Hava kapandı iyice. Fitnat Hanım’ın evine geçtim. Bu evde hasta bakıcılığına yeni başladım. Kötürüm olan, hafızasını kaybeden yaşlı hastalara masajlar yaparak bu alanda tecrübemi geliştirdim. Felçli kocamı kısa bir süre içinde kaybedince kendimi bu mesleğe adadım. Onu kurtaramadım ama başkalarına yardımcı olabilirdim. Sertifikalarımı çerçeveleterek evimdeki duvarlara astım. Evdeki oğlum sertifikalarımla övünüyor ama o bir sınava gireyim de kendime bir iş edineyim demiyor. Ona bakıyorum. Benim verdiğim üç beş kuruş harçlığa tamah ediyor, bir de internetin fişini kesmeyeyim dünyada benden iyisi yok. Kendine kurduğu sanal âlemde arkadaşlarıyla konuşuyor, eğleniyor. Bana gelince sus pus.
Salondaki çiçek desenli güneşlikleri açtım. Marketten aldığım poşetleri hanımın yanında açmak kendi aramızda geliştirdiğimiz bir ritüele dönüştü. Eve gelince fark ettim. Uğradığım marketlerden birinin, bakliyat reyonundan yine yırtık bir poşet seçmişim. Ambalajı yırtıldıktan sonra herhangi bir market görevlisi tarafından yeniden yapıştırılmış, içindeki miktarı azalmış arpa şehriyeden almışım. O yırtık yerden, büyük market poşetimin içine dökülmeye başlamış şehriyeler. Ucuz diye aldığım bu kaçıncı yırtık ambalajlı ürün? Gözlüklerle bile iyi göremiyorum artık. Sen şimdi konuşabilsen, bu durumuma acıklı cümleler kurardın. ‘Bak bakıcım yaşlandı, gözleri iyi görmüyor,’ diye. Öbür ayki maaşımla daha iyi bir göz doktoru buldum ona gideceğim Fitnat Hanım. Sen hiç meraklanma.
Dur bakayım, şu uzun fişe. Bu ara en çok, uzun alışveriş fişlerini okumak hobim oldu. Ambalajı yırtık ve üzeri bantlanmış ürünlerin fiyatlarının düşmesi gerekiyordu. Hah bak, fiş de bunu kanıtlıyor ama bu üründe hiçbir fiyat değişikliğine gidilmemiş. Altı üstü bir arpa şehriye deme, bu nahoş durumu bildireceğim gıda timlerine. Marketlerden bu tür bir uygulamayı da kaldırsınlar. Nerde şu telefon? Hay Allah! Numara meşgul sonra yine ararım…
Market ürünlerinin, üç beş kuruşluk indirim çizgilerine baka baka gözlerime siyah çizgiler indi. Eski fiyatların üstüne indirilen o siyah çizgiler gibi, hayatımda da üstüne çizgi atıp değerini düşürmek istediğim anılarım oldu. Sen bunları bilmezsin tabii. Nereden bileceksin? Küçükken hatırlıyorum da, mutfak dolaplarının içindeki kapitone örtülerin duruşu, bardakların tabakların nizamı, camların lekesiz olması, çamaşırların tiril tiril olması, ütülenmesi her şeyden mühimdi üvey annem için. Mahallenin efradına her zaman kusursuz ve temiz gözükmeliydi. İçeridekilerin iç dünyasında ne olursa olsundu! Nasılsa zalim hayat, değişmez, acı kaidelerini çocuklarının kafalarına vura vura, kalplerini küçülterek hatırlatırdı. Plüton gezegenini bile gezegenlikten çıkarmayı bilen evren, onları da ya sınıf atlatır ya da sınıfta bırakırdı. Zannımca, çocuklarım ya benim kadar güçlü olmazlarsa, diye bir ihtimali içinden dahi geçirmezdi. Şimdi bunları düşündükçe belki de hayatım beni böyle zorlamasaydı bu kadar güçlü olduğumun farkına bile varmazdım. Güçlendim işte, filizlendim.
Fitnat Hanım gördün aldıklarımı, fişi de çekmeceye bıraktım. Kızın gelince gösteririm. Susadın mı? Parmağını kaldırdın. Sürahideki su bitmiş, arıtmadan doldurayım hemencecik. O ara ev delikanlısı oğlum aradı. Arkadaşlarıyla oyun oynayacaklarmış, eve ne zaman geleceksin? diye soruyor. Oyundan başka bir dünyası yok. Benim gördüğüm dünya sanki çok farklı, her şey oyunlar üstüne kurulu. Ne kadar iyi oynarsan o kadar yerin var bu âlemde. Üstüme iyilik sağlık. Bu gece buradayım, dedim. Gizli bir sevinçle tamam annem, deyip kapattı telefonu. Bugün beraberiz. Yere yaydığım paketleri, çayı, şekeri, unu mutfaktaki dolaplara yerleştirdim. Fikrimin ince gülü şarkısını açtım. Ocağın altını yaktım. Kereviz yemeğini çıkardım. Hanımımın çorbasını kâseye boşalttım, ılıyıncaya kadar kendime de bir kâse çorba koyarak mutfak masasındaki sandalyeyi çektim. Nasıl acıkmışım, içim ezilmiş. Kepek ekmeğinden bir dilim yedim, bir tane daha yiyesim geldi ama tuttum kendimi. Şekerim yükselirse işimden olurdum. Ev gencine de, bana da kim bakardı? Tepsiyle içeri geçtim. Fitnat Hanım’ın sırtını usulca yastığa dayadım. Yemek yerken önüne koyduğum ufak masayı nazikçe yerleştirdim. Önlüğünü bağladım. Hanımımın mavi gözlerine baktım, bugün çok güzel bir yayla çorbası pişirdim, şifa olsun sana inşallah, diyerek saçlarını okşadım. Ak saçları okşanınca çocuk gibi nazlanırdı. O tatlı tebessümü belirdi uzun yüzünde. Yavaşça çorbasını içirdim. Kereviz yemeğinden çok yemek istemedi, zorlamadım. Arada şarkımızı da söylüyordum. Ölmeden önce kocam, keyfi yerinde olduğunda bu şarkıyı söylerdi bana. Ne çok özlüyorum onu, adam gibi adamdı, bir gün incitmedi beni, mekânı cennet olsun garibimin. Bu evde de ikimizin şarkısı oldu hanımımla.
Mutfağa geçtim tezgâhın üstünü toparladım, makineye yerleştirdim bulaşıkları. O an telefonum çaldı. Bir polis memuru, semt karakolundan arıyormuş, oğlumu tutuklamışlar. Hemen gelmeliymişim. Arkadaşı ehliyetsiz araba kullanırken ufak bir kaza yapmış, oğlum da yanındaymış. Kapattım telefonu. Donakaldım. Bir müddet boş gözlerle duvara baktıktan sonra hanımın büyük kızını aradım. Vaziyet-i ahvalim böyle, dedim. Fitnat Hanım’ın yanına acil biri gelmesi lazım, diye ekledim. Büyük kız, önce kem küm etti sonra iş yerinden izin alayım, gelirim, dedi. Bekle Allah bekle. Evin içinde şuursuzca dönüp durdum. Fitnat Hanım uyumuş, kapıyı aralık bıraktım. Kafamda kuyruğu birbirine dolanan tilkiler döndü durdu. Gitmesem, oğlanın burnu sürter belki. Kendine bir iş bakar ya da adam akıllı oturur da sınava çalışır. Şu yaştayım karakol yüzü görmedim. Şeytan diyor, bırak orda, sürüm sürünsün. Gelgelelim, her insana böyle musibetler bir ders de olmuyor. Trafik kazası mı? O ne ki? Sağ dizim sızlamaya başladı. Uzandım büyük koltukta. İçim geçmiş. Zilin sesiyle fırladım yerimden. Hanımın kızı, işin biterse, dönecek olursan haber ver, dedi. Bir gideyim de.
Durakta bekledim. Gri beyaz bulutlar içini bir dökse, patlasa büyük bir sağanak sanki içimdeki düğümler de çözülecek, onunla beraber süzülüp gidecek. Boğucu, kararsız bir hava. Yağamayan yağmur taneleri, göz bebeklerime mesken oldu. Gözlerimi ovuştura ovuştura karakola vardım. Oğlumun ifadesini alarak salıverdiler, arkadaşının ailesi orada kaldı. Gelirken gözüme oturan keder, bu sefer dilime vurdu. Söylene söylene yürüdüm. Bu söylenmeler yalnızca o an kendimi rahatlatmaya yarıyordu. Görmediklerimi yaşatma bana. Artık hayatının sorumluluğunu da al, oğlumla ben de gururlanayım. Olmaz mı? Yine umarsızlığınla kendin çal, kendin oyna, deme bana. Sonra sustum. Boynu bükük haline acıdım, olayı baştan sona anlatmasına izin verdim. Otobüse bindik. Şimşekler çaktı, mübarek indirmeye başladı. Neme lazım, belki düzelirdi her şey…
Geç oldu gitmedim hanımıma. Bugün gece nöbeti parasından da oldum. Kapıyı açınca vestiyerin üstündeki internet faturasına baktım, kota aşıldığı için kapatmışlar interneti. Bizimkinin yüzü iyice düştü. Mutfağa geldi. Birlikte yemek yapmaya koyulduk. Onunla yıllardır görüşmüyormuşuz gibi sohbet ettik yemek masasında. İnternet meğer bizi aynı evin içinde birbirimize karşı ne çok yabancılaştırmış. Aramızdaki görünmez suskunluk perdesi indi, yok oldu. Sohbetini özlemişim kınalı kuzumun. Bu dünyada ondan başka kimim var?
edebiyathaber.net (29 Haziran 2023)