Bahariye caddesinde, midende krampla yürüyorsun. Akşam. Yaz. Havada hafif bir rüzgar, deniz kokusu getirmeyen, serinletmeyen, ferahlatmayan, yalnızca varlığını hatırlatmak için esen bir rüzgar. Zihninde seni esir almayan, büyük hisler uyandırmayan, sadece varlığını hatırlatmak için gezinen düşünceler. Her zaman girdiğin kitapçıda dikkatini çekmeyen kitaplar… Bahariye caddesinin kendine has uğultusu, uğultunun kendine has yorgunluğu…
Şimdi cadde kocaman ormanda ıssız bir patika. Oradaki insan seli dallı budaklı ağaçlar, kimi yolunu kesiyor, kimisi seni görmezden geliyor. Geçip gidiyorsun. Hayattan, caddeden, şehirden, insanlardan. Bir sokak köpeği uzatıyor kafasını, takılıyor peşine, zihninin içinde yürüyorsunuz birlikte. Köpeğin adı Safiye. Köpeğin boynunda bir fular; pasaklı, yaşlı, yorgun, huysuz Safiye. Burada senin kadar yalnız biri daha var demek, ismi Safiye. Yol uzun, Safiye yürüyor, peşinde sen, mesafeli; hayata, diğerlerine, kendine bile mesafeli bir garip yürüyüş.
Yokuşun kenarında, caddedeki çöp kutularından biri, yani bir kaktüs, eline batan dikenlerine aldırmadan kökünden koparıp alıyorsun yanına. Artık o da sizinle birlikte yürüyecek. Elin kanıyor, kan yola akıyor, aksın.
Safiye, kaktüs ve sen yalnız yürümeyeceksiniz.
Bir mesafe, sıcaklığın geçişini engelleyen, ısınan havayı buza döndürme gücünde bir mesafe, acıyı harlayan, yakınlığı kıran bir mesafeyle çevrili ormanında, bir sen, bir Safiye bir de kaktüs. Yıllardır yürüyorsun aynı yolu. Aklında hep “başka türlü olabilirdi” masalı. Safiye sokak köpeği olmayabilirdi, kaktüs turuncu çiçekler açabilirdi, sen hayatı ötekiler gibi kanlı canlı yaşayabilirdin. Olmadı. Gerçeğe paravan ettiğin kitaplar, cümleler, büyüleyici söz öbekleri… Yaşamaya mecali olmayanın, kendine bir hayat seçemeyenin, seçse de onun içine yerleşemeyenin, hep huzursuz olanın yuvası. İstenmeden hayata atılıverilenin kendi kendini büyütürken söylediği ninni misali, pışpışlayan kelime taneleri…
Yürüdükçe midenin ağrısı artıyor. Bu mide ağrılarının ilk başladığı zaman; ailendeki herkesin öldüğü, senin yıkılan evin kapısında kaldığın bir gece, eve geç geldin diye annenle kavga edip kendini sokağa attığın, zangır zangır titreyen zemini bir süre kendi baş dönmen sandığın, dibinde bir kurabiye gibi dağılan koca binadan burnun kanamadan kurtulduğun, herkesin öldüğü gece. Seni seven, sevme ihtimali olan, sevse de göstermeyen, sevip sevmemeye karar veremeyen herkesin öldüğü, senin ölmediğin gece. Annenin, babanın, en yakın kız arkadaşlarının, en uzak akrabalarının, “keşke ölse” dediğin patronunun, yani herkesin öldüğü o gece, o kapının önünde midene saplanan kramp, 15 yıldır midende duruyor. Başına gelenleri anlatabileceğin herkes ölünce sen de biraz ölmüş sayılırsın.
Safiye havlıyor, demek hala söyleyecek şeyleri var. Hala derdini anlatmak, anlaşılmak istiyor. Şimdi daha yalnızsın öyleyse, senin dert anlatma isteğin de derdin de yıkılan binaların temelinde kaldı. Üstüne yeni binalar yapıldı. Ama dert kaldı, istek kaldı, kürekle kazmayla girsen ulaşamazsın, başka hayatlar kuruldu üstüne. Bir mezarda herkesle birlikte yatıyor neşen.
Kaktüsün dikenleri canlı, ama batıyor sana, dikenler değil dikenlerin bile bir hayatının olması batıyor. Dayanamıyorsun, sen de yol üstündeki ağaçlara batırıyorsun, önüne gelen ağacın dalını çekiştirip saplıyorsun kaktüsü. Her birinde birkaç iğnesini bırakıyor. Hoşuna gidiyor ağaçların aldırışsız tebessümü. Ağaçlara bir şey olmaz ama böylelikle öldüreceksin kaktüsü de, kökünden söktün, yerinden ettin, şimdi de iğnelerini mi kaybediyor? Hani yol arkadaşındı o senin? Demek ne Safiye, ne kaktüs… Bir yerde okumuştun; “Çünkü insan yalnızlığı bir kere tattı mı, başka türlü de var olmuş olabileceğine inanması artık imkansızdır.”* Kelimeler yol arkadaşın senin, kimsenin anlamayacağı bir dil kurup kendi kendine konuşabilmeyi Safiye’den öğrendin.
Yokuşun sonuna doğru, artık gece, midende kramp, havlıyorsun etrafa, havlaman giderek salyalı bir ulumaya dönüyor, günle birlikte battın, bir mezarda herkesle birlikte yatıyor neşen.
*Marilynne Robinson, Evlerden Uzak, Metis Yayınları, 2023.
edebiyathaber.net (24 Eylül 2024)