Nermin elindekine donuk gözlerle bakmaya devam edince adam boğulacağını hissederek hızla odadan dışarı çıktı. Hüzünlü bir sonbahar sabahı. İlk geldiklerinde pencereden görünen canlı yeşil bahçenin yerini küllü kahverengiler aldı. Demek üçüncü mevsime giriyorlar. Hala buradalar. Titreyen parmakları arasında sımsıkı tutmaya devam ediyor Nermin. Beş yıl önce kardeşleri ile yazlıkta çekilmiş bir fotoğraf. Kitabın arasından tesadüfen düştüğü günden beri, baktıkça büyüyen bir keder yumağı gibi başucundaki çekmecesinde saklıyor. Tarık başlarda teselli etmenin yollarını arıyordu. Şimdilerde fotoğrafı gördükçe o da geriliyor. Artık böyle anlarda kahve içme bahanesiyle ortamdan uzaklaşıp geleceğin belirsizliği içinde kaybolmayı tercih ediyor. Yabancı bir ülkede kimsenin dilini anlamadıkları bir hastanede daha ne kadar…
Hemşire kapıyı vurmadan giriyor her zaman ki gibi. Her an tetikte olmayı öğrendiler. Asık suratlı denmez ama güldüğünü de görmediler. Kulağının arkasına kıstırılmış kısa sarı saçlarının görüntüsü geldiklerinden beri hiç değişmedi. Beyaz forması her zaman tertemiz ve düzgünce ütülenmiş. Sözcükler konusunda oldukça cimri. Gerektiği kadar konuşuyor. Bir kere kızının bahçeden topladığı taze çiçeklerden getirip koymuştu odalarına. Tarık’ın kantinden kahve alırken rastladığı Türk hasta bakıcı, dört yıl önce eşinin evi terk ettiği ve otistik kızıyla baş başa kaldığı günden beri Nadya Hemşirenin üzerine ağır bir ciddiyet çöktüğünü anlattı. Ve bununla birlikte hastanede yaşayan, Tarık’ın hiç de umurunda olmayan pek çok kişi hakkında pek çok şey anlattı. Yine de Türkçe konuşmak hoşuna gittiği için hepsini dinledi.
Nermin makinaya bağlandığı kabarık damarlı kolunu yanına koyup diğerini uzatıyor. Hemşire manşeti koluna geçirip şişiriyor. Stetoskopu kulaklarına takıp küçük düğmeyi yavaşça açarak gevşetiyor. Sonra dişlerinin arasında bir şey sıkıyormuşçasına alt dudağını yukarı kaldırıp başını hafif sağa eğiyor, çenesi buruşuyor. Tüm ciddiyetiyle yatağının ayakucuna tutturulmuş kıskaçlı kâğıda kırmızı kalemle not ediyor. Tansiyonunun yine çok düşük olduğunu anlıyor Nermin. Sormuyor ve artık umursamıyor da.
Bir saat sonra doktor vizite gelecek. Nermin her zamanki gibi yorgun. Aylardır yeşil gözlerinin arkasına çöken sıkıntı bakışlarının ışığını kapattı. Eskiden sevdiği şeylerin hiç birinden zevk almıyor. Aylardır hiçbir işi olmadan hastanede bekledikleri halde ne kitap okudu ne el işi yaptı. Sadece arada bir bahçeye çıkıp dolaşan hasta ve hasta yakınlarını izliyor. Doktor gelene kadar dinlenmek istiyor biraz, gözlerini kapatıyor. Annesinin hayali canlanıyor. Üzerinde açık mavi, dantel işlemesi ayak bileklerine kadar uzanan, etek uçları volanlı bir elbise. Hep aynı görüntü. Nedense gülümsemiyor, öylece bakıyor. Annesinin hayattayken bu elbiseyi ne zaman giydiğini hatırlayamıyor. Aslında yaşarken neler giyerdi hiç birini hatırlamıyor. Fakat mutsuz yüzü hiç değişmiyor. Ardında üç çocuk bırakarak canına kıymış kardeşlerin sana emanet demişti. Oysa o da genç bir çocuktu. Abladan anne yapmak kolay olmadı. Kardeşleri aklına gelince birden gözlerini açtı. Sehpanın üzerine bıraktığı fotoğrafı aceleyle çekmecedeki yerine soktu.
Tarık beliriyor kapıda. Sabahın erken saati olmasına rağmen eşofman altını değiştirmiş. Üzerinde gri kumaş pantolon ve kısa kollu penye tişört var. Hiç gerekmediği halde her sabah tıraş oluyor. Bakımlı olduğunda kendini daha iyi hissettiğini söylüyor. Çalışma hayatından kalma bir alışkanlık. Emekli olmadan önce yaklaşık kırk yıl her sabah erkenden kalkıp hazırlanarak daireye gitti. Elindeki kurabiyeyi uzatıyor. Buranın meşhur kurabiyesiymiş, dene bakalım. Teşekkür ediyor Nermin. Kocasının yüzünü inceliyor. Tıraşında bir değişiklik var. Keçi sakal mı o. Beğendin mi. Gülümsüyorlar. Ama aslında ikisi de birbirine sarılıp yüksek sesle ağlamak istiyor.
Bir eli cebinde Dr. Ivan giriyor içeri. Önlüğün altında geniş omuzları fark ediliyor. Bir konuşmada gençliğinden beri her sabah işe gelmeden havuza gidip yüzdüğünü anlatmıştı Tarık’a. Açık tenli, saçlarını briyantinle geriye yapıştırmış. Çekici bir görüntüsü var. Yine mavi bir gömlek giymiş ve lacivert kravat takmış. Böbrek nakli konusunda pek çok yerde adı geçen başarılı ameliyatlarıyla ünlenmiş bir doktor. Her zamanki gibi önce Tarık’la el sıkışıyor. Neyse ki ikisi de anlaşabilecek kadar İngilizce biliyorlar. Sonra Nermin’e dönerek elini tutuyor. Üzerine doğru hafifçe eğilerek göz kırpıyor. Bu kez anadilinde nasılsın diye soruyor. Nermin Türkçe cevaplıyor. Anlaşıyorlar. Dosyasındaki değerleri inceliyor doktor. Odadaki sandalyeyi çekip oturuyor. Önemli konuşmalar yapacağında oturur ve sakince anlatır. Bu yüzden ikisi de heyecanlanıyor. Zamanı geldi diye söze başlıyor Dr.Ivan. Gri gözlerini kırpıştırarak kendinden emin tavırlarla hafifçe gülümsüyor. Doku uyumu gösteren ikinci bir donör bulundu. Tekrar deneyeceğiz. Yine kadavradan mı diye soruyor Tarık. Gözleriyle onaylıyor doktor. Tarık, doktorun söylediklerini Nermin için çeviriyor.
Nermin konuşmuyor. Sol elindeki alyansıyla oynuyor. Camdan dışarı bakıyor. Kırmızı işçi tulumu giyen bir adam bahçedeki otları tırmığıyla bir araya topluyor. Rüzgar dağıtıyor, o tekrar topluyor. Yaprakları dökülen dallar bir aşağı bir yukarı titriyor. Nermin doktorun yüzüne bakarak mırıldanıyor. Ya yine tutmazsa.
Doktor, kollarını her iki yana açıp başını yukarı kaldırıyor. Uzun uzun risklerini ve oluşabilecek yan etkileri anlatıyor. Her cümleden sonra durup Tarık’ın çevirmesini bekliyor. Öğlene kadar imzalanması gereken onay formlarını uzatıyor. Ameliyat aynı gün olmalı. Anlatırken hiç acele etmiyor. Zor bir karar olduğunu belirtip onları yalnız bırakıyor.
Nermin artık biraz daha yorgun. Aylardır bekledikleri haber. Yine de sevinemiyorlar. Oda her zamankinden daha sessiz. Tarık yine boğazında daralma ve nefes almasında güçlük hissederek camı açıyor. Pencerenin önünde durup kıpırdamadan dışarıyı seyrediyor.
Nermin’in gözleri kapalı, soluk dudakları kıpırdıyor. İki avucunu açıp birleştirerek yüzüne götürüyor. Avuçlarını aşağı çekiyor. İki yıl önce yine bir hastane odasında yatarken karşısında oturan kardeşleri gözünün önüne geliyor. Yalnız konuşmak istediğinden Tarık’a sen gelme demişti. Erkek kardeşi küçük annem der Nermin’e. Anneleri öldüğünde daha sekiz yaşındaydı. Kız kardeşiyse on iki. Nermin annesinin öldüğü yıl evlendi. Sonrasında çocukları olmadı. Kardeşlerini bastı bağrına.
Nerden başlayacağını düşünüyor Nermin. Konuşmalı mı, konuşmamalı mı karar veremiyor. Böyle bir şey nasıl istenir. Ortamda hissedilen bariz bir gerginlik var. Kardeşleri, neden ikisini birden çağırıp Tekin olmadan konuşmak istediğini çok iyi biliyorlar. Soruyu biliyorlar. Uzun zamandır korktukları sorunun zamanı geldiğini biliyorlar. Bilmedikleri ise sorunun cevabı. Sormak ne kadar zorsa cevap o kadar ağır. Hastane odası soğuk. Çay içer misiniz diye başıyla termosu işaret ediyor Nermin. İstemiyorlar. İş yerindeki problemler çözüldü mü diyor erkek kardeşine. Pek sayılmaz diyor kardeşi. Susuyor. Çocukluğundaki gibi gözlerini kırpıştırıp başını öne eğiyor. Kız kardeşine eşini soruyor. Kısa ve öz cevaplar alıyor yine. Sonra dalıp gidiyor gözleri. Yüzü başka yerlerde ve ifadesiz bakmaya başlıyor.
Kız kardeş elindeki telefonu çeviriyor. Hasta yatağının ayakucundan sarkan battaniyenin püsküllerini sayıyor içinden. Pat diye lafa giriyor. Diyaliz başladı demek. Eninde sonunda olacağını biliyorduk, diyor Nermin. Doktor yaşımın nakil için uygun olduğunu söyledi. Tabi verici bulunursa. Sonra birden kısılıp bitiyor sesi. Yutkunuyor. Oda daralmaya ve ısınmaya başlıyor.
Erkek, ablasının yüzüne bakarken topuklarını kaldırarak ritmik bir şekilde dizlerini titretiyor. Ellerini bir birine geçirmiş gözlerini yavaş yavaş odanın dört bir yanında dolandırıyor. Kız kardeş ayağa kalkıp sehpadaki su şişesinden bir bardak dolduruyor. Boğazı alev almış gibi bir dikişte bitiriyor. Tuvalete girip ellerini yıkıyor. Konuşmadan yerine oturuyor. Ne bir soru, ne bir fikir, ne bir yorum. Öksüren, boğazını temizleyen yok. Nefes bile almıyorlar. Sadece bakışıyorlar. Sorulamayan soru verilemeyen cevaplar bakışlarında düğüm oluyor. Odaya yayılan elle tutulur sessizlik her birini bir duvar dibine itiyor. Duvarlar uzaklaşmaya başlıyor şimdi. Oda genişliyor, buz kesiyor. Esas zor gelense o günden sonra seyrekleşen ziyaretler. Taburcu olunca geçmiş olsun hiç yok.
Tarık pencerenin önünden geldiğinde irkilerek gözlerini açıyor Nermin. Sandalyeyi yatağın kenarına çekip oturuyor. Kabarık damarlı kolunu okşayıp elini tutuyor. Riskleri biliyoruz diyor. Zorlukları da. Bir kez denedik. Ama ikincide daha çok… Nermin başını çevirip yüzüne bakıyor. Keçi sakalın uğur getirdi. Madem bir şansımız daha var. Biliyor musun üniversitede de denemiştin. Amfide arka sıralarda yan yana oturdukları istatistik dersini hatırlıyor. Tarık ona aldığı ilk hediye olan kitabı sıranın altından veriyor. Hocaya göstermeden kapağını aralıyor Nermin. İlk sayfada Tarık’ın el yazısı var. Hayat ya cesur bir maceradır ya da hiçbir şey.* Aynı hayran gözlerle bakıyor şimdi. Kardeşlerine haber vermeyeceğine emin misin. Eliyle Tarık’ın ağzını kapatıyor. Dudağının kenarında küçük bir gülücük ama gözlerinde acı var. Sadece sen.
Rüzgar perdeyi havalandırıyor. Odaya giren temiz havayla hafiflediğini hissediyor Tarık. Eğilip alnından öpüyor Nermin’i. Elinde küçük metal ilaç tepsisiyle hemşire dalıyor odaya. İrkilerek kapıda duraksıyor. Tarık bir avucunda Nermin’in eli, dudaklarını alnından çekip bakıyor. İlk kez gözlerini kısarak aniden ağzını açıyor ve gülümsüyor hemşire. Çarpık alt dişleri ortaya çıkıyor. Sağ yanağında oluşan gamzesiyle sevimli bir hali var. İşaret parmağıyla Nermin’i göstererek Lucky women** diyor yarım yamalak İngilizcesiyle.
Tarık ilaçları uygulayabilmesi için sandalyeden kalkıp ona yol veriyor. Pencereyi kapatıyor. Çiselemeye başlayan yağmur damlaları camdan ince şeritler halinde süzülüyor. Gökyüzünde bir grup göçmen kuş kanatlarında sonbaharın serinliği güneye doğru yol alıyor.
*Helen Keller
**Lucky women= Şanslı kadın
edebiyathaber.net (19 Mart 2020)