“ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve kara sabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız ” – Nazım Hikmet Ran
Eski İskele Gazinosuna rakip olsun diye açılmıştı Rüstem’in Yeri. Kıyı şeridinin en debdebeli gece hovardasıydı. Işıl ışıl bir dünyanın miğferiydi adeta. Bilen bilmeyen herkesin ilgisini çekerdi yol boyunca. Hele birde açık havada, yıldızların altında görün onu: kayaların üstüne uzanmış bir kadın gibi tüm güzelliğini sunardı akşamcılara. Ahşapla mavinin en uslanmaz tablosuydu kendi tuvalinde. Adını tüm sahile yazdırmıştı. Ama rakipleri de hiç rahat durmadı, kaç gece kundağa niyetlendiler de, başaramadılar. Her neyse, Rüstem’in vefatından sonra sürekli el değiştirip durdu. Ama Allah için vefalı adamlardı sahipleri, ne adına dokundular ne de içindeki eşyalara. Tüm masalar yerli yerinde durdu, takvimlere nispet edercesine. Ayağı alışık olan, kendinden önce ruhuyla masadaki yerini alırdı. Kimse oturup başkasının iskemlesini devirmezdi. Örtüler, gelin sandıklarından çıkarılmış gibi naftalin kokardı. Yamak, bardakların ve kaşıkların yerini hiç şaşırmazdı. Aramızda kalsın, bunu öğrenene kadar ustasından az dayak yemedi garibim… “Çiçeksiz masa, susuz bir çöle benzer “derdi, Ömer Dayı. Orhan, bütün masaları çiçeklerle donatırdı. Kapıdan baktın mı, her masada başka bir manzara olurdu. Ömer Dayı, sabahları taze ve rengârenk çiçekler alırdı sosyete Nimet’ten. Sosyete Nimet deyip geçmeyin, mevsiminden önce açardı onda bütün çiçekler. En kral çiçeklere sepet toplatırdı Pendik’te. Pencereler kapatılınca; yaz kokusu, salaş bir mey kokusuna bırakırdı yerini. Duvarların denizle yakın ilişkisinden rutubet kokusu da karışırdı araya. Ama öylesine bulunmaz bir dokuydu ki bu; insan şikâyetçi olamıyordu bu durumdan. Kimsenin geliş saati şaşmazdı. Ben saat dokuzda, bana ayrılan yerimi alır, denizin gece ile buluşmasına tanık olurdum oturduğum yerden. Adalar, uzak kalırdı bize ama gece oldu mu değmeyin onun da keyfine. Yeni gelin gibi süslenir, Balıkçılar Köyüne doğru yüzerdi görüntüsü. Anlamazdı kimse neler olduğunu. Uzun ve ince bir renk demeti sulara vurduğunda, siz büyülenirdiniz ama o çoktan gözlerinizin koynuna girmiş olurdu. Dalıp giderdiniz öylece dalgaların mavi görüntüsüne. Saat ilerledikçe tüm masalar yavaş yavaş dolar, içerinin nüfusu da artmaya başlardı. Her kapı açıldığında yüzünüzü çevirir ve Rüstem Amcanın resmiyle göz göze gelirdiniz. Rahmetli çok babacan bir adamdı. Yüzünden hiç gülücük eksik olmazdı. Yıllar geçti ama bizdeki yerini hala kimse dolduramadı. Yamak İbo, bir kırk beşliği gramofona takıp, kulağımızın pasını silecek bir tonda sesini açtı.
Önce Faytoncu Cemil geldi. Eski Türkçesiyle “ iyi, aksamlar bre dostlar, geceniz daimi, sohbetiniz kavi, sevginizde baki olsun ” dedi. Hani, bu adamla oturup sabaha kadar sohbet etsen, muhakkak yanında bir sözlük bulundurman gerekirdi. Hele ondan bir de çapkınlık hikâyelerini dinleseniz; eminim küçük dilinizi yutarsınız. Eski İstanbul beyefendilerindendir zatıâlileri. Yıllardır adalarda Faytonculuk yapar, geçimini böyle sağlardı. Takım elbisesi hiç eksik olmazdı üstünden. Bir güzel tıraş olur, saçlarını limonla ıslatıp, sonrada omuzlarından aşağı saldı mı, vay onun faytonuna binen hatunların haline. Allem eder, kellem eder sonunda bir güzel ayar çekerdi. Görseniz; sanki adaları o yarattı. Hele bir de, o gün mangırdan yana yolunu bulduysa; havasından geçilmez mendeburun. Ağzı iş yapar anlayacağınız. İddiaya girip az rakı balık ısmarlamadık. Ne zaman iddiaya girdiysek, on sekizlik çıtırları koluna takıp geldi karşımıza. Eee! tabi, bizde başımızı öne eğip, paşa paşa ısmarladık hesapları.
“Ne o, hayırdır Çiroz, Karadeniz’de gemin battı da, Marmara’da malları nasıl kurtarırım diye mi düşünüyorsun? Yoksa geçen ısmarladığınız balıkların cilası mı takıldı boğazına? Bileydim, aramıza sarışın bir hatun girecek, hiç içer miydim rakılarınızı? Selam verdik, selamımıza da almazsın artık, bre.”diye seslendi. “Daha neler Cemil. Duymadım bile geldiğini. Gözüm Rüstem Amcanın resmindeydi. Eski günleri yâd ettim, bilirsin Mühür Gözlümü çok severdi. Yamak kırk beşliği takınca dalıp gittim,”diye karşılık verdim.“Dikkat et kendine bre. Bu aralar fırtına var Marmara’da, fazla derinlere dalma, dalgalar yükselir, yukarıya da çıkamazsın, bre.”dedi. Gecenin bu saatinde; piyangodan çıkmış amorti gibi gelip beni buldu dalaşacak ama hiç keyfim yoktu. Zorlada olsa kırılmasın diye hafif bir tebessüm bıraktım sözlerinin arkasına. Bayramda harçlık almış çocuklar gibi sevimli bir bakışla elini kaldırıp tebessümüme karşılık verdi. Havayı değiştirmek için “Cemil bugün yalnızsın. Sen yalnız gelmezdin buralara. Yoksa adalar hatlarına martı mı konmadı bugün?” dedim. “Yok, bre, adımız çıkmış Faytoncu. Kim gelir biner bizim aynalıya. O kırık rehberlere, üç beş kuruş yedirmeden yaklaştırmazlar bile yanıma turistleri.”diye sitem etmeye başladı.”Vah! Vah!Acıdım sana şimdi,”dedim. Beraber gülmeye başladık masalarımızda. Bu sırada kapı yeniden açıldı. Bu gelen de sütçü Recep. Bakmayın siz onun böyle çapulcu gibi giyindiğine. Ticaret zekâsını kullanıyor uyanık. Acındırma politikası işte. Yoksa kaleme vursanız Ankara Caddesinde üç apartmanı, belediye binasına bakan birde arazisi vardır. Lakin herkes bilir karısından ne kadar çok korktuğunu. Garibim, bütün apartmanlarını ve arsayı onun üzerine tapulamış. Bu aralar kavgalılar ya ondan düşmüştür buralara yoksa pek ayağını sürtmez kapı eşiğinden içeriye… Karı beni terk ederse sokakta kalırım diye kara kara düşünüyordur yine. Eee! Allah’ın sopası yok. On litre süte üç litre su katıp, üstüne birde fahiş fiyata satarsan, bir gün çıkar bunlar bir yerden. Cemil’le selamlaşıp, sonra bana göz değdirdi inceden inceye. Aldım selamı sessizce. Elimi başıma götürüp önce tekmil çaktım, sonrada kalbime koyup saygımı sundum. Bizim buralarda adettir, yeniler fazla bilmez bunu; elini başına götürür yaşına hürmet edersin, kalbine koyar insanlığına hizmet edersin.
Kapı ardı ardına açılıp kapanmaya başladı. Önce Değirmen Nuri damladı, sonra bacanağı Biçerdöver Niyazi. Bunlar oldum olası anlaşamazlar. Kafaları ayıkken yemedikleri nane, çiğnemedikleri kaldırım taşı, okumadıkları üçkâğıtçılık mektebi yoktur. İkisi de semtin en işlek yerinde kitapçı dükkânına sahiptir. Aynı zamanda da gizlice tefecilik yaparlar. Kahveci Mehmet faizle borç almış bunlardan. Bunlar uyanık, ikisi bir olup adama senet imzalatmışlar. Paranın dini imanı yok derler ya, adam aldı alacağına pişman olmuş. Ödeyemeyince senetleri, kahvesine kadar ne varsa almışlar elinden. Söylenenlere göre aralarındaki bu husumet oradan derinleşmiş. Ganimeti paylaşamamış akbabalar. Ayrı ayrı selam naraları yükseldi salonun ortasına. Biri ötekini bastıracak ya, avazı çıktığı kadar bağırıyor deyyus. Sanki megafon yutmuş. Yırtındıkça yırtınıyor. Ha! Unutmadan. Bunların eşleri kardeştir. Birine güzel birşey aldındı mı, öteki hasedinden çatlar. Gider, gelir kocasının başının etini yerdi. Adam, karısının dırdırına nasıl dayansın? Mindere sırtı vurulmuş pehlivan gibi pes ederdi. Değirmenin karısı kıyafetlerin en güzelini, en pahalısını alırdı hep. Önce kardeşine gider büyük bir zafer kazanmış gibi böbürlenip, kibirlenir sonra da eniştesinin dükkânına uğrar cakasını atardı. Kapı ağır ama ince gıcırtılarla açılmaya başladı. Hah! Bu gelende Tüysüz İso. İstasyon muhitinin kabadayılarındandır kendisi. Yalnız, mert ve iyi adamdır. Halkı ezmez öyle. Haklının yanında haksızın karşısındadır. Garibana zulmetmez. Tefeyle faizle falan işi olmaz. Geçer fırının önüne, giyer önlüğünü, çeker eldivenlerini, ateşin karşısında boncuk boncuk terleyene kadar çalışırdı. İş haksızlığa geldi mi babasını bile tanımaz. Aramızda kalsın bizim bacanaklar pek haz etmez bu tüysüzden. Tüysüz dedikte öyle kel falan da değil. Gençliğinde biraz haşarıymış. Gençlik işte damarda durmuyor. Bir gece eve giderken beş-altı kişi kesmiş yolunu. Para istemişler bizimkinden. Bizimkinde onlara pabuç bırakacak göz var mı? Girmiş heriflerin arasına. Kafa çatlak, göz patlak, kaburga-kemik kırık, bunu götürmüşler hastaneye. Adiler sopayla dalmışlar Tüysüze. Zor yetiştirmişler bizimkini. Birkaç ay yatmış ama başına atılan dikişin sayısı hala belli değil. Saçını uzatmış ama gel gör ki yaralandığı yer saç tutmuyor. Elinde tespih, sırtında ceket, topuklarının üstünde basa basa yürürdü her zaman. Bizimki topallar biraz ama umursamaz bu halini. Bu topallık başka bir mevzudan mirastır Tüysüze. Babası, çivi çiviyi söker diye özellikle seçmiş gelinini onca kızın arasından. Askerden geldikten sonra zorla evlendirmiş Tüysüzü. Kadın dilli. Altta kalmıyor tabi. Ne söylese ne yapsa veriyor karşılığını Tüysüze. Bir gece yine kapışmış bizimkiler. Kadın, yediği tokatların acısını Tüysüzü merdivenden iterek almış. Aylarca ayak alçıda, alçıdan kurtuluyor, bir kaç yıl tekerlikli sandalye… Sandalyeden kurtuluyor değnekler… Daha dün gibi hatırlıyorum; değnekleri bir kenara bırakıp ilk adımını attığında, çocuklar gibi ağlamıştı yiğidim. Kadın, Tüysüz beni öldürecek diye tüyüyor mahalleden. Gidiş o gidiş, daha da izine rastlayan yok. O da hala bulacağım diye dört dolanıyor bu koca şehirde. “Cümleten selamünaleyküm ağalar” deyip Rüstem Amcanın resminin altındaki masaya doğru yürümeye başladı. Faytoncu, Sütçü, Değirmen, Biçerdöver ve zati şahsiyetiniz ben Çiroz Emre hep bir ağızdan çeşitli şekillerde selam geçtik. Tüysüz sinirli bir tonla seslendi içeriye:”Ömer Dayı çek bir büyük. Bugünde dağıtalım kafayı. Zilli karı sanki yer yarıldı içine girdi. Ama ben Tüysüzsem gidip saklandığı delikte bulacak, o saklandığı delikten çıkaracak sonra da basacağım ağzına panzehiri. Geberteceğim o sarı çıyanı.” “Sakin ol evlat, hele sen otur konuşalım aslanım. Elbet bizimde sana bir yararımız dokunur. Unutma! Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkânıdır. Sabret oğul ayaklarına kadar gelecek. Çek Orhan, ağabeyinin mezeleri de bu gece bizden olsun.” Ömer Dayının bu babacan tavrı onun gönlünü kandırmaktan öteye gitmiyordu ya, bunu Tüysüzde biliyordu ama ses etmiyordu. Gelmeyen Tavernacı Ahmet kalmıştı. Birde can kardeşim Çilli Ali. İlerleyen saatlerde Tavernacı bir yolunu bulur sızar gecenin karanlığından içeriye de; çilliyi bilmem. Bu aralar ne olduysa bu herife, bir günü bir gününü tutmuyor. Ne zaman geleceği belli olmuyor. Bazen yalnız kalkıyorum masadan. Bazen de son demlere yetişiyor. Oysa ben yolumu ne zaman kaybettiysem, ne zaman sızıp bir köşede kaldıysam, beni sırtlayıp Kızılay Kampının yanındaki evime kadar hep o götürmüştür. Bana mısın dememiştir anlayacağınız. Kalıplı adamdır bizim Çilli. Cüssesini kiloya vursanız tartının ölçüsü bile şaşar be! Şık giyinir. Hanımı zengin evlerinde çalışır Çillinin. Bu kıyafetleri falan oradan alır yenge. Evin hanımı eşinin giymediği ve beğenmediği kıyafetleri verirdi. Çileli ve vefakâr kadındır Ayşe. O kadar eziyet eder, sürekli çalıştırır parasını yer ama dönüp tek kelime etmez Çilliye. Sesini bile yükseltmez. Gören Ali’yi zengin, fiyakalı bir şey sanır ama oda bizim gibi meteliğe kurşun atanlardandır. Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim, ayakkabılarına ayrı bir özen gösterir. Bir tane toz zerresi göremezsiniz üstünde. “Dost başa düşman ayağa bakar Çiroz. Temiz tutmak lazım ayakkabıyı?”derdi. Saçlarını yana tarardı. Ah birde Moliere bıyıkları yok mu onun, ne zaman çarşıdan aşağıya inip, yoldan geçse, dükkânlardaki bütün tezgâhtar kızlar kapının önüne çıkardı onun için. Bir bakışlar, bir bakışlar sormayın gitsin. Yiyip bitirecekler neredeyse bizim Çilliyi. O kadar uğraştık bıyıklarını kestirmek için ama bana mısın demedi. Sırf o yüzden okulu terk etmiş yıllar önce. Neyse bu ayrı mesele pek sevmez bu konuyu konuşmayı. Bizim yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez. Cebimizde ne kadar para varsa ortağız anlayacağınız. Yoksulluğumuzu bile paylaşırız. Ama yardımsever adamdır Çilli. Bir lokma ekmeğini bile paylaşır insanlarla. Yalnız bu aralar bir derdi var da bana söylemiyor. Oysa karımdan ayrıldığımda bana ilk sırt olan, intihar ettiğimde hastanede günlerce uyumadan başımda bekleyen, kendime geldiğimde eşimi zorla yanıma getiren, evden atıldığımızda sabaha kadar bizim için o derme çatma barakayı yapanda oydu. Geçmişin film şeritlerinden aşırdığım karelerini zihnimden geçirdiğim sırada kapı açıldı. Büyük bir heyecanla başımı yana çevirdim. Önce Rüstem Amcanın resmiyle sonra Tüysüz ve Ömer Dayıyla göz göze geldik. Arkamda kalan kapıya döndüm. Tavernacı gelmişti. Yarı sarhoştu zaten. Orhan koluna girdi. Gürültü içinde oturttu boş bir yere. Bu sırada Çilli girmez mi içeriye. Gözlerim parladı birden. Bu ne mutluluktur ki kelimelerle ifade edilmez. Oturdu karşıma. Şimdi keyfim yerine gelmişti. “Orhan, kap bir büyük. Yanına da ne varsa. Birde kalkan at közün üstüne “dedim “ Tamam, Çiroz,”dedi. Bizim burada senli-benli beyli-efendili konuşmayı kimse sevmez. Bu yüzden ne alınırdık ne de öyle konuşurduk.”Nerelerdesin sen Çilli. Bu aralar çok aksatıyorsun saatleri. Gözlerim hep yollarda, sen gelmeden açmıyorum boğazın kapısını. Sensiz lokma inmiyor boğazımdan aşağıya.”” Sağol be Çiroz. Bu aralar keyfim yok. Sağda solda koşuşturup duruyorum sürekli. Kendime bile ayıracak zamanım yok. Hani, dostluğumuz olmasa buraya gelmem ya, sırf sen varsın diye kendime söz geçiremiyorum.” dedi. Suratı iyice ekşidi.”Ne o Çilli hayırdır. Sen böyle dağınık gelmezdin buralara. Oğlum, sen buradasın kafa başka yerde. Bir derdin var ve bana söylemiyorsun ya alacağın olsun. Bu nasıl bir dostluktur söylesene. Böyle zor bir zamanda yanında olmayacaksam, hiç olmasın böyle dostluk. Kalkıp, gideyim masandan. Burada oturmanın da manası yok” diye sitem ettim.”Otur, otur zamanı gelince anlatacağım” dedi. Biliyorum ki, birazdan kafa çakır olunca nasılsa bülbül gibi şakıyacaktı. Bu arada bizim bacanaklar kafaya gelmeye, birbirini tanımaya başlamıştı bile. Aynı masaya çektiler bardaklarını. Konuyu da ortaya saldılar. Dertliydi hepsi benim gibi karısından yana. Bir dokun bin ah işit. Damarına bastın mı hiç birini susturamazsın. Faytoncu Cemil“Bre, ben bu kadınları hiç anlamam. Ne isterler bizim candan. Bizi severler kandırırlar sonra… Aman konuşturmayın beni canım, sonrası zaten malum bilirsiniz işte” dedi. Sütçü karıştı söze hemen.” Malı, mülkü vermezsen, daireleri üstüme geçirmezsen diye başlayan laflarla seni tehdit ederler ne olacak. Anamın evine gederim herif diyip kafanı şişirirler. Karı gitmesin diye kanepenin üstünde edersin sende sabahı düşünmekten. Nere gidersen git diyeceksinde çocuklarının anası, diyemiyorsun işte. Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Kim uğraşacak onca veletle tek başına. İşe mi gidecek yoksa onlarla mı uğraşacaksın?” Ömer Dayı Tüysüz’le kadeh tokuşturarak sessiz sedasız söylenmeye başladı.” Tüysüz be, görüyorsun bunların hallerini. Kadınları var ama hepsi aynı dertten muzdarip. Ulan, bir sözünü geçiremez mi insan karısına?” “Haklısın Ömer Dayı, haklısın” dedi Tüysüzde karşılık olarak. Bacanaklar Ömer Dayının sözlerine biraz kıllanmış olacaklar ki.”Niyazi be, sen iyi adamsın aslında. Sana haksızlık ediyorum baldıza sözünü dinletiyorsun diye. Dışarıdan bakanlar bunlar anlaşamıyor, adam karısına sözünü geçiremez diyor ya, bekara karı boşamak kolay tabi. Madem öyle değer kadir bilmek gerekiyor da ne diye yaş gelmiş altmışa da bunlar evlenmiyor” dedi. ”Haklısın Nuri” diye karşılık verdi bacanağına Niyazi. Taş belliydi. Ömer Dayı zaten başına gelen kelimelerin ağırlığını hissetmiş olacak ki söze atıldı.”Ulan ben aklımı peynir ekmekle yemedim. Sizin karılarınız gibi karım olacağına hiç olmasın daha iyi. Sanki içlerinde bir öğütücü var ikisinin de… Her şeye saldırıyorlar… Onu al bunu al… Sizde ses yok… Kalıbının içine gizlenenler de hıncını başkasından alıyor. Onun bunun kanını emip; karısına kürk giydiriyor, koluna işlenmemiş som altın takıyor… Hadi bide alman de de göreyim. Kadın dırdırını dinlemektense her dediğini yapar, ayaklarını sudan çıkarmam diyen siz ikinizsiniz değil miydiniz?” dedi. Nuri de, Niyazi de kadehlerini biraz öfke ile hızlıca yudumladılar. Birden Tüysüz bana dönüp “ Ah be Çiroz. En acısı bizimki değil mi? Bir sahip olamadık, söz geçiremedik kadınlarımıza. Sende, bende hastanelerden bir türlü alamadık bedenimizi. Ne gelip baktılar, ne de umursayıp hal hatır sordular. Ah! Nazlı Ah seni bulmaz mıyım ben?” diyip bir dikişte fondipledi bardağı. Bu muhabbet sonunda bana da bulaşmıştı. Sıra bozulmazsın diye birkaç söz atacaktım ki ortaya Çilli lafa atıldı.”Ulan sizde erkek misiniz be? Karınızın dilinden korkar evlenemezsiniz. Evlenirsiniz geçinemezsiniz. Geçinemez kavga edersiniz. Kavga eder bir birinizi öldürecek kadar nefret edersiniz. Onlar olmadan ne yaparım diye düşünür elinizde avucunuzda ne varsa üstüne yaparsınız. Millete zülüm eder, kanını emersiniz gider karınıza metresinize yedirir, içirir, giydirirsiniz. Sonra da oturur, burada kafamızı ütülersiniz saatlerce.” Tüysüz ayağa kalkıp, horozlanmaya niyetlendi ama Ömer Dayı engel oldu ona.” Otur Tüysüz, gerginliğe gerek yok. Belli ki bir derdi var. Bu böyle konuşmazdı” dedi. Tüysüz oturdu yerine. Ama huylu huyundan vazgeçmezdi. Çilli’nin çenesi bir açıldı mı kimse susturamazdı. Baktı, hızını alamadı bir bardak daha yuvarladı ve sözlerinin üstüne gitti.”Hata sizde, dizginleri verdiniz onların eline şimdi istedikleri gibi at koşturuyorlar. Zamanında kısmadınız kadınlarınızın sesini, şimdi kulaklarınızı kapatıyorsunuz pamuklarla. Vuracaksın masaya elini, karşında tir tir titreyecek kadın”. Çilli bu. Ne kadar zaman geçse, ne kadar gelmese, ne kadar uğramasa da buralara huylu huyundan vazgeçmiyor işte. O yine bildiğini okuyor. Doğruydu karısı ondan çok korkardı. Sesini bile çıkaramazdı yanında. Bağıramazdı. Hayır dedi mi Çilli, o hayır asla evet olmazdı… Bu sırada Orhan, Ömer Dayının kulağına eğilerek bir şeyler söyledi. Ömer Dayı gramofonun sesini kısıp, Ali’ye döndü; “Çilli telefon sana. Arayan senin hanım. İstersen bakıver şu telefona.” Herkes susmuştu. Bu güne kadar Ayşe hiç aramamıştı. Herkes gibi bende şaşkınlık içinde Çilli’ye bakıyordum. Ayağa kalktı gitti ve telefonu eline aldı.”Efendim Ayşe” dedi. Ayşe’nin sesi kulaklarımıza kadar geliyordu. Bir süre konuşmaya devam ettiler. Bu sırada Ömer Dayı telefona kulak kabarttığımızı görünce yeniden gramofonun sesini açtı. Herkes merak ediyordu neler olduğunu. Çünkü biraz önce kadınının sesini kısacaksın diyen Çilli, telefonda dut yemiş bülbüle dönmüştü. Telefonu kapadıktan sonra dönüp masadakilerin yüzüne baktı. Sen miydin az önce bize laf eden dercesine intikam ateşiyle yanıyordu herkesin gözleri. Bir kere koz onların eline geçti ya vuracaktı herkes tokadını. Sustular bir süre. Faytoncunun kısrak atı gibi alaycı kahkahaları bozdu sessizliği. Sonra hep bir ağızdan sözleşmiş gibi “ Sende erkek misin be?” diye bağırdılar… Çilli kapıyı çarpıp çıktı. Çilli’nin arkasından savurdum kendimi sokağa. Hesap mesap kimin umurunda. Nasılsa yarın yeniden gelip demleyeceğiz bardakları.
Gecenin ortasında karanlık bir gölge gibi uzayıp gidiyordu Çilli’nin ayak sesleri… Var gücümle koşmaya başladım ardından. Bir yandan sesleniyor, bir yandan yalpalanan vücudumu toparlamaya çalışıyordum. Adımlarını yavaşlattı “Çilli dur, bende geliyorum seninle,”diye seslendim. Durdu. Gözlerini sildi. Belli ki, az önce olanlar gururuna dokunmuştu. Yüzüme baktı. “Sende inanmıyorsun değil mi onlara? Benim erkekliğime laf etmiyorsun değil mi? Durum çok farklı Çiroz. Ayşe Guatrı ameliyatı oldu ve ameliyat sırasında ses telleri zarar gördü. Bağırmadan sesi çıkmıyor garibimin. Duyamıyorsun ne dediğini o anda. O da avazı çıktığı kadar bağırmak zorunda kalıyor. Rahatsızlanmış eve gelmemi istedi. İlaçları vardı alınacak, beni bekliyordu, ondan aradı. Günlerdir seni görmedim ya. Ondan geldim yoksa bir daha meyhaneye uğramayacağıma dair söz verdim ona. Belki uğrar, bir iki dakika Çiroz’la laflarım demiştim, gecikince aramış, merak etmişibir hal mı geldi başıma diye korkmuş. Nasıl üzülmüştür şimdi. Doktorlar iyi bakmazsanız sesi bir daha asla düzelmez dedi,yani artık düzelmeyecek, o hiç eskisi gibi konuşamayacak Çiroz” dedi başını öne eğerek…
Emrah Çetinkaya kimdir?
1985 Artvin doğumluyum. Marmara Üniversitesinde İş Güvenliği konusunda yüksek lisansımı tamamladıktan sonra özel bir şirkette iş güvenliği uzmanı olarak çalışmaya başladım.Armada Tiyatro bünyesinde 2008 yılından beri oyunculuk yapmaktayım. Tiyatro, televizyon dizisi ve reklam çalışmalarına katıldım. Bir dönem şiir üzerine çalışmalar gerçekleştirmiştim. Son dönemde öykü üzerine yoğunlaşmak ve öykü konusunda gelişim sağlamayı amaçlıyorum.
edebiyathaber.net (20 Şubat 2020)