Öykü: Süt beyazı | Gamze Haklı Geray

Mart 18, 2025

Öykü: Süt beyazı | Gamze Haklı Geray

 

“Sakın dokunma perdeye” dedi. “Işık rahatsız ediyor. Zaten görecek bir şey yok dışarıda. Karşıdaki kasap aynı saatte açıyor dükkânı, gelen giden müşterisi belli. Yandaki şarküterinin de taze değil ürünleri. Komşuya hırsız girmeye niyetlenmiş, şükür farketmişler.”

“Nereden biliyorsun?” diye sordum. Annem mahallenin muhtarı gibi olan bitenden haberdar.

“Kapıcı söyledi. Geçen akşamüstü uğradığında. Banyodaydın duymadın tabi. Sokak kaynaşıyor, gürültüler, kornalar, haberin yok. Başım tutuyor gün boyu. Kaçta gelir senin kız? Geç kalmasa bari. Zaman kötü.”

“Gelir anne. Merak etme sen.”

“Ana kız kaygısızlar”

Ayaklarım son yıllarda en çok mutfağa sürükledi beni. Yine oraya yöneldim.

“Çay istemem” diye seslendi arkamdan. “Midem yanıyor. Ne var başka?”

Evde kafe işlettiğimi düşünüyor. “Efendim” dedim, “meyve suyum var, Türk kahvesi yapabilirim, kakao. Ne istersin, ne sunayım sana?”

“Eskiden dünya güzeldi. Hayat basit, insanlar saygılıydı. Şimdi çeşit bol ama her şey tatsız. Kapımız bacamız açıktı. Birbirimizi bilir, yalnız bırakmazdık. Artık giden gelmiyor. Kız geç kalmasa bari.”

“Bırakıp gitmek ne tatlı hüzündür” diye fısıldadım. “Rahmetli babamı da erkenden uğurladın.”

“Ne dedin sen?”

“Yok anne demedim bir şey.”

Jülyet’in Romeo’suna söylediği gibi ayrılık öyle tatlı bir keder ki. Tabii balkonda aşk fısıltıları dinliyorsan. Gerçek hayatta laf yetiştirmeye çalışırken tatlılıktan eser kalmıyor.

“Gençlikte çok yorulduk. Hayat zordu. Şimdi öyle mi?”

“Şimdi daha zor anne.”  

“Hatırlıyor musun, siz küçükken gittiğimiz bir sahil vardı. Kumul kraliçesi gibi beyaz beyaz çiçekler açardı.”

“İsteyince hafızan gayet iyi maşallah.”

“Toplamak isterdiniz. Üç kardeş kuzenlerinizle nasıl da didişirdiniz.”

“Kum zambakları koruma altında” dedim. “Koparmanın cezası var.”

“O zaman siz ceza meza bilir miydiniz?”

“Bilmez olur muyuz hiç anne” diye mırıldandım, “Elbette bilirdik, cezayı da yasağı da. Süt dökmüş kediler gibi gıkımız çıkmazdı.”

“Hafızam oyun oynuyor demek bana. Konuşmayı da unuttuk. Kimse kimseyle konuşmuyor ki artık. Ağzını açmaya aciz.”

“Kim?” diye sordum.

“Senin kız. İşi gücü telefonuyla, makinayla.”

“Ne yapsın çalışıyor anne.”

“Öyle çalışma mı olurmuş. Elinden telefon düşmüyor. Sessiz sedasız yazıp duruyor. Sorsan mesaide. Hiç anlamıyorum bu nasıl çalışma.”

“Bana mı gammazlıyorsun torununu?”

“Yok tabi de” dedi.

“Hibrid çalışma bu, biraz işte, biraz evde.”

“Daha genç. Başı boş kalmasın. Düşer biri peşine, önlem almalı, takip etmeli.”

“Ne takibi anne? Koca kız. Ne isterse yapar, nereye isterse gider.”

“Pek iyi biliyorsunuz her şeyi. Babasını da ara ki bulasın. Karabatak misali. Kim bilir hangi âlemde? Yelek ilk düğmeden nasıl iliklenirse öyle devam eder.”

“Aman anne”

“Aman tabii. İşinize gelmeyince amanlar uçuşuyor. Gençliğinizden beri söylemekten dilimde tüy bitti. Aile önemli diyorum ama sesimi duymayanların arasında yaşıyorum. Sahip çıkın birbirinize. Yüz kez de bin kez de tekrarlasam nafile. Bağıracak gücüm yok valla.”

“O zaman arada etrafında fır dönenleri, seni gerçekten görenleri farketmeye başla artık.”

“Gel benim yaşıma görüşürüz o vakit.”

“Kısmetse ama sanmam.”

“Ağzından yel alsın” diye somurttu.

“Bütün gün oturmaktan sıkılıyorum. Böyle miydim hiç? Beni bu ev bitirdi. Duvarlar bitirdi.”

Mahalle mahalle gün gezerdim diyecek. Kaçırdıklarına ayrı sızlanacak. Konu konuyu açacak. Gidemediği kentlerle yaşayamadığı hayatları uzaktan seyretmenin ağırlığını omuzlarımıza bırakacak.

“Kalk turla biraz diyorum, istemiyorsun.”

“Evde olmaz. Benim mekânım sokak. Eskiden İnci’de profiterol yemeğe giderdik. Kapısında uzun kuyruklar birikirdi. Tadına doyum olmazdı. Mutfakta tatlı var mı? Ağzım sulandı.”

Bol çikolatalı profiterol aşermesinden korkmadım desem yalan olur. Zeus Olimpos Dağı’nda bulduğu minik Herkül’ü Hera’nın kucağına bırakmış. Çocuk açlıkla Hera’nın süt dolu memelerine öyle sıkı sarılmış ki yere damlayanlar beyaz zambaklara dönüşüp toprağın süsü olmuş.

“Yok anne tatlımız. Süt vereyim istersen. Ilık ılık iç.”

“Bebek miyim ben ayol?”

“Hem tatlı şekerini yükseltir biliyorsun.”

“Yükselirse yükselsin. Sıkılıyorum böyle oturmaktan.”

“Ne yapalım, sokak sokak dolaşalım mı?”

“İstemem tamam” dedi. Herkesin keyfi yerinde anlaşılan. Sıkılan tek benmişim.”

“Çok şükür sağlığın yerinde.”

“Çok şükür tabi de.”

Az kaldı. Ne ara paşa kadısı gibi kuruldun o köşeye diyecekler bana da bir gün. Kim düşünürdü asi ruhlu kızın evde bakıcılık yapacağını? Her istediğini koşulsuz yerine getiren, sana yarenlik eden bir robot olsa. Sabırla uğraştığını hayal edebiliyorum. Annem anlattıkça anlatıyor. Robot aynı hikâyeyi en az on kez dinlemekten yakınıyor. Annem “Ne var bunda? Sen kendi güncellemelerini yapmazsan ben de eskileri tekrarlarım” diyerek robotla dalga geçiyor. Öyle bir cihaz bulsam şimdiden edinirdim. Geleceğe en sağlam yatırım diye saklardım köşede.

“Gideyim bakayım dün yaptığım peynirli çöreklerden kaldı mı?”

“Varsa getir” diye seslendi arkamdan.

“Baban biliyorsun kontrol etmeden duramazdı. Ne giyeceğime, ne pişireceğime, kiminle konuşacağıma karışırdı. Çok şükür evimi ailemi bildim, her şeyden üstün tuttum. Yüreğe de sabır gerek.”

“Ben beceremedim ama pişman değilim.”

“Şimdikiler beceremiyor” dedi.

“Babanın disiplininde sevgi vardı. Hissettirmese de kendi bildiği şekilde severdi sizi. Yokluğuyla önemli bir parça eksildi evden. Allah rahmet eylesin, ne diyeyim. Allah onun ömrünü size versin.  Hah kapı tıkırdadı. Senin kız gelmiştir. Koş aç bakayım. Kesin yine anahtarını evde unutmuştur dalgınlıktan.”

edebiyathaber.net (18 Mart 2025)

Yorum yapın