Öykü: Sırada 2 | Tarık Güney

Mart 29, 2022

Öykü: Sırada 2 | Tarık Güney

Ona parkta rastladım. Elleri çocuktu, gözleri çocuktu. Çocuk kucağında çocuk tutuyordu. Kaydıraktakilere bakıyor, gülmek için sebep arıyor, bulamıyordu. Bulduğunu çabucak yitiriyor, gülmesi yarım hatta çeyrek kalıyordu. Belli ki o hep savaşıyordu. Çocuğu ağladığında başkalaşıyor ve kadın oluyordu. 

Yanına gitmek istedim. Param vardı, nasıl verecektim? Versem alır mıydı? Bir an, ters bir bakış attı. Anladım, almazdı. Bakışlarımı kaçırdım. Rahatsız etmek istemedim. Ama düşüncelerim onunla doluyken, gözlerime nasıl sahip olabilirdim? Dönüp dönüp ona koşuyorlardı. Tutamıyordum.

Kalktı, yürüdü. Ben de yürüyecektim. Bekledim. Giderken bir daha baktı. O bakışlarda merak mı, korku mu ne vardı. Az da olsa aşinalık vardı. Sokağın yarısında o, diğer yarısında ben vardık. Yürüyordu. Yürüyordum. İnsanlar vardı yürüyorlardı, çocuklar vardı bağıra çağıra oynuyorlardı, bakkal vardı girişte dikiliyordu. Kolları bağlı, avuçları içe dönük, bakıyordu.

Kadın yani kız yani küçük kadın bakkala girdi. Ekmekle çıktı, yürüdü. Bakkala, ‘O’nun borcu benim olsun, bana yaz’ diyecektim.

İrili ufaklı birçok evin arasında yapılırken unutulmuş bir bina vardı. Sanki ustalar binayı yaparken akıllarına birden hem de hepsinin birden ve aynı anda bir şey gelivermişti de o şeyin ardına düşmek gerekmişti. Malasını, metresini, çekicini, gönyesini hatta arka cebindeki tarağını bırakan gidivermişti de bina öylece kalıvermişti. Duvarları nice sonra kararmış, yarım kalmış kalıplardaki tahtalar eskimişti. İşte tam da o binanın ikinci katında naylonla örtülmüş bir yaşanmışlık göze çarpıyordu. Kadın o yaşanmışlığa doğru binanın yanından süzülüp kayboldu. Kaldırımdaydım. Yürüyüp gidecek miydim? Durup bakacak mıydım? Ben de ardından o binaya girecek miydim? Bilemedim.

Sokakların görünmez gözleri, kulakları ve hep konuşan ağızları olur. Onlar ‘hişt’ derler. ‘Sen’ derler. ‘Hey şaşkaloz’ derler. ‘Ne bakıp duruyorsun yürüsene, haydi git işine. O bizim.’ Bu sokak da öyle bir sokaktı işte. Parktan sonra yol ikiye ayrılıyordu. Birinci yol bizim sokaktı. İki sokağın arasında evler vardı. Bir de marketin her iki sokağa bakan iki yüzü.

Geri dönüp markete girdim.

“Bir sigara versene, ha bir de ekmek”

“Başka bir şey lazım mı?”

“Çok şey lazım.”

“Ney?”

Yanıt vermeden çıktım. Bir şeyler alıp kapısına sessizce bıraksam olmazdı. Hırlı derlerdi, hırsız derlerdi. Başıma dert alırdım. Başına dert olurdum. Son kez aval aval bakınırken Neriman Teyzeyi gördüm. Eskiden kendini herkesten sorumlu hisseden teyzeler çok olurdu. Her mahallede bulunur, her derde deva olurlardı. Şimdilerde azaldılar. Bu mahallede de bir tek o kaldı. Elinde bir tencere vardı. Tencerede ne vardı? On metre ötemden aynı inşaata girdi. Merak içinde bekledim. Kaldırım taşları yaşamın şahitleriydi. Şimdilerde sık sık söküldükleri için artık çok az şey biliyorlardı. Onlara benzedim. Niceden sonra çıktı Neriman Teyze. Elleri boştu. Elleri çok hoştu. Arada bana da yemek getirirdi. ‘Amca kızmıyor mu’ derdim. ‘Cık’ derdi. ‘Sevaptır hanım iyi ediyorsun’ dermiş, öyle derdi. Ellerine bakardım. Beyaz, suyu çekilmiş ellerine. İki melek kanadı sanırdım. Geceleri gelirdi düşüme, beni alıp ta uzaklara, anneme götürürdü. Onlar konuşur, ben dinlerdim. Şimdi demek ki bu yenice gelmişe de yemek vermişti. Demek kadınla çocuk, en azından bir süre burada olacaklardı. Ne zamana kadar? Ya sonra? Bekledikçe, bir sürü soru birikiyordu. Neriman Teyze’nin arkasından gitsem, sorsam soruştursam, yok olmaz. Sana ne dese ne derim. Niye ilgilisin bu kadar derse. Desem ki denk geldiğimden beri merak eder oldum, onları düşünmeden bir günüm geçmiyor, hele ikinci kere gördükten sonra, hele sen yemeği getirince, hele bu geçici barınağın akıbetini düşündükten ve kendi halimi tarttıktan sonra, hepten düşünür oldum desem. Ama denmez ki. Ellerim ne vakit çaresiz kalsa, cebime saklanırlar. Omuzlarım da içine doğru devriliverirler. Yine öyle oldu.

Neriman Teyze’yle bir gün konuşacağım. Belki küçük kadınla da konuşturur beni. Korkuları, önyargılı bakışları kırıp geçecek bir cesaret gününde, belki parkta, belki de yine çocuğu bir anlığına emanet etmesi gereken bir anda orada olacak ve aynı şeyi söyleyebileceğim:

“Ben çocuğu tutabilirim, belki seni de!”

edebiyathaber.net (29 Mart 2022)

Yorum yapın