olsa amacına ulaşmıştı, sen mi hayalini gerçekleştiremeyecektin? Polyanna ne güne duruyordu, boşa mı okumuştun dar günlerinde sana el uzatmayacaksa? Hem vakti zamanında Ay’a gitmemiş miydi elin adamı, Antalya dediğin ne kadarcık yerdi, özledin mi atlar gelirdin.
Yıldızın çiçekli kollarından atlarken kurduğun hayallerin gerçek oldu olmasına da… Rüyalarında yıldızın kollarından atlarken görüyorsun kendini şimdi. Sıkıntılı olduğun zamanlarda çiçeklerin solduğunu. Uyandığında, çiçeklerle birlikte sevdiklerini, onlarla birlikte o güzelim oyunları da kaybettiğini görüyorsun. Engel olamadığın kaybedişler bunlar. Oyun oynamadan büyüyen öğrencilerin var şimdi. İşin zor, çok zor. Oyunların öğrettiğini öğretmek ise… Oysa sen mesafe kavramını çelik çomaktan, sıkıntıları bertaraf etmeyi yakar toptan, yıkılanı yeniden kurmayı yerden yüksekten, dengeli ve ahenkli adımları ip atlamacadan, el kıvraklığını beştaştan öğrenmiştin. Bir de yanıldığında çanağın çömleğin başında patlayacağını…
Bütün umudun kitaplardı. Yine onlar olmalı!
Seni Mevlüt öğretmenin bavuluna çeken onlar değil miydi? Şairler hayattan dem vurdukça, bir sayfayı yorgan gibi bürünen sen değil misin?
Yine öyle olmalı…
edebiyathaber.net (25 Şubat 2023)