o haşmetli, o kükreyen, o tozu dumana katan; dişi, erkek, yavru demeden, koskoca sürüsüyle avlanan tacı eksik kral, gücü-kuvveti dâhil her şeyini yitirip, bir gün elden-ayaktan düşüp, cılız ve sessiz kalıp bir su yatağının kenarında bir damlaya dâhi dilini uzatacak hâlden nasıl kesilirse, aynı terânedeydim ben de, iliğim-kemiğim derime, ağzım-dilim damağıma, içim-dışım yatağa yapışık, tavanın kireciyle allı-aklı bakışıp, nefes almanın bile uzağında öyle kalmışken, öle kalmışken kalan ömrümde.
ne akıl ne düş.. birkaç söz, yüz, yer, yol geçip gidiyor pörsük beynimden, ha var ha yok. ne düşünmeye değer bir vakit ne anlamlı bir an ne de güzel, sıcak, mavi-pembe bir anı. boşaldıkça boşalıyordum kendimden, kendiliğinden! beden, beden değildi handiyse, rûh olmayışı gibi rûhun. ‘şey’dim şimdilik.. b/öyle bir şey.
çoluğum-çocuğum, eşim-dostum, akrabam-akrebim, ezcümle kimim-kimsem olmadığından, yalnız, yapayalnız olduğumdan yâni, kapımı çalanım, ömrüme seslenenim de yoktu zaar. kokacaktım da, sinecekti de bu metrûk eve iğrenç râyiham, sızacaktı da dışarı kapıdan, pencereden, tütecektim de bacadan belki bir gün, boğulmaya ramak kala fark eden biri, bir kıyâmet işâreti sanıp, sonu geldiğini düşleyip dünya’nın, sağa-sola saldıracaktı da telâşla, ona-buna seslenecekti de canhıraşâne; polise, itfaiyeye verilecekti de bîhaber hâlimden bir haber, dayanılacaktı da tam kapıma, bir koskoca gaz patlamasıyla ya fırlayacaktım taa bir buluta dek o köhne yatağımdan lime lime ya da kapımı kırıp oksijenli maskelerle, kapkalın eldiven, upuzun çizme ve dört mevsimlik giysilerle dalıp da varabilirlerse kırdıktan sonra kapıyı güvenlikçiler yanıcığıma, alıma-moruma, çürüğüme-kokuma aldırış etmeden, çoktaaan öldüğüme karar verip, en toy görevli gence ivedi yüzüme-gözüme ve dahi üzerime yorganı çekme emrini verdikten sonra âmiri, yakmakla gömmek arasındaki gelgitte kalıp, olmayanı yok etmenin şaşkınlığında üç gün-üç gece geçirecek, bir âkil ya da üst ya da en üst aklın kararıyla, temizleyeceklerdi yeryüzünden bu ‘şey’i.. beni.
iki çocuğa birer göz, birkaç kadına böbrek, kalp, dalak ve bir adama… bundan yüz yıllar evvel aklım-fikrim yerindeyken, son zerreme dek mirâs yâhut vasiyet yerine bağışlamıştım oysa tüm bedenimi de, yetiştiremedim, heyhat!
fakat hayat böyle bir ‘şey’e gebe miydi daha ben doğmadan.. bilemedim! kalemi kedere ve kadere bağlamak istemesem de, nerden bilebilirdim önce bir, sonra hiçbir ‘şey’ olup-olamayacağını zâtımdan! insan neyse de, tanrı çözmüştür bunu, varsa elbet. yoğum ya, bu da fenâ değil gibisankiyâni! ya hiç olmasaydım ya mavi dünya’da hiç atmasaydı yüreğim ya su içip buğday yiyip dalıp gitmeseydim dağa, denize, göğe ya sevmeseydim, âşk ne bilmeseydim ya çekmeseydim acısını yalnızlığın ya da kaptırmasaydım misketlerimi, düşmeseydim bir elma ağacından çocuk çocuk, deliliğini yaşamasaydım kanımın ve de yaşlanmasaydım yavaş yavaş, yaprak yaprak; kuş kuş konmasaydım yuva, ev, oda adlı bir yere; tarihimi tâlihimce yazıp yazıp da silmeseydim kendimi bir gün ve dahi bir ‘şey’ olmasaydım, iyi miydi.. bilemedim!
öfke de ne ölüm’e! kabûllenmek ise acıtır. ve fakat “yalan-gerçek”ken ‘hayat’ neylemeli, demek de zül, gül gibi geçse de ‘zaman’, bir anda her şey tamam, her şey eksik olsa da. ömür çırpınıp dursun, ölüm noktayı koyar, diye de yazmışım meğer bir gece birkaç yudum şarap ve bach dinlerken.
derken dip-köşe ömrümü didikleyen ‘işin üstâdı’ görevliler bulmuş, şaşmışlar nedense oncası bir yana, nice şiirimin olduğuna! ben ‘şey’den önce çok şeymişim de, eşyalarımı yıkıp-yakmadan önce anlamışlar.. olsun. en toy görevli genç şu dizelerimi okumuş mudur acep diye de merâk eden bir rûhum olacak mı öldüğümde diye de düşlemedim değil hani hayattayken, benken, henüz ‘bir şey’ken, ‘hiçbir şey’den pek evvel: biri sana derse / “sana en yakın ne” / beni deme / sesim susum olacak / düşün / dinleme // biri sana derse / “bana en yakın sensin” / de ki / sana en yakın ben değilim / kendinsin // sözün elbet olacak / gizleme.
aslında, binlerce şiir ve yazı neyse de, kitaplarımı da bağışlamıştım ya bedenimden önce, bulmuş mudur yerini her biri acep diye de düşünmedim değil hani hayattayken, benken, şey, şey, ‘şey’ değilken, kendi kendime. sanmam ya, bâri bir çöp, karton, kâğıt toplayıcısına verselerdi gözümün, gönlümün, ömrümün nûru binlerce kitabı… daha neler düşündüm, düşledim.. anlatamam, ben şeyken, şeyken, hani şu ‘şey’ olmadan pek evvel.
hamiş: siz siz olun, sakın bir ‘şey’ olmayın: ölürsünüz.
şerh: tam bir ‘şey’ diyecektim ki, unuttum!
not: ‘kral’ da, ‘orman’ da hikâye ennihâyetinde.
dip not: her şeyin ‘son’u varsa ‘baş’da ne!
bir afrika atasözü: “bir aslanla bir karıncanın kavgasında kazanan olmaz.”
bir söz: bir insan kimle, neyle kavga ederse etsin, er-geç kaybeder.
son söz: bir yokmuş, bir varmış, bir yokmuş… avutsa da, uyutsa da, masal masaldır.
edebiyathaber.net (16 Ocak 2024)