Yemek yemedim daha. Karnım aç. Burada yemekleri ben yapmıyorum. Alışverişi bile ben yapmıyorum. Halbuki, etimi Hakkı kasaptan, taze sebze meyveyi pazardan ben alırdım. Burada hiçbir şeyin lezzeti yok. Hayat tatsız burada. İnsanların lezzeti yok. Oğlum nerede? Yan komşum daha hiç konuşmadı. Halbuki ben ona merhaba dedim. Hep ağlıyor sessiz sessiz. Kağıt peçete verdim almadı. Kumaş mendil mi istiyor? Ne kadar güzel. Uzun saçları yastığın üzerine dağılmış, gözleri nemli. Keşke konuşsa. Pencereyi açmaya çabaladım. Açamadım. Temiz hava almak istiyorum. Olmaz diyorlar. Yarın diyorlar. Ben nefes alamıyorum. Pencereleri açın.
Elime bir defter verdiler. Kalem istedim. Yok yok, o öyle olmaz. Kalem çok tehlikeli, sadece yazma odasında verebiliriz, dedi beyaz önlüklü kadın. Bu kadını hiç sevmedim. Defteri de çöpe attım.
Defter bana kızıyor. Canımı neden yaktın? Defterin sesi üzgün. Kelimeleri yan yana koymak bu kadar mı zoruma gitti?
Ne yazardım? Dağlar, taşlar, öten kuşlar, böcekler, kuzular, sevişen aşıklar, aptal aşıklar, kahve teli, gözler kara, kalpler kara. Ben kara. Yazmadım.
Başım ağrıyor. Kafamın yarısının üstünde ağır bir taş var. Birileri bastırıyor eziyor kafamın yarısını. Gözüm yerinden pörtlüyor, yerde yuvarlanıyor, yuvarlanıyor, yuvarlanıyor. Ben hala görüyorum, bir gözüm yüzümde, bir gözüm yerde. Hemen alıyorum gözümü yerden. Yerine koymaya çabalıyorum, elimden kayıyor, bu sefer bir top gibi zıplıyor, odanın kapısından dışarı, zıp, zıp zıp. Holde kenardan kenardan yuvarlanıyor. Ya gözüm ezilirse. Kocaman bir kapı var, kilit üstüne kilit. İçerdekilerden mi yoksa dışardakilerden mi korkuyorlar? Komşum bana bakıp gülümsüyor. Ben dışarıyı da görmek istiyorum.
Toprak inliyor, kırmızı, kırmızı. Üstünü kat kat örtsek de sızıyor, kırmızı kırmızı. Unuttuk, yok öyle uydurma, sen de suçlusun, ikimiz de suçluyuz, kavgalıydık, olur öyle, abartma diyorlar. Ben ağlıyorum kırmızı, kırmızı. Güvercinler uçuruyorum.
Şarkılar dinliyorum, deli diyorlar bana, desinler değişemem, desinler değişemem. Deli mi diyorlar bana, komşuma soruyorum? Kafasını sağa sola sallıyor. Ağlamıyor artık komşum. Ona da defter verdiler. Parmakları kalem, yazdıkça yazıyor. Beyaz, boş sayfaları çevirdikçe çeviriyor. Merak ediyorum. Gönül gözüm olsa okurdum yazdığını. Sarılıyorum komşuma.
Bahçe büyük, bahçe renkli, bahçe ferah. Uzun, kısa, geniş, dar, çiçekli, çiçeksiz, bir sürü ağaç var. Hepsi güzel. Ilık rüzgar, yüzümü okşuyor, yapraklar, nazlı nazlı salınıyorlar. Sessizliğin içinden konuşuyorum kendimle. Toprağa çubukla yazıyorum
Solmuş güllerin içinde gördüm seni, başın eğik
Ellerin yumruk yumruk
Çenen titrek
Soğuk rüzgârdan değil üşümen
Devamını getiremiyorum.
Karşı tepede eski bir bina. Belki var, belki yok, belki bir zamanlar vardı. Otlar büyümüş, sarmış duvarlarını. Bina, kayboluyor boğuluyor, ölüyor. En tepede, yapa yalnız. Benim komşumdan başka kimim var? Oğlum tepede mi? Otların kokusu burnuma geliyor. Kekik kokuyor, hüzün kokuyor.
Rahatça uyuyabilmeyi ne kadar özledim. Yastığa başımı koyar koymaz, sağa sola debelenmeden, derin uykuya dalmayı.
İlk nefes, son nefes. Uzun çizgi, biiiiiiiiiiiiiiiiip. Beyaz gömlekliler koşturuyorlar. Bu kadar mı, giden gelmiyor mu, yoksa gelebiliyor mu? Kim karar veriyor?
Maskelerimi çıkarıyorum tek tek. Hayat, maskeler koleksiyonu mu? Kim veriyor bu maskeleri, kim zorla taktırıyor? Maskeci başı da maske takıyor mu? Neden katman katman kapatıyoruz, saklıyoruz kendimizi?
Gece dört. Komşum uyuyor. Boğazım kupkuru. Yatağımın yanında su. İçiyorum. İki damla çarşafa düşüyor, düştüğü yerde patlıyor.
Islak çarşaf. Karanlık, üst katta bir yatak, dağınık. Altta bir ofis, ofisin yanında kahve. Her köşe başında bir kahve. Sadece erkekler gider kahveye. Annem bakma kahvenin tarafına diyor. Mahallenin gülü, kötü kadın ne demek bilmiyorum, eğiyorum başımı. Bıyıklı bir adam, belki de bıyıksız. Hiç eteğin yok mu, etek giy de gel diyor, kimseye söyleme diyor. Yapıyorum. Gel uyuyalım diyor. Dinliyorum. Annemler konuşuyor, evlerden uzak, sübyancıymış, yakalamışlar diyor. Küçüğüm, sübyancı ne demek bilmiyorum. Unutuyorum, unutuyor, unuttu… gömüyorum çok derinlere gömüyorum.
Yatak ıslak, yatak ıslak, yatak ıslak, haykırıyorum, Değiştirin ıslak çarşafları, bağırıyorum, bağırıyorum, giysilerim de ıslak, çıkarıyorum, tenime değmesin, dayanamıyorum. Beyaz gömlekliler odaya doluşuyor. Birinin yüzünü çiziyorum, kan geliyor, canım acıyor. Üşüyorum.
Soğuk metalin ince ucu tenimde.
Komşumun gözlerinde korku, defterine sarılıyor. Korkuyor, korkuyorum.
Her şey sönüyor, kafamın ekranını kapatıyorum.
Duvarlar bomboş burada, duvarlar soğuk, duvarlar renksiz. Yalnızlık var bu duvarlarda, boya kavlamış, eskimiş. Eskinin kokusu burnumda, içime yavaş yavaş işliyor. Organlarım çürüyor, içim çürüyor, tenim kavlıyor. Ben eskidim burada.
Evimde resimler asılıydı. Küçüklü büyüklü çerçeveler, içinde gülümseyen insanlar. Bir çocuk, bir kadın, bir erkek. Mutlular, mutluyduk, mutlu muydum? Ben evime gitmek istiyorum. Beyaz gömlekli adam not alıyor, dikkatli, dikkatli. Bu beyaz gömlekliyi görüyorum zaman zaman. Zamanla işim yok burada. Ne kahvaltıyı, ne oğlumun okula gidişini, ne de tamir edilecek fırını düşünmem lazım. Fırın bozuldu, oğluma börek yapacaktım. Kıymalı, bol soğanlı. Çok severdi. Çok sever. Eve gitmeliyim. Börek…Her şeyi beyaz gömlekliler planlıyor, onlar söylüyor, pembe elbiseliler dinliyor. Pembe mutlu bir renk mi? Ben pembe sevmiyorum.
Kurallara uymayanlara kızıyorlar. Ben dinler gibi yapıyorum. Dışarıdan farklı bir zamanın içinde, içim bomboş, korkuyorum ama neden? Bilmeden ağlıyorum.
Hep aynı gülümseme var yüzünde, hep aynı soruları soruyor, beyaz gömlekli. Nasılsınız bugün, kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Beyaz dişlerini seviyorum. Ne kadar genç. Benim oğlum da genç. Hem daha da yakışıklı. Oğlum ne zaman gelecek, gelse de görsem diyorum. Oğlunuz diyor susuyor, yazıyor defterine. Onun defteri farklı, sayfaları hep dolu. Sayfalarında ben varım, komşum da var mı? Ya yan odadakiler? Okumama izin verir mi? Okursam burayı anlayabilir miyim, komşum benimle konuşur belki. Birlikte kaçar mıyız?
Oğlunuz diyor, gözlerinde siyah bir perde. Oğlum, canım benim. Doğumu zor oldu, hastaneden eve getirmemiz iki hafta sürdü. Ama şimdi aslan gibi. Gelir benim oğlum.
Beyaz gömleklinin kalemi çok. İki tane mavi kalemi var masasında. Bir tanesini o görmeden alıyorum.
Mavi en sevdiği renk. Okula ilk başladığında, mavi bir önlüğü vardı. Hemen belinin altında, önde iki küçük cep, beyaz yaka. Ben dikmiştim. Ne sevmişti. Hala duruyor evde. Ev, evim, oğlumun önlüğü, ne kadar uzak benden. Ben benden ne kadar uzaktayım.
Komşum defterine eliyle yazıyor, her gün, sabah, akşam yazıyor. Beyaz sayfalara bakıyor, bazen ağlıyor, bazen gülüyor. Mavi kalemi veriyorum. Yazdıklarını görebileyim diye. Bencil miyim yoksa iyiliksever mi? Komşum kalemsiz de yazıyor. Okunsun ya da okunmasın, umurunda değil. Neden yazıyor? Komşum da pembe sevmiyordur. Konuşsa…
Bir kaleme bir bana bakıyor, sessiz. Bir kaleme, bir defterine bakıyor, sessiz. Bir kaleme bir çöp tenekesine bakıyor, yatağından fırlıyor, çöp tenekesinden defteri alıp, kalemle bana veriyor, sessiz. Uzun saçları dalgalanıyor, gözleri gülümsüyor.
Komşumun kalbine dokunuyorum, kapısı açılıyor, içerisi, yemyeşil ağaçlar var çiçekli, mavi kuşlar cıvıl cıvıl ötüyorlar, uzaktan su sesi geliyor, sakin. Tenim nefes alıyor burada, derin. Huzurun tadını alıyorum, içim temizleniyor, arınıyorum.
Komşumun sesi kalbimde, o kadar tatlı ki, oğlun iyi diyor. Bak o tepedeki evde, merak etme, fısıldıyor, beni sarıyor. Ben susuyorum, kalbim konuşuyor.
Ne yazayım, sen ne yazıyorsun? Cevap vermeden, yatağına uzanıyor. Kelimeleri art arda sıralasam, tren olup gitseler uzaklara, rayların üzerinde. Bu çürümüş yerden çıkıp, temiz havaya, renkli duvarlara, gülen yüzlere, çiçekli giysilere, kelimelerim gitseler oğluma. Tren sesini duyuyorum, çuf, çuf, çuf. Uyku, uzaktan bakıyor bana.
Dolunay aydınlatıyor geceyi. Ilık bir rüzgar var havada, yaprakların hışırtısı, baykuşun gu gu seslerine karışıyor birlikte dalgalanıyorlar, ağaçların, binaların ve sessizliğin arasından. Gece dört, komşumun defteri masada. O ilaçlarını içiyor, uyuyor. Ben içmiyorum. Baksam mı, okusam mı? Olmaz mı?
Sayfalar boş, hayat boş, ne bir harf ne bir resim kirletmiş bu defteri. Tüm defter beyaz, saf. Ben de beyazdım, artık siyahım, griyim, fümeyim ama beyaz değilim. Benim defterim ne renk olacak… Benim defterim… Her kelime sancılı, her cümle hasta. Gözlerim ağırlaşıyor.
Evde yalnızım. Fırın, fırın bozuldu. Kıymalı börek, söz verdim. Çok canım istiyor dedi, tabii oğlum ister de ben yapmaz mıyım? Fırın bozuk… Tamirci hemen gelirim dedi. Bıyıklı belki de bıyıksız. Ter kokuyordu, üstü başı pisti. Fırın dedim, yanmıyor. Yakarız dedi, kapıyı kapatırken, yüzünde gevrek bir eğrelti. Su istedi. Elimi tutmak istedi, bardak, elimden kaydı. Her yer ıslandı. Bağırıyorum.
Saçımdan çekti, yere yatırdı. Üstümde ağırlığı, giysilerim ıslak. Oğlum, kapıda, atlıyor adamın üstüne. Adam vuruyor, oğlum vuruyor, adam vuruyor, kan, her yer kan, oğlum sessiz. Oğluma sarılıyorum. Her yerim kan, her yerim ıslak.
Komşum, sarsıyor beni, uyanıyorum. Gözyaşlarım, yastıkta. Nefes alamıyorum, ruhum ağrıyor, kalbim ağrıyor. Benim oğlum var. Eve gitmek istiyorum. Niye buradayım? Komşum defterine sarılmış ağlıyor, ben ağlıyorum.
edebiyathaber.net (3 Eylül 2024)