Öykü: Tatilde | Hasan Hüseyin Akkaş

Ocak 9, 2025

Öykü: Tatilde | Hasan Hüseyin Akkaş

Dış demir kapıyı açtıktan sonra iç kapının anahtarını yuvaya soktum, çevirmeye çalıştım dönmedi. Biraz paslıydı, önceki yıllardan biliyordum, hafifçe zorlamak gerekirdi, öyle yaptım, gene dönmüyor kilidin dili. Anahtarı çıkarıp tekrar yuvaya yerleştiriyorum, sağa ya da sola doğru oynatmaya çalışıyorum olmuyor. Anahtarı daha sert döndürmeye çalışıyorum, nafile. Zorladıkça sinirleniyorum, sinirlendikçe zorluyorum, insafa gelmiyor lanet kilit. Kayınvalidem denemek istedi, ben çekildim o geçti kapının önüne. Besmele çekti, anahtarı yavaşça sağa sola çevirmeye çalıştı olmadı, tekrar denedi başaramadı. Eşim geri kalır mı o da şansını denedi, açamadı kapıyı. Bu arada ilçeden aldığım ılımaya başlamış kırmızı Tuborg’u açmış ve hırsla içmeye başlamıştım.

Ne yapmalı, tabii ya teyzemi aramalıyım, sanmıyorum ama belki biliyordur kapının kilidinin anahtarla nasıl dönüp de açılacağını. Aradım, telefon çalıyor cevap vermiyor, kim bilir ne yapıyor. Tekrar sarıldım biraya, yarıyı geçti teneke kutu. Ter yürüdü gövdemden, iman tahtam ıslandı, aşağı doğru damlalar süzülmeye başladı. Üstümdeki tişörtü çıkarıp attım demir sedirin üstüne. Öğlenin sıcağı, yoldan yeni gelmişiz, soyunup döküneceğiz, duş alıp rahatlayacağız, kapı açılmayınca sinirlerim zıpladı. Sokağa çıktım, sağa sola bakıp çilingir reklamı aradım yok. İkinci denememde teyzem telefonu açtı çok şükür. Kapı kilidinin dönmediğini, anahtarın doğru olduğundan emin olduğumu söyledim. Bazen dilin takıldığını ama birkaç denemeden sonra açıldığını söyledi. Ben konuşurken eşim ve kayınvalidem kapı ile uğraşıyordu. Açamazsak ki açamıyoruz ne yapmamız gerektiğini sordum. Demirci Kazım Usta var dedi, onu ararsam bir şekilde çözüm üretebilirmiş, telefonunu marketten alabilirmişim, teşekkür ettim, kapattık telefonu. Kutuda kalan artık ılımış son bir iki yudumu da mideye indirdim, hanım valizden bir tişört çıkardı, giydim ve markete gittim.

Market serindi, klima çalışıyor, asık yüzlü kadın sahibesi içeride dolaşan püfür püfür havayla keyif mi çatıyor yoksa can sıkıntısından patlıyor mu anlaşılmıyordu. Filanca sokaktaki şu numaralı yazlığa misafir geldiğimizi, kapıyı açamadığımızı, Demirci Kazım Usta’dan yardım isteyeceğimizi, telefon numarasını almak istediğimi söyledim. Cep telefonunun rehberinden numarayı buldu, küçük bir kâğıda yazdı ve uzattı. Teşekkür edip çıkarken alkollü içecek dolabına ilişti gözüm, tereddüt ettiysem de dolaptan bira aldım, kasaya gittim parayı uzattım, üstünü aldım ve çıktım. Aramızda diyalog olmadı sadece ben konuştum. İnsan hoş geldiniz der, nerden geliyorsunuz der, teyzemi tanıyordur muhakkak, yalandan bir iki şey sorar. Allah koymuş taş gibi oturuyor kasada. Hemen açtım buz gibi birayı, büyük yudumlarla içerken kadının kocasının trafik kazasında vefat ettiğini hatırladım, teyzem bahsetmişti. Gerçi kocası sağken de suratsızdı ya neyse bana ne canım. Bira kutusu elimde yazlığa döndüm.

Numarayı tıkladım, çalıyor ama açmıyor. Açılmayan telefonlardan nefret etmeye başladım. Yahu aranıyorsun işte neden açmıyorsun mereti. Neyse soğuk biram var, lıkır lıkır içiyorum, sekiz saatlik yorucu yolculuğun acısını da bu arada çıkarmaya çalışıyorum. Göz altından hanıma bakıyorum, yine başladın şu merete diyecek mi diye. Yok, oralı değil oğlanla ilgileniyor. Az sonra bir daha aradım, beyimiz açtı nihayet. Yazlığın bulunduğu sokağı ve numarasını söyledikten sonra anahtarın dönmediğini, kapıda kaldığımızı, yardım edip edemeyeceğini sordum. Adam çilingir çağırmamız gerektiğini, kendisinin demirci olduğunu, yardım edemeyeceğini söyledi. Burası yazlık dedim çilingir en yakın ilçede bulunur, kim bilir ne zaman gelir şimdi arasam bile. Lütfen dedim kapıda kaldık, sekiz saatlik yoldan geldik çoluk çocuk bekliyor sıcağın altında bir çaresine bakar mısınız deyince Nazan Teyze’nin neyi olduğumu sordu, yeğeniyim dedim, yarım saate geliyorum, elimde iş var dedi. Oh nihayet, sorunumuz çözülecek. Telefonu kapattıktan sonra ayırdına vardım, bir yaşındaki oğlumun huzursuzlandığını. Hanıma neyi olduğunu sordum, hiçbir şeyi olmadığını, karnının da tok olduğunu, yalnız biraz kızardığını ve terlediğini söyledi. Hava değişimi dedik hep birlikte, geçer. Hele bir üstü başı değişsin, serin bir duş alsın rahatlayacaktır. Kayınvalidem oğlanı kucağına alıp pışpışlamaya başladı, üzerinde sadece atlet var, terlemiş, atleti değiştirdiler, sesi kesildi şimdilik.

Markete gidip soğuk su ve meşrubat aldım bizimkilere. Gölge var ama öğlenin sıcağı, yol yorgunluğu derken hayli yıprandık. Getirdiğim içeceklerle biraz serinlediler. Marketten aldığım birayı bitirmiş ve bir tişört daha değiştirmiştim. Aradıktan kırk dakika sonra Demirci Kazım Usta geldi. Kara kuru, uzun boylu, sıcaktan kavrulmuş teniyle neredeyse zencileri andırıyor. Uyanık birine benziyor, ön kanım bu. Kapıyı kontrol etti, pas bağlamış açılmaz, çilingirin işi dedi. Teyzemin onu tavsiye ettiğini ve bir hal çaresine bakması gerektiğini söyledim, dilimin sürçtüğünün ve kafamın hafiften iyi olduğunun farkına vararak. Adam bana, valizlere, oğluma ve hanımlara göz gezdirdi, hiçbir şey söylemedi, motosikletinden keskiyi ve çekici alarak döndü. Başladı keski ve çekiç marifetiyle kilidi kırmak için vurmaya. Kilit böyle mi açılır, adam resmen kilidi kırarak açacak, başka ne yapabilirdi ki böyle bir durumda. Yandaki ve karşıdaki komşular kulak kesildiler ne oluyor diye. Sabırla bekledik. On dakika sonra kilidi kırarak kapıyı açtı. Çok şükür, bizimkiler içeri taşınadursun ben sadede gelerek borcumuzu sordum. Elli lira versen yeter demez mi. Elli mi, elli lira çok para abi, beni buradaki zenginlerden sanma, alışmışsınız ağzınızı doldurup istemeye diyecektim ki hanım geldi yanıma, sende yoksa ben veririm dedi itiraz etmemi engellemek için. Dikleneceğimin ve belki de tartışma çıkacağının farkına varmıştı. Çıkardım elli lirayı verdim, def olup gitti adam. Şimdi bir de kilit masrafı çıktı, yeni kilit ısmarlayıp, takmalı. Neyse canım ufak tefek masraflara kafa yormaya değmez.

Valizler yerleştirildi, duş alıp istirahat edildi. Klima olmadığı için serinlemek mümkün olmadı. Teyzemin eli sıkı değildir ama klima konusunda farklı düşünür, kendisi yazlığına ilkbahar ve sonbaharda geldiği için klimaya ihtiyaç duymadığını söyler. Peki, biz ağustos ayında Mersin’in sıcağında klimasız ne yapacağız. Bir de bacanağı ve baldızı davet ettim kendisinden izin alarak. Bekârken fark etmiyordu klimanın varlığı yokluğu, aile ile gelince vaziyet değişiyor. Hanıma söylemiştim klimasız olduğunu, kabul etmişti, gönlü otelden yana olsa da peki demişti yazlığa.

Öğlen sonu sıcağın tesiri azalınca denize gittik. Oh be hayat varmış. Deniz temiz berrak dalga yok, şezlongun gölgesi rahat. Hanım oğluma mayosunu giydirdi, güneş kremini yoğurt gibi sıvadı, bir güzel yedirdi tenine. Küçük beyin keyfi gıcır sesi çıkmıyor maşallah. Biramı açtım yudumluyorum keyifle. Kayınvalidem memnun, hanım keyifli daha ne olsun.

Akşam yemeğini yanımızda getirdiğimiz hazır şeylerle idare ettik, deniz acıktırmıştı, karnımızı doyurduk. Güneş aşıp da hafif bir rüzgâr çıkınca oğlanı arabasına yatırdık, marketten dondurmalarımızı aldık, çıktık gezintiye. Yazlıkçıların çoğu gelmiş, kepenkleri kapalı olanlar da var ara ara. Lüks arabalar var kapıların önlerinde, arabaların çeki demirinde küçük tekneler. Paranın gözü kor olsun, zenginlik başka şey anasını satayım. Öğrenciliğimden beri gelirim buraya. Sağ olsun teyzem ağırlar beni, en az bir ay kalır, keyfini çıkarırdım denizin ve güneşin. Kitaplarımı okur, günlük gazetemi eksik etmez, tembelliği kimseye bırakmazdım. Şimdi öyle mi, bir yıl boyunca çalış, otuz gün izni iple çek, sonra günler su gibi akıp gitsin iş başı zamanı gelsin, öbür sene yazı bekle dur. Yaşam döngümüz bu, herkes benim gibi, zengin olarak doğmak varmış şu dünyaya. Teyzemin durumu iyidir. Rahmetli kocasından epeyce mal mülk kaldı. Bir oğlu var o da Amerika’da, üç beş yılda bir gelir. Teyzem yazları muhtelif yerlerde ilkbaharı ve sonbaharı ise burada geçirir. Esnafı tanır, her işini hallettirir paranın gücüyle.

Sivrisinekler çoğalınca eve döndük. İlaçlama yapıyorlar ama etkisi oluyor mu bilmiyorum. Sıcakta çay zor içilse de onsuz olmuyor. Bir demlik çay demledim, hanım ve kayınvalidem birer bardak içip bıraktılar, usanana, demliği bitirene kadar içtim. Çay faslı bitince ilçeden alıp buzdolabına yerleştirdiğim biralardan çıkardım bir tane. Televizyonda da güzel bir sinema filmi başladı, biramı içerek izlemeye başladım. Bizimkiler üst katta yatacaklar, bana salonda kanepede yatak yaptılar, onlar yukarı çıkınca keyfime baktım. Bakarken dalmışım. Müdürle kavga ediyorum, iki hafta sonra ayrıl izine, işler yoğun diyor. Ben itiraz ediyorum, tatil yerimi ayarladım gitmem lazım, yerime bakacak adam çok, kasıtlı yapıyorsun diyorum. İzin kâğıdını imzalamam nasıl gideceksin diyor, imzalayacaksın mecbursun iple çekiyorum tatili diyorum. Adamın imzalamayacağım haydi bakalım ne halin varsa gör demesiyle üzerine hırsla yürürken ağlama sesiyle gözümü açtım.

Oğlan hanımın kucağında ağlıyor, o ha bire pışpışlıyor ama kararlı bir ağlama bu, susacağa benzemiyor. Ne olduğunu sorduğumda memeyi tutmuyor, hiç böyle yapmamıştı diyor. Toparlandım, bira kanepeye dökülmüş, televizyon ekranında siyah bir nokta. Hay Allah uyuyakalmışım. Oğlanı aldım kucağıma bir o yana bir bu yana gezdiriyor ve “dandini dandini dastana” söylüyorum, bana mısın demiyor. Kayınvalidem iniyor aşağı, o da şaşkın, karnının aç olabileceğini söylüyor. Mama yapıyorlar yemiyor, ağıda devam ediyor. Televizyon dikkatimi çekti, kanal değiştirmeye çalıştım, tepki yok, kapatıp açtım gene aynı, bozuldu mu yoksa fişini çektim sabah bakarım. Sabaha kadar uyutmadı bizi, her birimiz yorulana kadar kucağımızda tuttuk, ortalık ışırken daldı uykuya biz de uykulu gözlerle yattık yerimize.

On bir buçuk gibi ancak uyandık. Hanım kanepeyi toplarken söylendi haklı olarak, birayı dökmüşsün, kadın demez mi evi ocağı batırmışlar diye dedi. Kahvaltıdan sonra silebileceğimi söyledim. Biberon gibi yanında taşıyorsun mereti, tamam tatildeyiz iç ama ölçüyü kaçırma dedi. Beklenen salvo geldi, ne zaman söylenecek diye bekliyordum zaten. Sükût geçtim. Uykuluyuz haliyle. Marketten alışveriş yaptım, kahvaltımızı yaptık. Oğlanın keyfi yerinde görünüyor, emmediğini söylüyor hanım, sadece mama yiyor, bu da yeni huyu. Bebekler sürekli huy değiştirirler derler haklılarmış eski insanlar. Televizyon geldi aklıma, akşam ekranın ortasında siyah bir nokta vardı gene öyle mi acaba. Fişi taktım, yine aynı siyah nokta hareket yok, büyük ihtimal bozuldu. Hemen telefona sarıldım. Teyzemin numarası tıkladım, açtı, televizyonun bozulduğunu, ne yapmamız gerektiğini sordum. Televizyonun çok eski hatta yazlıkla yaşıt olduğunu, bozulmasına şaşırmadığını söyledi. Beyaz eşyaya bakan Hakan Usta var dedi, marketten numarasını al, ara ve adımı vererek yeni bir televizyon getirmesini söyle dedi. Teyzeme şükranlarımı sunarak kapattım telefonu, doğru markete gittim. Numarayı aldım, adamı aradım, teyzemin adını, sokağı, evin numarasını vererek, yeni bir televizyon istediğimizi söyledim. İlçede servisi olan markanın televizyonunu getirebileceğini söyledi, olur dedim. Ekran boyutunu sordu, hemen eve geçip yaklaşık boyutu verebileceğimi söyledim. Eve geçtim ve ekran boyutunu da verdim, birkaç güne gelir dedi.

Markete gitmişken bira almayı ihmal etmedim tabii. Üst üste iki bira gönderdim serinlikten hazzeden mideme. Saat dört oldu, denize gitme zamanı geldi ama içimizde istek yok uykusuzluk yordu bizi, istirahat ediyoruz. Hanımlar sen git, biz oğlanla ve yemekle uğraşalım dediler. Gönülsüzce denizin yolunu tutmadan önce dolaptan bira aldım, sahile inip şezlonga oturdum. Denize girme niyetim yok, biramı içer biraz dinlenir dönerim. Yanında kadın olmadan, sahilde oturmak üstelik bira yudumlamak biraz kabaca geliyor doğrusu. İnsanların aldırdığı yok, ben öyle hissediyorum. Rahatım çok şükür, teyzem her eksiğimizi gideriyor ya da çözüm yolunu gösteriyor. Oteller dünyanın parası, tek maaşla otele gitmek bütçemi sarsardı iyi oldu. Hanımlar memnun kalırsa her yıllık iznimde geliriz buraya. Klimasız olması, hanımların mutfaktan çıkamaması sorun, bulaşık makinesi de yok, ne yapalım katlanacağız.

Akşam yemeğini yedikten sonra gezintiye çıktık. Marketin yanında restoran var, menüye ve fiyatlara göz attık. Birkaç kez akşam yemeğimizi burada yiyebileceğimizi söyledim. Lütfeder gibi hissetmeme neden oldu bu önerim. Hanım yarı şaka yarı ciddi birayı az içersen restoran parası çıkar dedi. Haklıydı, söyleyecek bir şey bulamadım, kendimi savunmaya çalışsam daha da batardım, en iyisi susmak, hak vermek. Siteyi bir ucundan diğer ucuna kat ettik. Oğlan arabasında, keyfi yerinde. Hanım bizim de buradakiler gibi bir yazlığımız olsa yazları gelsek, uzunca kalabilsek diye iç geçirdi. Yazlığımız olmasa da teyzem sağ oldukça bu yazlığa gelebileceğimizi söyledim. Orası öyle ama kendi malın başka, istediğin tadilatı yapabilirsin, klima bile yok baksana, şimdiden terden yıldım dedi, kayınvalidem destekledi. Ben de isterdim dedim, halimiz vaktimiz böyle ne yaparsın, tek maaşla bir şey sahibi olmak zor. Hanım çalışmadığına bozulduğumu zannediyor ama alakası yok. Oğlumuz biraz büyüsün o da iş bakıp çalışacaktır, çift maaşla daha iyi geçinir ve birikim de yapabiliriz.

Ondan bundan sohbet ederek eve dönüyorduk ki sokağın girişinde balıkçıya rastladık. Yeni tutulmuş balıklar yüzümüze gülümsüyor. Üç çipura aldım, güzel bir balık ziyafeti çektik, rakı balık iyi olurdu belki olsun bira da iyi gitti balıkla. Ertesi gün bacanaklar gelecekti. Sordun mu dedim hanıma hazırlıkları tamam mıymış, saat kaçta yola çıkacaklarmış. Sabah saat beşte yola çıkacaklarını, öğle üzeri gelmiş olacaklarını söyledi. Ellerinde haritaları var, sitenin adını, ilçeye uzaklığını detaylıca tarif ettim, kazasız belasız gelirler umarım. Çay faslından sonra istirahate çekildik. Bu sefer kanepede bira yok, televizyon yok, gönül ferahlığıyla uykuya daldım.

Hanımın sesine uyandım, yine uyumuyor bu, emmediği gibi ağıtı da kesmiyor dedi. Uykunun tatlı yerinde, dikti bizi ayağa. Ne oldu bu çocuğa yahu, çak nadiren ağlayan çocuk, birdenbire ağıtçı kesildi başımıza. İşimiz var her gece böyle olacaksa. Emmiyor, meme ile cebelleşiyor, tutacak gibi istekli davranıp aniden reddediyor dedi hanım. Annem ne diyor dedim, meme reddi olabiliyormuş çocuklarda, ememediği için uykuya da dalamıyor dedi. Çözüm ne dedim, bilmiyorum dedi. Az sonra kayınvalidem indi uykusuz gözlerle, o da şaşkın. Yazlıklar neredeyse bitişik – aralarda daracık geçitler var – olduğu için komşuların rahatsız olabileceği geldi aklıma. Sabaha kadar çocuk ağlarsa kimse uyuyamaz. Ne yapacağımızı bilemedik. Elden ele sabah ettik.

Kahvaltı, dinlenme saati derken öğleyin baldız ve bacanak geldi. Tatil moduna girmişler, keyifleri yerinde, baldız oğlanı kucağından indirmiyor. Bacanağa bira açtım, yolculuğun nasıl geçtiğinden, iznin kaç gün olduğundan, işten güçten konuştuk. Hanım onlara kahvaltılık çıkardı, çay demledi, yeme içme derken deniz saati geldi. Bacanak denizi de siteyi de çok beğendi. İnternetten satılık yazlık var mı diye baktı sitede, birkaç tane çıktı, uçuk fiyatlar. Onun da böylesi yazlıklara sahip olma imkânı yok, biraz birikimleri olsa da yetersizmiş. Deniz suyu ılık, hava güzel, kâh denize girdik kâh güneşlendik, hanımın getirdiği atıştırmalıklardan yedik. Akşamüzeri yazlığa döndük. Herkesin keyfi yerinde, denizin yorgunluğu var ama tatlı bir yorgunluk bu. Tatil yapmak için bile yorulmak lazım. Yemek öncesi bacanakla biralarımızı içtik. Yemeğimizi yedikten sonra ikimiz siteyi turladık. Hanımlar bizi yakaladı. Dört mevsim buralarda yaşamanın keyifli olacağını düşündük. Hanımlar eğlence olmadığı için uzun vadede sıkılacaklarını, ara ara gelip gitmenin en iyi olduğu görüşünü savundular. Yazlığa döndük, bacanak klima sordu, olmadığını söyledim, sıcaktan nasıl yatıyorsunuz, çekilir mi burası Mersin dedi, idare ediyoruz dedim, garip karşıladı. Bacanağa da aşağıdaki diğer kanepeyi yatak yaptılar ve geç saatlere kalmadan uykuya çekildik.

Gece iki gibi mesaimiz başladı. Hanım oğlan kucağında aşağıya indi, gene emmiyor, uyumuyor, ağlıyor. Bacanak niye uyumadığını sordu, iki gecedir böyle yaptığını, sabahladığımızı söyledik. İyi de tatil dinlenmek içindir ağıt sesi dinleyeceksek sabaha kadar vay halimize dedi. Üzerine laf edemedik. Baldız ve kayınvalidem de aşağı indiler ve oğlumuzu sırayla pışpışlayarak sabah ettik. Sabah oğlan uykuya dalınca biz de yattık, öğleni buldu uyanmamız. Kahvaltıda bacanağın suratı düştü. Baldız mahcup, keyif ehlidir bu adam bilirim. Ortalıkta serin rüzgârlar esiyor sıcak havanın aksine. Denizden gelip yemeğimizi yedikten sonra bacanak bize müsaade başka planlarımız da var, arkadaşlar bekliyor filanca ilçede dedi. Siz bilirsinizden başka diyecek söz bulamadık, geldikleri gibi gittiler. Moralimiz bozuldu, hanım kardeşiyle konuşmuş, bacanak biz tatile mi geldik yoksa ağıt dinlemeye mi demiş, sabaha kadar ağıt çekemem ben, toparlan gideceğiz demiş. Gittiler, çocuk sahibi olmayanların çocuğa sabrı olmaz dedik. Öğlen sonu denize gitmeden televizyon geldi, adamlar kurdular, iyi bir marka değil ama idare eder.

Site doktoru geldi aklıma. Haftanın belirli günleri geliyordu, belki bugün de buradadır. Site yönetimine gittik hanım ve çocukla, doktorun birazdan geleceğini söylediler. Çok beklemeden doktor geldi, çocuğun emmediğini, emmeyince de gece sabahlara kadar ağladığını acaba bir yeri mi ağrıyor diye şüphelendiğimizi söyledik. Kadın doktor oğlumuzu güzelce muayene etti, karnını, sırtını dinledi, kulaklarına baktı, hiçbir şeyi olmadığını, turp gibi olduğunu söyledi. Meme emmediği için gece uyumuyor olabileceğini, bazen böyle vakalara rastlandığını, çok sürmeden geçeceğini söyledi, içimiz kısmen rahat yazlığa döndük.

Akşamımız sönük geçti. Bacanakların bir gece kalıp ayrılması, oğlanın sabahlara kadar uyumayıp ağlaması, hanımın yavaş yavaş artan huzursuzluğu tatili sorgulamama neden oldu. Tatil benim için tembellikten başka bir şey değildir. Biram ya masamın yanı başında ya da şezlongun yanı başında olmalıdır. Bekârlık hayatımda böyle yaşadım. Evlilik farklı, hanımın beklentileri var, çocuğun bakımı ve sorumluluğu ayrı bir husus. Yine tembelliğimi ediyorum ama huzurlu olduğumu söylemem zor. Bir de üst üste gelen aksilikler olunca tatil yavaş yavaş tatillikten çıkıp kâbusa mı dönüyor diye düşünmeden edemiyorum.

Gecenin ilerleyen saatlerinde hanım ve annesi diziye daldılar, oğlan sessiz sakin arabasında oynuyor, sivrisineğe aldırmadan dışarıdaki divanda biramı yudumlayan ben yoldan gelen cızırtıyla irkildim. Bildiğin cızırtı sesi, bu ses nereden geliyor diye sokağa çıktığımda az ilerideki direğin tepesinden çıkan kıvılcımları gördüm. Yahu bu nedir, yıllarca gelip gittim yazlığa ama böyle bir şeyle karşılaşmadım, ya elektrikler kesilirse, kısa devre yapar da evdeki elektrikli eşyalara zarar verirse. Hemen içeri döndüm, durumu bizimkilere anlattım, telaşlanmamalarını, hemen idareyi arayacağımı söyledim. İdareden nöbetçi görevli açtı telefonu, sorunu anlattım, durumun farkında olduklarını, fazla elektrik çekildiği için böyle bir sorun çıktığını, elektrik idaresine bildirdiklerini ve telaş yapmamalarını, geçen yıl da böyle olduğunu söyledi. Neyse beton direk yangın çıkmaz ama elektriğimiz giderse işte o zaman sorun.

Hanım çatışmak için uygun bir fırsat kolluyormuş. Çatışmak denmez buna, tek taraflı yaylım ateşi. “Ya ben sana ne diyeyim, bir hafta otelde tatil yapacaktık hepsi bu, bütçemiz yeterliydi. Ne yaptın ettin beni razı ettin bu köhne yere. Klima yok, elektrikler her an kesilebilir, sivrisinek kol geziyor oğlanın yemiş her tarafını farkında bile değilsin, ilgilenmiyorsun ki. Senin için biran yanında olsun, sırt üstü yat, hiçbir şey umurunda olmaz. Annemle benim ellerimiz sudan çıkmıyor, bulaşık makinası bile yok, bak, kardeşim bir gün tahammül edemedi bu köhne yere, benim canım yok mu? Oğlan uyumuyor, belki klimalı bir yer olsa o da rahatsız olmayacak, uyuyacaktı, burnumuzdan getirdin tatili. Gezecek görecek bir yer yok, böyle tatil batsın yere.” Sövdü saydı hırsını aldı, biriktirdiği, boca edilecek başka mevzular da varmış, onları da saçtı ortalığa, artık sen ne yaparsan yap. Kadınlar böyle, içlerinde tuttukları zehri kusmasını iyi biliyorlar.

Hanım’a siteyi gezeceğimi söyleyerek yazlıktan çıktım, arkamdan söylendiğini duydum, umursamadım. Bu havayla romantik bir gezinti yapacağım yok, denizden esen nispeten serin rüzgâra karşı içmek en güzeli. Markete gittim, üç bira, çerez ve cips alarak tenha bir yerde deniz kenarındaki şezlonga oturdum. Biramı açtım, yanımdaki atıştırmalıklardan yiyerek biramı yudumlamaya başladım. Bu yazlıkta güzel hatıralarım vardı. İlk burada âşık olduğum gibi, Nazım’ın şiirlerini de burada keşfetmiştim. İlk gençliğin anıları unutulmuyor, ilk aşklar. Ne güzeldi o günler. Geçim derdi yok, hayat gailesi yok. Öğrenci olarak etiketlenmişsin bir kere, senden bir şey bekleyen yok. Derslerini ver, okuluna git, keyfine bak. Yazları bir aydan az kalmıyordum teyzemin yanında. Öyle gürültü patırtıyı, yok diskoymuş, gece eğlencesiymiş sevmediğim için yazın güzel bir tatil yapıyor sonra ailemin yanına dönüyordum. Tatilden beklentim deniz, kum güneşti. Sükûnetten ve okumadan hoşlandığım için bunları da fazlasıyla buluyordum, değmeyin keyfime. Hatta âşık olduğum hatunun peşine bile düşmemiştim. Âşık olma hali başlı başına güzel bir şeydi. Şimdi o günler geride kaldı.

Biramı yudumlarken deniz yüzeyindeki ışıltıya bakarken, düşündüm. Tatili yarıda kesip memlekete dönsek, hem epeyce masraf yaptık hem de tatili yarıda kesince psikolojimiz iyice bozulur. Başka bir yerde otel ayarlayıp gitsek bütçemizi sarsar, altından nasıl kalkarız, bilmiyorum. Oğlanın sürekli ağlaması can sıkıcı, komşuları rahatsız ettiğimiz aşikâr, belki şikâyetçi olacaklar, bitişik yazlıkta sabaha kadar ağlayan bir çocuğa tahammül etmek zor. İkinci biramı içerken şezlongu yatırdım, yorgunluk ve uykusuzluk biranın etkisiyle birleşince uykumu getirdi. Biraz kestirmek hiç fena olmaz, üşüyecek değilim ya, buralar güvenli rahatsız eden de olmaz. Biramın son büyük yudumunu avurduma doldurduktan sonra gözlerimi kapattım.

Güzel rüyalara dalmıştım, ayağıma bir şeyin sürtmesiyle uyandım. Uyuz bir köpek cipsi aşırmaya çalışıyor, köpek cips yer mi, neyse, hayvanı ürküttüm, toparlandım, evdekiler merak eder. Son biramı da yudumlayarak evin yolunu tuttum. Hanım köpürmek için bir bahane daha bulmuş, bu sefer de nerede kaldığımı, merak ettiğini söylüyor, gelip oğlanla ilgilenmemi istiyor. Teyzemi arayıp klima taktırıp taktıramayacağını sormamı istiyor. O kadar da değil dedim, klimaya karşı bir tutumu var taktırmak istemiyor. Tamam, teyze anne yarısıdır, her şeyi istiyorum çekinmeden ama daha ileri gidemem. Ben oğlanla ilgilenirken lafı açtı. Kardeşi aramış, yakın bir tatil kasabasında aparta yerleşmişler, klimalıymış, her eşyası varmış, temiz bir yermiş. Eğer rahat etmek istersek biz de gelip bu apartta oda tutup kalabilirmişiz. Yeni bir yere gitmeye hiç niyetimin olmadığını, bu sene tatili unutmamızın en iyisi olacağını söyledim. O zaman gidelim buradan dedi hanım, dönelim evimize, böyle tatil olmaz, oğlan huzursuz, biz keyif almıyoruz, sadece senin keyfin yerinde. Laf sokmaya gerek yok, bira içmekle keyif yerinde olmaz ama haklısın dedim, benim de içime sinmiyor artık, oğlanın sağlığı, huzuru her şeyden önemli. Dönünce detaylı muayene ettiririz, belki ağlamasına çözüm buluruz. Hazırlanalım da sabah erkenden çıkalım dedim, anlaştık.

Teyzemin Alice Ceylon yaprak çayından termosa çay demledim. Elimizde bulunan malzemelerle yolluk hazırladık, telefonun saatini kurdum, erkenden istirahate çekildik. Oğlanın ağlamalarına aldırmadan uyumaya çalıştım. Telefonun zili çaldığında saat dört buçuktu. Hazırlığımızı yaptık, kapıları kilitlerken iç çelik kapıya kilit almadığımı hatırladım, dış demir kapı vardı bir şey olmazdı ama bunu yapmam gerekirdi, vah tüh diyerek yola koyulduk. İçimizde tatilin yarıda kesilmesinin burukluğu olsa da dönüşün ve hayatın rutinine dönecek olmamızın rahatlığı var. Mut civarında, yol kenarında yöresel ürün satan mekânlarda durduk. Hanım alışveriş yaptı, çam balı, harnup pekmezi yöresel peynirler filan. Bir yere oturarak kahvaltı yaptık, uykumu dağıtmak için demlediğim çaydan üç dört bardak içtim. Tekrar yola koyulduk.

Toros dağlarının manzarası muhteşem, yollar dar ve virajlı olsa da ihtiyatlı bir biçimde yolumuza devam ettik ve Sertavul geçidine gelince şiddetli bir mide bulantısıyla irkilerek arabayı sağa çektim. Hemen yere çömeldim yediğim birkaç lokma ile koyu çayı olduğu gibi çıkardım, içim dışına çıktı öğürmekten. Midemi boşaltıp rahatlayınca nefes egzersizi yaparak toparlanmaya çalıştım. Sertavul’un serin İç Anadolu havasını ciğerlerime doldurdum. Bu arada telefonum çalmış, hanım açmış, arayan teyzemmiş. Komşulardan her şeyi öğrenmiş, oğlanın uyumadığını, sabahlara kadar ağladığını. Hemen filanca ustayı çağırıp klima taktırsın ve bulaşık makinesi de ısmarlasın demiş. Telefonla konuşurken oğlan memeye yapışmış, tatile geldik geleli ilk defa emiyor. Hanımın keyfine diyecek yok. İçim boşaldı ben de ferahladım. Oğlanın tekrar emmesinden daha güzel bir haber olamaz.

Arabanın direksiyonuna geçtim, hanım gözüme bakıyor, geri dönme niyetini gözleriyle anlatıyor. Sessizliğini koruyan kayınvalidem, bu defa söz karışarak, ne olursa olsun dönelim dedi. Oğlanın sağlığı, huzuru her şeyden önemli. Döneriz klima takılır, yine uyumaz, sonra neden uyumadığının sebebini de bilmiyoruz ki. Yine emmezse detaylı muayene ettirirsiniz. Gençsiniz tatile ihtiyacınız var anlıyorum ama çocuğunuzu da düşünmelisiniz. Gidelim memleketimize, dinlenelim belki çevre illere gidip görmediğimiz yerleri görürüz, elbet bir şeyler yapılır, bu sene de böyle oldu. Bu sözlerin üzerine bir şey söylemedik, oğlana baktık, keyifli keyifli emiyor, hatta ses bile çıkarıyor, arada gözleriyle bizi takip ediyor, gülümsüyor. Arabayı çalıştırdım, artık her şey bana bağlıydı, gideceğimiz yönü tayin edecektim, bir iki manevradan sonra yönümü belirledim, Sertavul’dan aşağı keyifle gazladım.

edebiyathaber.net (9 Ocak 2025)

Yorum yapın