Işığı yaktı. Gözleri bir müddet ışığı algılamakta zorlandı. Ütüyü fişe takıp ısınmasını beklerken makyajını yaptı. Pantolonun paçasındaki mandal izlerine buhar püskürttü. Oldu işte! Geç kalmamak için hızlıca giyinip çıktı. Otobüse yetişmeliydi. “Her sabah çekilir dert değil!” diye söylendi. Çok soğuktu. Elini boynundaki şala bastırdı. “A! Ütü! Ütüyü fişten çektim mi?” Dönerse otobüsü kaçırırdı. Taksiyle gitse bu saatte boş taksi bulmak kolay olmuyor. Dönmezse yangın çıkabilir. “Yangın çıkarsa kedime bir şey olur mu ki? Pencereyi açık bıraktım gerçi.” Ütünün kızdığını, fişte kaldıkça kıpkırmızı olduğunu, önce ütü masasının süngerinin eridiğini, sonra halının tutuştuğunu, odaya yayılan alevleri ve yanık kokusunu hayal etti. İtfaiyeye haber verildiğinde çok geç olurdu kesin. Kedi son çare camdan atlardı herhalde. Alışık da değil. Belki çekinir. “Neyse ne! Bunları düşünmeyeceğim. Daha önce hiç unutmadım ki! Kesin motor davranışla çektim fişi. Hem ütünün otomatiği vardır. Niye o kadar kızsın ki? Dik duruyor, hiçbir şey olmaz. Evham bunlar, evham. Uyuyamadım ya!”
İşteyken aklına ara ara fişte unutulmuş ütü geldi. Arkadaşını arayıp evi kontrol etmesini isteyecekti nerdeyse. Aramadı. “Bu sefer izin vermeyeceğim.” dedi. “Bir ütü yüzünden bütün günümü mahvetmeyeceğim.” “Umarım kimse ölmez.” dedi ardından. “Düşündüğün şeye bak!” diye azarladı kendini. Takıntılı hallerinde iki kişi olurdu. Etkilenmemek için direndi. Tam susacak derken “Ama olmayacak şey değil ki!” diye itiraz etti. Tek kişi olduğu zamanlar pek azdı. Kime benzemişti böyle? İçinde sürüp giden bir kavgayla yaşıyordu. Huysuz ihtiyarlar gibi. Dudağının sarktığını, göz kapaklarının buruşuk bir perde gibi gözlerini örttüğünü hayal etti. Burunla dudak arasındaki boşluk genişlediğinde ne çirkin olurdu kim bilir! Gözünde büyükannesinin yüzü canlandı. Zamanla onun gibi öfkeli, katı ve en kötüsü de bıyıklı bir kocakarıya dönüşmesi korkunç bir ihtimaldi. Sürekli namaz kılar, Arapça dualar okur fakat bir türlü huzur bulamazdı. Sonunda dualar Türkçe beddualara dönüşürdü hep. “Çocukluğumun onun yanında geçmesi ne bahtsızlık!” diye düşündü. Aynı odada uyurlardı. “Rüyamda her gece yorganının altından damarlı bir el sarkar, öleceksin, derdi. Sobanın üzerinde kaynayan bakır güğümün ıslık çalışıyla irkilerek uyanırdım. Nasıl dayanmışım Doktor Bey?” dedi. İçindeki kişilerden biri doktordu. “Ama haksızlık etmeyeyim, gece susadığımda soğuk suyu bakır güğümdeki suyla ılıtıp verirdi bana. Kötü kadın değildi aslında.” Doktor bir yorum yapmazdı. Yorulana kadar içimi dökmemi beklerdi. Çok beklerdi!
Geçen ayın hesaplarının bulunduğu dosyaları düzenledi. Eksik hesapları çıkardı. Öğleden sonra yapacaklarını ayırdı. Çalışırken yanında hep içmeyi unuttuğu bir bardak çay olurdu. Rakamları teker teker girerken belirginleşen sırt ağrısı hoşuna gitti, bunu somut bir iş yaptığının işareti olarak kabul ederdi. Çayını tazelemek için masadan kalktı. Cadde itfaiye arabası sireniyle inliyordu. Olamaz, yoksa… Telaşlandı. Eğer öyle olsaydı komşulardan biri şimdiye kadar arardı. Sakinleşmeye çalıştı. “Ya komşular da dumandan zehirlendiyse?” Elindeki bardağı sıkarak cam kenarındaki sandalyeye oturdu. İşten çıkmasına iki saat kalmıştı. İzin mi alsam? Hasta olduğunda bile izin alırken, kusura bakmayın, diyerek kapatırdı telefonu. Şimdi ne diyecekti. “Zaten yangın çıktıysa da çoktan olan olmuştur, kaderine razı ol, otur aşağı.” dedi içindeki diğer ses. “Her şey benim yüzümden.” “Böyle şeyler düşünmemelisin. Son zamanlarda obsesif belirtilerin çoğaldı. Ellerin de titriyor bak. Tedaviyi kabul etmelisin!” dedi içindeki diğer ses. Doktor olan.
Masanın başına geçip kalan işlerini kolayladı. Mesaisi bitmek üzereydi. Eve gitmek için sabırsızlanıyordu. Çıkınca otobüs beklemedi. Bir taksi çevirip bindi. Kalbi hızlı hızlı atıyordu. Trafik sıkışmasın mı? Yol çalışması. Terlemeye başladı. “Neden her şey ters gidiyor?” Yarı yolda inip yürümeye başladı. Telefonunu kontrol etti. Kimse aramamıştı. Sokağa vardığında her şey yolunda görünüyordu. Sonunda eve gelmişti. Anahtarı çantasında bir müddet aradı. Kapıyı açtığında kedi her zamanki gibi onu bekliyordu. Şaşkın bir bakış attı. Yerde yuvarlanıp bembeyaz, yumuşacık karnını gösterdi. Ellerini yıkamadan sevmezdi kediyi. Neme lazım sokağın kiri, tozu…
Yatak odasına koştu. Ütünün fişini de her zamanki gibi çektiğini fark etti. Ütü masasının süngeri erimemiş, halılar, perdeler tutuşmamıştı.” Çok yoruldum.” dedi kendine. “Hep senin yüzünden!”
Emel Çarkçı kimdir?
İstanbul Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı, 2004 mezunuyum. Marmara Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü, Türk Dili alanında yüksek lisans yaptım. İstanbul’da öğretmenlik yapmaktayım. edebiyathaber.net (30 Nisan 2020)