‘Nasılsın?’ sorusuna ‘Aynıyım’ dememek için susuyor Suzan. O susunca her şey susuyor. Ağız birliği ediyor aynı olan her şey. Sussun bakalım. Suzan sustukça ben konuşurum. O sadece dinler. Belki içten içe güler, bilinmez. Bazen bir boşluğa konuştuğumu düşünüyorum. Ama Suzan’ın incecik parmakları kıpırdayınca, görünce onların kuş gibi hareket ettiğini geçiyor bu gereksiz hüzün.
Öğleden sonra ağır ağır denizi izlemeye gidiyoruz. Suzan, simitleri denize, martılar gelmeden atıyor. “Neden?” dediğimde “Sevince denk gelirsin.” diyor. Dudaklarının belli belirsiz birleşip ayrıldığını görüyorum. “Denk gelirsin, onlar da bilirler bir simit parçasının kendilerini beklediğini” diyor. Mutlu oluyorum. Ne güzel denk geldik demi Suzan? Suzan susuyor. Boşluk büyüyor, daireler çoğalıyor. Kayboluyoruz gökyüzünde. Nereye iniyor sonra bedenimiz bilmiyorum. Bazen beni susturmak için acı acı konuştuğunu düşünüyorum sonra bu hissi de unutuyorum. Belki de geçtiğini, unuttuğumu umuyorum. Yönümüz aynı tarafa dönük olmasına rağmen o başka başka şeyler görüyor denizde. Biliyorum. Çünkü “Şu yük gemisinin daracık kamara penceresinden bakan tayfa kadar umudum yok.” yazmış defterine. Bütün m’ leri kuş kanadı gibi yazmış ya da çizmiş. Harfler sıra sıra dizilmiş. Ağızlarından zehir akmasına rağmen inci gibi hepsi. Kurşun kalem ile yazmış. Tarih yok. ‘Öğleden sonra denizin orada’ demiş. Silinebilir demi bu yazdıkları. Neden silinmesin ki. Silinmeli. Ben denize bakınca seni görüyorum diyorum defteri kapatırken. Kapanıyor yaralarım. Kapandığını zannediyorum.
Denizi izlediğimiz günlerin birinde yük gemisi geçti demek ki. Kim vardı ki o gemide? Dalgaları yara yara geçti sandığımız gemi geçmiyor mu yani? Zaman hepimizi içine alarak bir yerlerde buluşturuyor mu bizi? Kimin umurundayız diye düşünmüştür mesela kamaradan Kadıköy’e bakan kamarot? Her siren çaldığında insanların gemiye bakmamalarına incinmiş midir? Ben bakmadım mesela gemiye doğru. Ben Suzan’a bakıyordum. Ama Suzan görmüş bak oradaki insanı. Ben o yük gemisindekileri değil o gemide olmak isteyen Suzan’ı görüyordum.
Bir kez okudum defterini. Tamam tamam iki kez. İkinciyi okumasaydım keşke. İkincisinde kalbime bastırdım kağıtları. Dünyanın defterle beraber yanacağını düşündüm. Dünya yansa keşke. Ya Suzan? O da yanarsa. Suzan yanmasın istiyorum. Yanımda dursun. Sessizce denizi izlesin ama yanımda dursun. Gitmek mi istiyor Suzan? Gemilere, trenlere uçaklara binip gitmek mi istiyor? Beni sevmeyen bir kadını esir mi ediyorum yoksa? Suzan karıncaları bile sever oysa. Serçeleri sever, kedileri sever. Beni de seviyordur aslında. Diyemiyordur. Bir kez dese keşke.
Sokağa attım kendimi. Defter kalem aldım. Kocaman harflerle “Seni sevmiyorum Suzan.” yazdım. M harflerinin hiç birini kuşa benzetmedim. Keskin keskin yazdım hepsini. Kıvrımlarını umursamadım harflerin. Bütün zehrinizi şimdide akıtın bakalım nasıl oluyormuş dedim. Elim yoruldu. Suzan da yorulmuştur. Koşmaya başladım. Yollar, ağaçlar insanlar, her şeyi geçtim. Denize doğru dakikalarca koştum. Kocaman defteri denize attım. Kustum. Ağlayarak kustum. Ben kusunca balıklar toplandı pisliğime. “Deftere doğru gidin, kemirin bütün harfleri” dedim. Yiyip bitirin yazdıklarımı. Yazılanlar yiyip bitirdi beni. Allah benim belamı verdi dünya durmadı. Ben Suzan’ı çok sevdim dünya durmadı. Ben kağıtlara zehirli harfler yazdım dünya durmadı. Balıklar kemirdi mi yazdıklarımı? Ben deftere sevmiyorum mu yazdım yani? Üstelik mürekkebli kalem ile. Uyduruyorum Suzan inanma sen bana. Denize karıştı mürekkebin lacivert mavisi. Balığın ağzında Suzan’ın s’si. Parçalandı harfler. Balıklar kalabalık halinde kaçıp giden kağıdın peşinden gittiler.
Bir siren çaldı. Ağzım acıdı. Kalbim elime ulaştı. El salladım kaptana. “Kamarota dargınım.” dedim. Deniz kenarında oturan bi kadın “Abimin gemisi bu.” dedi. “Abin Suzan’ı tanımaz demi, Suzan’ı götürmüş olamaz demi. Götürmesin.” dedim. Kadın yüzünü çevirdi. Kadın korktu. “Korkma.” dedim. Suzan da korkmasın benden.
Yeniden koşmaya başladım.
Eve geldim.
Suzan sessizce oturuyordu. Cebimdeki kalemi çıkardım. “Suzan” dedim “lütfen seni seviyorum yazar mısın defterine. Bir kez seni seviyorum yazar mısın?“
Parmaklarında can yoktu.
Halil Yörükoğlu kimdir?
1987 yılında Antalya’da doğdu. Üç yıl kameramanlık, bir yıl köftecilik yaptı, iki yıl ticaretle uğraştı. Hayatını Amerika’da devam ettiriyor.
edebiyathaber.net (2 Nisan 2019)