Kimse bedeninde değil. O zaman ben yırtıyorum yaptıklarımdan. Eşime, sevgilime, yan komşuma yalan söylüyorum. Yan komşum da bana Latif Bey diye hitap ediyor zaten. Latif neyse de bey hırpalıyor beni. Yapma Nihat Abi, diyorum, bey, efendi nedir? Engin pardon Latif yeter. Tartışmaya da niyetim yok. Onun bahçıvan duruşuna aldırmadan evime doğru yürüyorum. Kıs kıs da gülmüyor değilim bir yandan. Her şeyimi merak ettiğini biliyorum. Bir önceki gün tam apartman kapısından gireceğim-gireceğiz karşımda bu. Daha o ağzını açmadan, oo Nihat Abi bak eşimin kardeşi, bizi ziyarete gelmiş, diyorum. Kaşlarını kaldırıyor, dudaklarında hafif çizgiler, hoş geldin yavrum, diyor Nil’e. Bana dönerek, eşiniz Nihal Hanımlar nasıl acaba? Ne zaman gelecekler? diyor. O gelince görürsün der gibi. Nil hiçbir yöne bakmıyor. Yok olmak istiyor, fark ediyorum. O gün Nil’le en kötü saatlerimizi geçiyoruz.
Emekli tapu memuru Nihat Abi, belki kendi bedenindedir. Apartmanın yöneticisi o. Bir bakışı var ki senin kaç para edeceğini hemen söyleyiveriyor. Bana diyor ki Latif Bey senin ederin kırk dokuz lira. Neden elli lira değil? diye sormuyorum. Onun bütün ömrü para hesabı ile geçmiş. Bir bildiği vardır elbet.
Bedenimden ayrılınca insanlıktan da sınıfta kaldığımı biliyorum. İçimdeki sızının dinmemesinin nedeni bu. Bir eli sürekli kıvırcık saçlarında olan Nil’e acımın nedenini soruyorum. Bana hiç bakmıyor. Yan masadaki Gülten’le ilgileniyor. Biz aynı işyerinde çalışıyoruz. Çevirmeniz. Yeminli üstelik. Çevirmenliğin de aslını inkâr olduğunu düşünüyorum. Az önce bir çeviri yaptım. Yurt dışında yüksek lisans yapmış bir öğrenci, hocasının övgü dolu referans mektubunu çevirtiyor. Bir kelimesini farklı yorumladım, bilinçli, algılar altüst olacak. Kelime; bakış açısı, buna Türkçe karşılık olarak ‘uzak’ yerine ‘anlık’ dedim. Bilim insanı için berbat bir kavram. Benim için olağanüstü. Şimdi bana Nil dese ki hadi gel. Ben de ona hemen bir Çehov çevirisi yapsam: Akşam vakti. Ay doğar. İki kişi -bir erkekle bir kadın- yalnızca asıl duygularını gizlemek gibi bir anlam taşıyan bir sohbete dalmış. Birdenbire acı çeken kızın yüreğinden kopan beklenmedik bir iç çekiş, sonra da yalnızca kısa, çığlığa benzer bir tümce: ‘Yapamam, yapamam, yapamam’ Sonra da umutsuz aşka kapılmış genç adam, can sıkıntısından vurduğu olağanüstü güzel beyaz bir martıyı sevgilisinin ayakları dibine koyar… Böyle işte. Anlık. Mesleğimden dolayı mı nedir, hep bir çeviri duygusu var içimde. Asıl olan her şeyin çevirisi. Asıl diye bir şey yok. Gülten. Evli. Ama hep ilk aşkını anlatıyor. Şimdi, Gülten şu an’ı mı yaşıyor yoksa yalancı mı? Evli üç insanız ama üçümüz de duvarın dibine oturmuş sohbet ediyoruz. Oysa yaşamımız duvarın öbür tarafında. Çeviri gibi.
Nil’e sessizce yaklaştım. Sıcakta kalmışım da ağacın gölgesine sığınır gibi. Gerçekten ‘benim’ bunları söylerken, Seviyoruz birbirimizi, neden birlikte olmaya devam etmeyelim, dedim. İncinmiş arkadaş suratıyla baktı bana Nil. Sol omzunu aşağıya eğdi, kırmızı kalın dudaklarımı öp, der gibi yaklaştırdı. O sizin apartman yöneticisi mi nedir? Ürktüm ondan.
Onu görme duygusu bile beni sanki hüküm giymişim gibi hissettiriyor, dedi. Bir anda dikleştim. Nil’in cinselliğini uzaklaştırdım üzerimden.
Ayağa kalktım. Lavaboya yöneldim. Aynanın önüne geldiğimde bedenimin aynada yansımadığını anlayana kadar birkaç saniye geçti. Hemen aklıma gelen aynanın görüş açısında olmadığımdı. İyice yaklaştım. Orada birisi vardı ama gördüğüm kendim değildi. Aynanın içinde benden eser yoktu. Sanırım çığlık attım. Yansımalarımızı da yok etmişler diye düşündüm. Aldırmadım fazla. Döndüm geriye.
Nil ile Gülten ağır bir yükün altındaymış gibi bilgisayara gömülmüşler kendilerini arıyorlardı sanki. Masama oturmadan bir süre onları izledim. Nil’in bana bakmasını istedim. Bakıp gülümsemesini… Neden bağırdığımı sormasını… Yüzümdeki yangını… Yangın korkudan geliyor. Nil’in yöneticiden korkmasının nedeni benimki ile aynı mı?
Yine de sevişme duygusundan vazgeçmiyorum. Nil’e bilgisayarımdan yazıp mailine atıyorum. ‘Eşimin eve dönmesine iki gün kaldı. Değerlendirelim bunu. Yarın öğleden sonra izin alıp bize gidelim.’ Birkaç dakika sonra Nil’in gülümseyerek bana baktığını görüyorum.
Gülten ikimizin de dostu. Ama bizim sevda ilişkimizi Gülten bilmiyor. Israrla ondan saklamamızı istiyor Nil. Nedenleri çok. Bir şeyi söylemek yeni güçlükler çıkarırmış ortaya. Hep bir açıklama istermiş. Gereksiz bağlılık yaratırmış. Haklı olabilir. Zaten bedenimizde değiliz ki ruhumuzu koruyalım. İşleri Gülten’e bırakıp bürodan çıkıyoruz. İkimizde de bir durgunluk var. Ortalıkta keder havası çalıyor da biz de ondan etkilenmişiz sanki. Şehrin kalabalığından sıyrıldık, en yakın taksi durağına geldik. Takside yöneticiden söz ettik sessizce. Sakin olmasını asıl sorunumuzun yönetici olmadığını söyledim. Seninle geçmişimi unuttum ama geleceğimi de göremiyorum diye ekledim. Nil bu söz üzerine, evet, dedi belki de hiç bu konulara girmemeliyiz. Ayrılalım. Zaten vücudumuzdan ayrıldık. Çok şaşırdım bunları duyunca. Ben de bedenimi aynada göremiyorum, dedim, usulca. Apartmana yirmi metre kala taksiyi durdurdum, teşekkür ettim şoföre. İndik arabadan. Nil, çocuğu kaza geçiren anne suratıyla kocam dedi, orada.
Hemen yanında yönetici mi vardı ne?
Nil’e baktım. Onu hiç tanımıyormuşum gibi ayrılıverdim kendimden.
Turan Horzum kimdir:
1964 Afyon-Dinar doğumlu. Lise yıllarından bu yana öykü ve şiir yazıyor. Öyküleri; Kum, Kurşun Kalem, Kanguru, Sarnıç gibi dergilerde yayımlandı. Halen İzmir’de edebiyat öğretmenliği yapıyor.
edebiyathaber.net (8 Kasım 2018)