Oran, diyor, huzur verici. Oranda uyumayı çok seviyor. Her gece içinde gezintiye çıktığı, çok fazla derinlerine daldığı için vurgun yiyip kıyılarına vurduğu oranda. İrlanda kızılı tüylerin kuruyup çakıllaşmasın diye okşamalarla dokunuyor, öpüşlerle ıslatıyor. Kızıla çalan kum tanelerinin ıslak yumuşaklığına yüzünü koyup uyuyor. Oran, diyor, rüya gibi. Bunu İngilizce söyleyebiliyor.
Bu görüntüyü sık sık düşünüyorum, o anlarımız içindeki en hayranlık verici görüntü bu. Oramın seni neden o kadar heyecanlandırdığını göz kapaklarında görüyorum. Hiçbir fotoğraf karemizde yer almayan, yer alamayacak olan bir görüntü bu.
Erasmus öğrencisi olarak geldiğim üniversitede tanışıyoruz onunla. Kalabalık bir arkadaş grubuyla çimlere yayılmış, sohbet ediyoruz. Kara bakışlarıyla yaklaşıyor bize. Selamlaşıyor, tanışıyoruz. Memnun oluyor, el sıkışıyoruz. Bu ilk dokunuşumuz. Bir fotoğrafı yok bu anın, bu dokunuşun. Olabilirdi oysaki, telefonlarımızdaki onca fotoğrafın arasında bu an da olabilirdi. Bu karede yer alanlardan biri pekâlâ çekebilirdi o anı.
Yüzlerimizin çok fotoğrafı var, ellerimizin az. Parmaklarının uzunluğu o az olan fotoğraflardan birinde. İşaret parmağın dudağında bir “şşş” sesi pozunda duruyor. Yakışıklısın, çok. Ben de güzelim, hem de çok. Saçlarım uzun, nerdeyse belimde, bakır renginde. Beyazım, yüzümde birkaç çil. Gözlerim yeşil. Toprak rengi elbisemin altında beyaz memelerim filizleniyor, kollarımı göğsümde birleştirince yukarı doğru boy veriyor. Güzelliğimi en çok ilk tanışmalarda görüyorum. Kızların göz bebeklerindeki küçülmede, erkeklerin göz bebeklerindeki büyümede görüyorum.
Göbek deliğimi okşuyor. Kapanmayacak olan yara izimi, bir zamanlar annemle aramda olan bağın izini. Bu çukur herkeste var; var oluş, var ediş yerinin tam üzerinde. İlk orası kopuyor. Bir zamanlar içeride, en içeride olduğumuz gerçeği… Onun içime daha çok girmek isteyişinin, benim onu içimden hiç çıkarmak istemeyişimin nedeni: Kopuş olmasın.
Göbeğini öpüyorum, çukuruna konuşuyorum ve görüyorum İngilizcesi anlattığım bu derin oluşu anlamaya yetmiyor ama teni kavrıyor. Zaten sözcüklerle konuşmak için bir arada değiliz biz. Başka türlü konuşuyoruz, susuşlarla, öpüşlerle. Birkaç sözcükten fazla konuştuğumda “ŞŞŞşşş!” diyor. Anlıyorum, kopuş olmasın istiyor. Sesleri tekrarlamasını istiyorum, İngilizcesi bunu anlamaya yetiyor: Şşşşşş, diyor. Kapalı gözlerimle gösteriyorum ona kendimi. Bana yaptığı şeyi izletiyorum. Göz kapaklarımın çırpınışını, bedenimden hazzın akışını.
Fotoğraf çekmeyi seviyorsun. “Fotoğraf” diyorsun, anlıyorum, kuramadığın cümlelerinden anlıyorum seni, bakışlarından. Fotoğraf gözden kayboluşa bir meydan okuma, demek istiyorsun. Kuşların fotoğrafını çekmeyi seviyorsun. Uçuşu yakalamak bunun adı, diyorsun; anlıyorum, çektiğin bu onca fotoğrafta o yakalayışları görebiliyorum. İçimizden konuşsak da “ŞŞŞşşş” diyorsun, anlıyorum; kuşlar kaçışmasın istiyorsun.
“Seni seviyorum” diyorum. Bunu Türkçe söylüyorum. “sevgi” sözcüğünü söylemem onu heyecanlandırıyor. Daha çok Türkçe konuşayım istiyor. Bana bu dilbilgisi kitabını veriyor, üzeri notlarla dolu, yolculukların eskittiği bu kitabı. Günlerce karıştırıyorum onu. Sonra aradığımı bu sayfada buluyorum: “ş” mizi, işteş yapılarımızı. Bu yapıyla türetilmiş sözcükler öğreniyorum. Türkçe söz varlığımı birlikte yapabileceğimiz eylemlerle geliştiriyorum: gülüşüyor, oynaşıyor, koklaşıyor, öpüşüyor, sevişiyoruz geceler boyunca. Bazen de bağrışıyor, çağrışıyor ama sonunda mutlaka barışıyoruz.
Bunca fotoğrafı hangi ara tabetti bilmiyorsun. Ama bildiğin bir şey var ki zaman bazı anları silemiyor. Olmayan fotoğraflara rağmen oranda uyuyuşunu dün gibi hatırlıyorsun mesela.
Uçağın kalkış saati yaklaşıyor. Uzun uzun bakışıyor, ağlaşıyor, vedalaşıyorsunuz. Bütün görüntüleriniz içinde en sevmediğin görüntü bu. Bir daha yüz yüze hiç görüşemiyorsunuz.
Üniversite bittikten yıllar sonra epeyce yaş aldığın bu dönemde artık iyi Türkçe konuşabiliyorsun. Öyle ki ona olan özlemini onun sana olan özlemiyle birleştirip “özleşmek” sözcüğünü türetebilecek, bu sözcüğün yoğunluğunu hissedebilecek denli Türkçeye hakimsin artık. Ama ürettiğin hiçbir sözcüğü ona fısıldayamıyorsun, o da sana öğrendiği yeni sözcükleri fısıldayamıyor. Arada bunca yol ve yıl varken fısıldaşamazsınız artık.
Yine de bazen yazışıyorsunuz onunla, kimi zaman Türkçe kimi zaman İngilizce ama artık sadece sözcüklerle anlaşıyorsunuz. Her yazışmayı “görüşürüz” diye bitiriyorsunuz.
edebiyathaber.net (23 Nisan 2024)