Ne olursa olsun zamanın her şeyi silebileceğine inandıranlardan biriydim kendimi. En büyük acıların bile unutulduğu bir yeryüzünde kalp sızısının, gönül yarasının kalıcı olması ahmaklıktan başka bir şey değildi. Evini, toprağını bırakıp gidenler, gitmek zorunda kalanlar, sürgün edilenler.
Toprağının kokusunu unutmak nasıl bir histir, bilir misiniz?
Annemi görüyorum uzaktan. Yıllardır başına bir türlü oturtamadığı yazmasını yine düzeltme telaşında. Halbuki zamanında çok söylemiştim, anne demiştim, eşarbın düzgün, sadece sen eğildiğin zaman açılıyor. Yok, inandıramamıştım bir türlü. Küründen soğuk su koyarken açılıversin başın, ne olurdu ki. Bedeninin bir parçası gibi sahip çıkardı başörtüsüne. Yine öyle, bir elinde bakırdan sürahi diğer eliyle kafasını düzeltme derdinde. Biraz kamburlaşmış sanki ama diri görünüyor. Su koyarken önce üç kere besmele çekiyor. Gülümsüyorum. Bir eli belinde, yüzü Asiye Teyzelerin eve dönük, belli ki söyleyeceklerini belliyor kafasında. Sert bir ıslık çalıyor ellerini kullanmadan. Bayılıyorum bu yeteneğine. Mecburen öğrendik kızım, demişti bir seferinde, ayılardan, donğuzlardan korumak lazım sürüyü. Sadece hayvanları ürkütmek için kullanmazdı ıslığını. Komşular arası bir çeşit iletişim aracıydı. Telefon sadece muhtarda vardı tabii, cep telefonu o zaman ne mümkün. İki ıslık bize gelin, tek uzun ıslık Asiye’lerdeyiz. Kesik kesik ıslıklar ise derenin kenarına çağırma habercisiydi.
Asiye kız, dedi, dutları tökek, senin Uğur evde mi.
Uğur? Ben gitmeden önce yeni doğmuştu, el kadar bir şeydi. Allah senin gibi güzel evlat sana da nasip etsin demişti. Amin demiştim. İç geçirmiştim. Uğur’du sanırım gelen. Küheylan gibi olmuş, hey maşallah.
Dut ağacına şöyle bir göz gezdirdiler. Uğur kendinden emindi, bir koşu içeriden üç tane mavi leğeni getirip ağacın hemen etrafına dizdi. Altına da muşamba. Başladı sallamaya… Beş dakika sonra adamakıllı yerler dolmaya başlamıştı. Gözü yukarılardaki dala takıldı. Annem gülmeye başladı, ne oldu tosunum, dedi, gözün yemedi dimi.
Ben bunu hallederim de askerlik var Necmiye teyze, bir sakatlık çıkar, gel de babama laf anlat.
Aman, boyu posu devrilsin o işe yaramazın, dedi Asiye teyze. Uğur oflayıp puflayıp muşambada biriken dutları leğenin içine toplamaya başladı. Bir yandan topluyor bir yandan yiyordu. Annemin de yardımıyla on beş dakikaya bitirdiler.
Çocuklar çoğalmaya başladı. Sesler, gürültüler arttı. Bir çeşit telepati olduğunu düşünürüm çocuklar arasında. Birbirlerini isimle çağırmasalar da onların çıkarttığı o ses bir şekilde toplanma habercisiydi. Birlikti çocuklar. Ne yaparlarsa yapsınlar dayanışma içinde yaparlardı. Darbeden sonra köye gelen askerlere taş atmıştık arkadaşlarımla. Babam temiz bir dövmüştü beni. Sen örgütlüyorsun çocukları, demişti. Bilmezdim tabii o zaman örgütlenmek nedir. Temiz sopa yemiştim. Devletin eline geçsem daha az zarar görürdüm herhalde. Bak şunun okuduğu kitaplara, demişti anneme. Topluyorlar kitapları, başımıza iş çıkarmasın. Baktım demişti annem ama ben saklamıştım. Nazım Hikmet, Zagor, Tomris… İpek ve Bakır.
Ben şehre gideceğim İstanbul’a, orada okuyacağım demiştim. Küfretmişti babam bana, hıncını annemden almıştı. Bir de evlenmek istemediğimi söylediğimde. Etrafım onlarca duygusuz insan tarafından çevrilmişti. Lütfetmişler, benden sadece yirmi iki yaş büyük birini bulmuşlar. İstemedim, istemem dedim. İstemiyordum. Sevgi istiyordum, sevilmek, hoş görü, insan yerine konulmak. Evden on altımda bu yüzden ayrıldım. İki yıl Eskişehir’de bir yıl Ankara’da yaşadım. Üniversite ikinci sınıfta katıldığım bir eylem sonrası gözaltına alınmıştım. Haber tez gitmiş, gelmişti bizimkiler hemen. Komünistin, teröristin bizim evde yeri yok, olmaz olsun senin gibi kız demişti. Yüzüme tükürmüştü. Annem tükürmedi ama sadece sert, bir o kadar acıyan gözlerle baktı bana. Bense kamburlaşmıştım. Göğüslerimi gizleyebilmek için omurgamı siper ettiğimi çok sonra öğrendim.
Kahveci yaklaşıyor yanıma. Yaklaşmasına fırsat vermeden bir çay daha istiyorum, bu beşinci. Beni tanısınlar istemiyordum, hoş ben bile kendimi tanıyamıyorum ya…
Çayı küçükten bir çocuk getirdi. Sol elimle yanağını okşadım, çay parasının yanında kısa kollu gömleğinin cebine iki lira bozukluk attım. Arka tarafını şöyle bir süzüp paranın birini cebine koydu muhtemelen ses çıkarmasın diye. Teşekkür etmeden devam etti. Babamı gördüm köşede, hayvanları yormuş olacak seke seke geliyordu. Çayını söylemesine gerek yoktu anlaşılan, bir sigara yaktı ayaktayken, derince bir nefes aldı hırıltılı şekilde geriye vererek. Göz göze geldik. Hiç böyle özlemle ona bakacağım aklıma gelmezdi. Ne olurdu ki şimdi sarılsam boynuna. Gülümseyerek geldi. İnsanımız iyidir, yabancı birine kucak açmayı pek sever.
Sandalyeyi çekip yanıma oturdu. Bir nefes daha aldı sigarasından, bir tane de bana uzattı. Almadım. Sen yenisin herhalde beyim, tanıyamadım, dedi. Gülmekle ağlamak arasında sıkışıp kalmak böyle bir şey olsa gerek. Beyim kelimesi kulağımda yankılandı da yankılandı. Çayımdan bir yudum alıp boğazımı temizledim. Sesimi tanıyacak diye gerilmiştim. Evet, dedim. Turistik gezi yapıyorduk, öyle bir uğrayayım dedim. İyi ettin, iyi ettin dedi. Buralara pek gelirler fotraf çekmeye. Gülümsedim. Maşallah, genç çok, burada mı çoluğun çocuğun dedim. Gülümsedi yine. Şaşırdım, yüzünde hüznün hiçbir belirtisi yoktu. Yok, dedi, bir kızım vardı, o da evlendi gitti şehre, pek uğramaz buralara.
Babamdan beklediğim hüzün bende gün yüzüne çıktı. Sigara böyle ruh hallerinde yakılıyor olmalı. Ne çok istiyorlardı evlenmemi, ne çok. Sonunda hayallerinde evlendirmişlerdi. Şimdi desem ki evlenmeyi düşünüyorum, adı Funda, ameliyatım sırasında tanıştık. Sevdi beni, kolladı, korudu, sahip çıktı. Anlar mıydı? Sapıtan hormonlarımın yörüngesine rehberlik etseydin deseydim, uzayan sakalımı sıvazla deseydim. Ne derdi acaba biricik kızına?
Müsaade isteyip kalktım. Uzun uzun bakmadım giderken suratına. Kesik kesik ıslık sesi duydum. Aynı şekilde karşılık veremedim ama derenin kenarında onları uzaktan izledim.
Tolga Yazıcı kimdir:
1989 İstanbul doğumlu. Anadolu Üniversitesi Uluslararası İlişkiler mezunu. Çeşitli edebiyat dergilerinde öyküleri, “Parçalanmış Gülüşler adlı kitabı 2016’da yayımlandı. 2012’den beri öykü ve şiirlerini yayımladığı aynı adlı bloğu var. İkinci kitap dosyası basım aşamasında.
edebiyathaber.net (30 Ekim 2018)