Hava çok güzel bugün. Güneş yakmadan ısıtıyor, gökyüzü dalgasız deniz, masmavi. Dağlardan nane, kekik, menekşe kokuları iniyor. Kuşlar aşk mevsimindeler. Cıvıl cıvıl serenatlar uçuşuyor havada. Uzun zamandır ilk kez gerçekten nefes aldığımı hissediyorum. Acele etmeden, derin derin taze havayı soluyorum. Ruhum sakin, bedenim sakin, düşüncelerim sakin. Kendime verdiğim tatilin o dayanılmaz tembelliğinin içindeyim. Haftanın hangi günü olduğu umurumda değil. Saat kaç sorusu önemsiz.
Bugün adım Meltem. Burada her gün başka biri olabilirim.
Gün yeşil, gün mavi, köye gitmesem, hiç kimse yok etrafımda. Okuduğum kitaplardaki karakterle beraberim. Onlardan biri de olabilirim. Daha dün, büyük güneş gözlüklü kadını sahilde yürürken gördüm. Güneşten bronzlaşmış tenini hafifçe saran uzun beyaz keten bir elbise vardı üstünde, siyah uzun saçlarını toplamış, elinde bir yılbaşı çiçeği. Başıyla selam verip geçti.
Güneşin konumuna göre çayım, biram, şarabım ve hatta patronumun dolabından aşırdığım pahalı, isli viski eşlik ediyor bana. Güneş enerjisiyle çalışan ufak dolapta çok az rakı var. Sigaraya veda edeceğim akşamı bekliyor.
Erken kalktım bu sabah. Hemen kıyıya inip, kendimi soğuk sulara bıraktım. Tenim soğukla temas eder etmez uyandı. Üşüme hissi hemen geçti dalınca. Bir süre nefesimi tuttum. Ne kadar sakinim, garibime gitti. Oysa ki nefessiz kalmak, boğulmak en büyük korkum. Burada korkmuyorum. Burası benim, istediğim gibi değişebilir, değiştirebilirim.
Deniz sakin, dalgasız. Su berrak, balıklar ayaklarımın altından süzülüp gidiyorlar. Kulaç kulaç uzaklaşıyorum kıyıdan. Dönmesem sahile, kimse bilmez, kimse aramaz beni. Uzaklaşıp kıyıya bakıyorum. Dağlara sarı, beyaz, kırmızı yaban çiçekleri ektim dün akşam. Ne kadar güzeller.
Kimseyle konuşmadım geldiğimden beri. Telefonum çekmiyor burada. Beni merak eden belki de sadece komşum Serap teyzedir. Bir yerlerde vardır Serap teyzeler, apartmanın kapısı her çalındığında, kapı aralığından gözetleyen, apartmanın sevilen muhtarı. Kötü niyetli, dedikoducu değil benim Serap teyzem.
Arada bir düşüyor aklıma, ziyarete geliyor. Kulübede çay içiyoruz.
Sabah az yiyorum; bir bardak çay, bir dilim tereyağlı ekmek. Köye gittiğimde ev yapımı reçel de alsam benden iyisi yok. Kahvaltıdan sonra, tatlı bir yorgunluk çöküyor üstüme. Ağustosböcekleri cır cır ötüyorlar. Rüzgar yaprakları okşayıp, dalların arasında nazlı nazlı dans ederken, uykuya dalıyorum bahçedeki divanın üzerinde. Huzur bu olsa gerek.
İki dağ arasında, yemyeşil bir vadideyim. Tam dergide gördüğüm kulübeye benzeyen bir ev. Kırmızı metal bir damı var. Ahşap duvarları yer yer eskimiş, ön cephesindeki pencerelerinde iki büyük saksı asılı. Rengârenk çiçekleri arılar ziyaret ediyor. Kulübenin önünde, çakıl taşlarından yapma kıvrılan bir patika var. Patikanın ucunda da bir sebze bahçesi. Her sabah, domates ve salatalık topluyorum, öğlen yemeğinde beyaz peynirle nefis oluyor. Her şeyin tadı lezzetli, her şey doğal. Elektrik yok kulübede. Öyle istedim. Mum ışığında okumak, yıldızları seyretmek, bu güzelliğin içinde nefes almak, buranın bir parçası olmak, ne kadar şanslıyım, şükrediyorum.
Gündüzleri daha çok seviyorum. Geceleri zaman zaman geliyorlar korkularım. Ter içinde uyandım dün. Bir gül bahçesindeydim, uçsuz, bucaksız bir gül bahçesi, rengârenk güller, pembe, sarı, kırmızı. Tatlı bir koku havada, insanın içini gülümseten bir koku. Yavaş yavaş geziniyorum. Hiçbir yere yetişmek zorunda değilim. Kokluyorum, okşuyorum kadifemsi çiçekleri. Birden beyaz bir güvercin güllerin içine dalıyor, her kanat çırpısında daha çok gömülüyor. Her çırpınışında, yeşil yapraklar kızarıyor. Yardım etmek istiyorum. Ellerim, kollarım dikenlerle kaplanıyor. Dikenleri çıkartmaya çabaladıkça daha çok batıyorlar. Canım acıyor, ağlıyorum, güvercin yerde can çekişiyor. Damla damla kan ağlıyorum.
Böyle günlerin sabahı, kabusun zehirli nefesini içimden atmak için uzun uzun yürüyorum. Köy benden uzakta. Yolu yer yer yokuş, yer yer düzlük. Her taraf tarla. Tek tük gördüğüm köylüler dışında sadece otlayan koyunlar etrafta. Ağaçların gölgesine sığınmış koyunlar artık ürkmüyorlar benden. İlk zamanlar topluca kaçarlardı, boyunlarındaki çanlar, gergin, korkularını belli ederdi. Şimdi, sakin bir rüzgâr çanı gibi tınıyor havada zilleri, çın, çın. Selamlaşıyorum, içlerinden biri göz kırpıyor bana. Gülümsüyorum, her gülümsemede, uzaklaşıyorum korkularımdan. Özgür olduğumu hissetmek hoşuma gidiyor.
Her istediğimde buraya gelebildiğim için ne kadar şanslıyım. Maskeleri tek tek çıkarmaya cesaret ettiğim, duvarları tuğla tuğla söktüğüm, yaraları kanatmaya cesaret ettiğim yer burası. Duyguların çıplaklığında korkmadan kelime kelime yaşadığım evim.
Burası, her yer. Hiç bitirmek istemediğim hikayelerin uzaktaki evi.
edebiyathaber.net (3 Ekim 2024)