Geciktin yine. Son anda hasta mı geldi? Koca hastanede yeni gelen hastaları yatıracak yer kalmadı. Sığınakları bile hastane odasına dönüştürdüler. Beklerken burada ağaç oldum. Ağaç dedim de bir ağaç olmak şimdilerde ne kıymetli. Hastanenin herkesten uzak bu saklı köşesi, yeryüzünde gördüğümüz cehennemde çalışanların dinlenme yeri. Sıra sıra uzanan çamların altında oturuyoruz. Ötelerden buralara doğru gelen, iri dallara çarparak boşlukları dolduran rüzgârın sesini dinliyoruz. Çayını soğutma. Çıkar ayakkabılarını, çoraplarını da. Bas toprağa, iyice bas. Hisset onu. Bedeninin, daha çok zihin olmasına izin verme.
İşe geldiğin günlerde, iki farklı dünya arasında gidip geldiğini mi düşünüyorsun? Burası öyle ya, yangın yeri! Sıramızı bekliyoruz, artık duamız hastalığı ayakta geçirelim yeter, oldu. Bir bitseydi, şu zıkkım salgın! Seneye mi? Bilemedim ki. Kış mevsiminde çok sık grip olanlar daha çabuk yakalanıyormuş. Herkes farklı bir şey söylüyor, bu konuda ne kadar çok bilgi kirliliği var. Ben geçmiş yıllarda çok sık grip olmazdım ama olunca da ağır geçirirdim. Sen çok sık mı olurdun? Aman dikkat! Bizim gibi sağlık çalışanları, hemşireler ağır pandemi zamanlarında arada bir izne ayrılmalı. E sırtında aylık maaşına yakın kredi borcu olunca izne çıkmayı hak getire! İzin aldığında, maaş anında düşüyor. Senin kredi borcun az kalmış, yarılamışsın. Doğru diyorsun, ömrümüz kredilerle geçti. Sağlık olsun da ödenir, ödenir.
Gülay nasıl olmuş? En son hastanede yatarken benden Adıyaman peyniri, bir de zeytin istedi, demiştin. Sonra ses seda çıkmadı mı? Sahi mi? Yoğun bakıma almazlar o zaman. İyileşecek, iyileşecek. Unutma, her an olumlama saati. Bir varoluş- iki yok oluşa karşı, direnme gücü. Pencereden sana uzaktan el sallarken çok mu ağladın? Off off.
“Allah’ın himayesindeyim, akıştayım, sağlıklıyım, huzurluyum.” İçimden bu sözlerin temrinini yapıyorum, o anlık kaygı durumunu yok etmek için ilaç gibi geliyor. Burada çalışırken nefes alamayan insanları görünce dayanamıyorum. Bu mahşer yerinde çok duygusallaştım. Dinle beni. Geçen yoğun bir nöbet sonrası uyuyamadım, yürüyüşten dönüyorum. Puslu sabahın erken saatleri. Eski bir lisenin önünde belli aralıklarla sıralanmış insanlar gördüm. Neyi bekliyorlar? Diye merak ettim. Uzaktan arkama döne döne yürümeye devam ettim. Bir baktım, arkası kapalı büyük bir belediye kamyonu kalabalığa doğru yaklaştı. Kamyon durunca insanlar hızlıca ona doğru koşuştular. Kamyonun arkasından poşet poşet dağıtılan bedava ekmeklerini yüzlerini birbirlerinden kaçırarak aldılar ve telaşla evlerine doğru yürüdüler. Somun fabrikalarındaki kalan ekmekleri görünce hastalığı unutan ve boğaz derdine düşen yurdum insanını görünce ayaklarımda derman kalmadı, kaldırıma çöktüm, gırtlağıma bir yumru oturdu. Evet, acıklı baş da akıl olmazmış. Akıl mı kaldı be? Kaldırımın kenarında üşüyünce kalktım, sonra toparladım kendimi.
Evde bizimkilerden izole yaşamaya alışamadım Songül, geçen koltukta maskeyle uyuyakalmışım. Bizim gibi kadın temaslılarda oksitosin gibi birçok hormonun eksikliği oluyor. İklim krizi ya da iklim felaketi denilen bu felaketleri yaşadığımızdan bu yana insanların bütün mutluluk hormonları azaldı. ‘Sempati yokluğu eşittir, hayal gücü yokluğu,’ diyor Andre Gide. Hıhı, yine Fransız edebiyatı okuyorum. Ne yapayım başka dünyalara ihtiyacımız var. Sende bu ara konuşkan sümbül papağanın Elvis’le takılıyorsun. Terapi gibi geliyor. Elvis’i yerime de sev, özledim onu, şapşik. Arada boş boş sitcom izleyerek gülmeye çalışıyorsun, hımm. O değil de bu süreçte en çok sevdiklerime doya doya sarılmayı özledim. Hava sıcakken sahile indiğimde kumsalda ayaklarımı denize sokuyordum, iyi geliyordu. Şimdi hava soğuk onu da yapamaz olduk. Ağaçlara, çiçeklere, yapraklara dokunuyorum. Evde yalnız kaldığım odamda pilates yapıyorum. Bedenini esnetmek, ruha da şifa oluyormuş. Rahatlıyorum. Sabunla köpük oyunu mu? Hadi ya, aynı çocukluğumuzdaki gibi desene. Sabunla dakikalarca elleri yıkamak psikolojik olarak rahat hissettiriyor. Demek günaşırı bitiyor aldığın sabunlar. Bu ara favorin manolyalı sabun, olur, bende deneyeyim. Müzik dinleyerek dans etmek tamam da, vejetaryen beslenmeye geçmek bana göre değil Songül. En azından şu zor günlerde geçemem. Bir miktar et yemekle, eti hayatından tamamen çıkarmak arasında çok fark var, haklısın. Ama kemikleşmiş geleneklerin büyüttüğü doğu mutfak kültürümü bir anda nasıl sileyim? Alışır mıyım? Azar azar bırakmaya çalışayım, daha makul bir hareket. Biliyorsun Murat’ta kolesterol var, zaten sık sık zeytin yağlı yemekler pişiriyorum. Bilim her durumda, bize et tüketimini azaltmamızı söylüyor. Et açığını birçok tahılla da kapatabilirmişiz. Valla bu konuda sen bayağı bir aşama kaydettin.
Badem yerim, yerim bana da ver, bir parça da çikolata. Çikolata gibi badem de kaybolan mutluluk hormonlarının üretimini arttırıyormuş, çayla da pek güzel oluyor.
Arıyorlar mı? Mola bitmek üzere, öbür grup çıkacak hava almaya. Haydi hazırlanalım ancak yetişiriz.
“Allah’ın himayesindeyim, akıştayım, huzurluyum, sağlıklıyım.” Olumlama. Bir varoluş, iki yok oluşa karşı direnme gücü.
edebiyathaber.net (23 Şubat 2021)