Öykü: Tuhaf bir kış hikayesi | Müge Koçak

Şubat 19, 2019

Öykü: Tuhaf bir kış hikayesi | Müge Koçak

biz bu yaşananları çok manidar bulduk
eşikleri altınla bezeli sitede neler olup bittiğini merak edip durduk

 

O kış, bulut sitesinin üstünde yağmur hiç dinmedi. Gök yaranların sesi uğuldadı durdu kulaklarda. Çoluk, çocuk, yaşlı, genç, erkek, kadın nefesleri buhar oldu, yere yağdı göl göl. Kimse evinden çıkamadı. Dükkanlar kepenklerini açamadı. Çocuklar okula gidemedi. Erkekler lüks arabalarını çalıştıramadı. Kadınların altın günleri ve konken partileri iptal edildi. Kızlar solaryuma giremedi. Yaşlılar meclisi toplandı. Sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yalnızca derdini söylemeyen derman bulamaz büfesinin açık kalmasına karar verildi. Site kasası sayıldı. Kadınlar ziynet eşyalarını, erkekler banka cüzdanlarını, hesap numaralarını ve şifrelerini yönetime devretti. Toplananlar hesaplandı, çarpıldı, bölündü, büfe hesabına transfer edildi. Yiyecek, içecek dağıtımının büfece yapılması kararlaştırıldı. Bir akşam, derman büfe yatağını yorganını ve bilgisayarını alıp, her yerini yağmur değmeyecek biçimde naylonlarla kapatıp, dükkanına taşındı. Her akşam saat sekiz civarında site sakinleri, adlarını, soyadlarını ve yaşadıkları katı belirten bir sipariş e-postasını büfeye gönderdi. Siparişleri toplayan derman büfe, en yakın marketten her sabah online alışverişini yaptı, katlara dağıttırdı. Telefon, elektrik ve su faturalarını toplu halde bankalardan ödedi. Bulut sitesinde, yağmurda halvet olmanın uğursuzluk getirdiğine inanıldığı için, çiftleşme faaliyetleri yağmur dinene kadar durduruldu. Site doktorlarının hastalara bakabilmeleri için, ikinci kat hastaneye çevrildi. Site eğitmenleri için üçüncü kat ayrıldı. Ant gecesinde, yirmi iki katlı binadan oluşan bulut sitesinde yaşananların kimseye duyurulmaması andı içildi. Ve yağmur bir türlü dinmedi.

Güzel evleri, son model arabaları, şık elbiseleri, uzun tırnakları, topuklu ayakkabıları, tiril beyaz gömlekleri olan bulut sitesinin pahalı insanları, birbirlerinin ardı sıra kapılarını yağan yağmura kapadı. Korktukları başlarına geldi, bulut sitesi için azap günleri başladı.

İlk vaka beşinci katta ortaya çıktı. Yağmurun başlamasından tam iki ay beş gün sonra, bir perşembe günü, koca yağmur damlalarının caddeyi ıslattığı bir sabahta, saat altı civarlarında, yaşlılar meclisinin onca uyarısına karşın, evin açgözlü erkeği dayanamayıp dışarı çıktı. Sırılsıklam, gözleri dışarı fırlamış halde eve döndü. Bunu gören karısı al al oldu, avazı çıktığı kadar bağırdı. Çığlıkları duyan yaşlılar meclisi beşinci katta toplandı, adam salonun ortasında bir sandalyeye oturtuldu. Karısı, gelenlere çay ve kurabiye ikram etti. Gözlerini adama dikip beklemeye başladılar. Saatler geçti. Adam sandalye üzerinde uykuya daldı, misafirler koltuklara yayıldı. Derken, adamdan bir hırk sesi çıktı. Herkes ayağa fırladı. Çocuklar salondan dışarı çıkartıldı. Adamın nefes alması tuhaflaştı. Sırtının iki yanı şişti. Sağa sola sallanmaya başladı. Dudakları büzüldü. Derisi pullaştı. Solungaçları baş gösterdi. Karısı bir kova suyla yanına yaklaştı, başında bekledi. Adam çekti, küçüldü, inledi, tek zıplayışta kovaya girdi. Pörtlek balık gözleriyle etrafa bakmaya başladı. Karısı hıçkırıklara boğuldu. Yaşlılar meclisi karar defterini çıkardı, ilk kayıp notu düşüldü, o günün tarihi atıldı. Acil durumlar için saklanan akvaryum evin holüne kuruldu. Adam – balık oraya nakledildi. Bu olaydan kimseye söz edilmeyeceğine dair yine ant içildi, karar defteri imzalandı.

İkinci vaka en üst katta ortaya çıktı. Bir gece yağmurun başlamasından yaklaşık dört ay sonra, Mevhibe hanımın canına tak etti. Banyoya gidip, kırmızı rujunu sürdü, kırmızı dantelli jartiyerini taktı, memelerine parfüm şişesinin dibinde kalmış son damlaları fısfısladı, saçlarını kabarttı, siyah ince çoraplarını, siyah deri çizmelerini giyip, eline aldığı kırbaçla kocasının yanına vardı. Selahiye beyin gözleri yuvalarından çıktı, tavana çarptı. Dili peltekleşti. Ağzının kenarından taşan salyaları, Mevhibe hanım tek harekette hüp diye yaladı, yuttu. Yaşlılar meclisinin aldığı kararı ikisi de unuttu. Selahiye beyin yaslı kaplanı şaha kalktı, tepesinden yaşlar akmaya başladı. Baktı olacak gibi değil, saldı kaplanını Mevhibe’nin üstüne. Mevhibe hanım ya allah dedi, hopladı, dört ayak Selahiye beyin sırtını çıplak kıçına yer etti. Sivri topuklar böğrünü delip geçti sıra, Selahiye bey odanın bir ucundan diğer ucuna zıpladı. Kaplan daha fazla dayanamadı, kattı Mevhibe’nin pıttığını önüne. Kaplan vurdu, pıttık yere serildi, bir pençe daha, “oh” dedi Mevhibe. Pıttık bu durur mu, “ham” dedi açtı kocaman ağzını, tek hamlede yuttu kaplanı. Kaplan çırpınmaya başladı, debelendi, sağa sola vurdu, gitti geldi, çıldırdı, ağzına köpükler doldu, bir hışımla kendini dışarı attı. Kaplan şelale oldu pıttığın üzerine fışkırdı, pıttık sere serpe yere yığıldı. Kaplan şelaleyi dindiremedi bir türlü, gözleri pörtledi, pıttık döl denizinde boğuldu gitti. Yirmibirinci kattaki Beşir bey, gazetesinin üstüne pat diye düşen damlayla irkildi. Kafasını kaldırdı, akan tavana baktı. Panik içinde, yaşlılar meclisini evinde topladı, her olasılığı hesaba katarak çizmelerini de giymelerini söyledi. Bu uyarısından dolayı sitenin takdirini kazandı. Meclis ve Beşir bey, çizmeleri, kazma ve kürekleriyle yirmikinci katın kapısına dayandı. Yallah beş omuz atıldı, kapı kırıldı. Bekçi Hasan salonun ortasından, gülümsemeleri yüzlerinde donmuş iki melek balığını ve bir çift siyah deri çizmeyi kürekle topladı. Mevhibe Hanım ve Selahiye Bey karar defterine, bulut sitesinin kara lekeleri olarak geçti. Bu olaydan kimseye söz edilmeyeceğine dair bir kez daha ant içildi, karar defteri imzalandı.

Gel zaman git zaman, bulut sitesinde yaşayanlar, balık oldukları günleri özler oldu. İşte isyan böyle baş gösterdi. İsyanın başını çeken üç kişiydi. Karar defterine “İlk ve son kefali isyanı” diye geçen olayda, altı,yedi ve sekizinci kattakiler, yaşlılar meclisinden gizli bir toplantı düzenlediler. Site halkını tekrar balık olmaya ikna etmek için, bilgisayarda bildiriler yazıp yazıcından çıkarttılar. Gizli gizli kapıların altından attılar. Balık olmanın aslında övünülecek bir şey olduğundan, halk arasında dolaşan “balık gözlü” deyiminin çekik ve sürmeli gözlülere söylendiğinden, “çeyrek ekmek arası balık” sözünün, zenginliğe delalet getirdiğinden, “ey balık bakma bana alık alık” söyleminin kendilerini çekemeyen düşmanlar tarafından uydurulduğundan, atalarının yıllarca açık denizlerde özgürce yaşadığından bahsettiler. İsyancıların sözleri içleri dağladı. Kefali isyanı diğer katlara sıçradı. Dört duvar arasına hapsolmaktan bıkmış, parıl pullara sahip olma arzusuyla yanıp tutuşan kızların yanına, bir mercanı yalamak için neler vermezdim diyen erkekler katıldı. Kadınların hayallerini siyah inciler süslemeye, erkeklerin rüyalarına deniz kızları girmeye başladı. Bunların hepsi sapkın kafirlerin ağızlarından çıkan zehirli laflardır, kafirlere uyanlar cehennemde yanacaktır diyen yaşlılar meclisini kimse dinlemedi.

Bir gece vakti, yaşlılar meclisi uyurken, site halkı kafalarını ve vücutlarını sarıp sarmaladıkları naylonlarla, birbirlerinin ardı sıra kapılarını açtılar, lüks arabalarına atlayıp, masmavi denizin kenarına vardılar. Elele tutuşup son kez birbirlerine ve uzaktan ışıkları görünen sitelerine baktılar. Sonra, haydi yallah hop hophop deyip naylonlarından kurtuldukları gibi, ay ışığının ve yıldızların aydınlattığı gecede kendilerini kaldırıp suya fırlattılar.

Uzun süren kış geçti, yağmur dindi, balıkçılar o bahar şehirdeki kefal bolluğunun nedenini hiç anlamadı.

Müge Koçak kimdir?

1970 doğumlu. M.Ü. İşletme Bölümü mezunu. Adana’da yaşıyor. Uzun bir süre Yaşam Dersleri sitesinde yazarlık yaptı. Halen, kendi blogunda kitap incelemelerini, çevirilerini yayınlıyor. Öykü yazmaya devam ediyor. Üzerinde çalıştığı bir öykü kitabı, kurgu rock’n roll hikayeleri ve çocuklar için hikayeler var.

edebiyathaber.net (19 Şubat 2019)

Yorum yapın