Hüzünlü hüzünlü uzaklara dalmıştı yine. Buğulu gözlerle avluyu, yerdeki odun parçalarını, sararıp yığılmış yaprakları izliyordu. Kocasının her zamanki vurdumduymazlığıyla televizyondaki tartışma programlarını izlemesi sinirine dokunuyordu ama laf etmiyordu. Zeytinyağı gibi üste çıkacağını biliyordu. Sesini yükseltip kapıyı vurup gitmelerinden birini daha görmeye tahammülü yoktu. Emekli olup da buraya yerleştiklerinden beri tekdüzeleşen yaşamlarına yıllar sonra kızının gelecek olması renk getirecekti. Çok özlemişti kızını, burnunda tütüyordu. Ne çok olmuştu görmeyeli. Gurbette bir başına… Koca kız, işi gücü, hali vakti yerinde. Ama kolay mı kadın başına bir de bilmediğin etmediğin ecnebi ülkesinde. Alıştı artık canım, bak zaman ne çabuk geçti. Kızı gidince öğrencilerine sarmıştı bir süre. Onlarla uğraşmak, önemsiz sorunlarını dinlemek bile iyi gelmişti. Ama şimdi emekli olunca boşluğa düşmüştü. Köye gidelim demişti kocası. Ne yapacağız büyük şehrin keşmekeşinde, çilesinde. Hemencecik kabullenmişti bu fikri. Zaten onu bağlayan ne vardı ki bu şehre? Ablaları vardı da sanki çok mu görüşüyorlardı. Hem atla deve değil ya otobüs var, dolmuş var; isteyen bir yolunu bulur. İlk başlarda temiz havası, meyvesi, sebzesi derken iyi gelmişti köyün dinginliği ruhuna. Sonraları sıkılmaya, bunalmaya başladı. Hiçbir zaman doğa insanı olmamıştı. Şehirde de oradan oraya koşuşturan, sosyal birisi değildi şüphesiz. Aslında kendini hiçbir yere ait hissetmiyordu. Hissetmemişti. Ne şehre ne köye ne çalıştığı okula ne kocasına… Kızına bağlıydı bağlı olmasına ama aralarından su sızmayan bir ilişki de değildi onlarınkisi. Kim bilir kızının ona anlatmadığı ne sırları ne yaşanmışlıkları vardı. O hep çocuk olarak hatırlamak istiyordu onu, o zamanki haliyle. Ona tahakküm kurabildiği yıllardaki gibi… Kızı daha özgür ruhluydu. Onun tam tezadıydı. Babasına da benzemiyordu aslında. Otuz yılı aşkın evliliklerinde kocasının nasıl bir adam olduğunu da anlayamamıştı ya gerçi.
Bir gün ansızın yurt dışına gideceğini söyleyince donup kalmıştı. Kendisi gibi kafesinden hiç çıkmayan bir kuş değildi o. Kanatlanıp uçmak istiyordu uzaklara. Ondan çok uzaklara… Neyse canım, eskisi gibi değil şimdi hiçbir şey. Atlayıveriyorsun bir uçağa iki saate buradasın. Ablalarından bile erken gelir isterse.
Gözü seğiriyor son zamanlarda. Kendine bir meşgale bulsana deyip duruyor kocası. Sanki kendisi farklı bir şey yapıyormuş gibi. Ya gün boyu televizyon karşısında pinekler ya da kahvede arkadaşlarıyla pişpirik oynar. Getirdi onu temiz hava bahanesiyle bu izbe köye. Hem insanlarını da sevmiyor buranın. İçten pazarlıklı, dedikoducu, fitneci hepsi. Köye yabancı biri gelmeyegörsün hemen hakkında türlü türlü dedikodular dönmeye başlıyor. Küçük yerde haber hızlı yayılır misali. Zaten yeni gelinken geldiklerinde de ısınamamıştı buraya. Öyle bir anlatmıştı ki kocası eski filmlerde gördüğü o bağ bahçelerin, çardakların olduğu; semaverlerin durmadan fokurdadığı, şen kahkahaların hiç eksik olmadığı köylerden biriydi sanki burası. Ama işin aslı pek de öyle çıkmamıştı. Yeşilden ziyade grinin tonları hâkimdi buraya. Sanki mevsimlerden hep sonbahardı. Zaman duvara çivilenmiş manzara resimleri gibiydi. Misafir odası duvarının tam ortasında gelip geçeni karşılayan o eski tablo… Peki, ne diye bunca yıldır nefret ettiği bu yerde yaşamaya razı olmuştu? Buna bir cevap vermekte zorlanıyordu. Son zamanlarda verdiği kararların hiçbiri tutarlı değildi. Niye emekli olduğunu da bilmiyordu mesela. Bir boşluğa düşmüştü, tamamen kendi isteğiyle. Kendini atıvermişti oraya. Şimdi debelenmenin bir manası yoktu.
Ta evlendikleri zaman aldıkları, önemli günlerde misafirlere ikram etmek için bir dolaba konulup unutulmaya bırakılan bardak takımlarını çıkarmıştı. Henüz hiç kullanmadığı masa örtüsünü özenle sermiş, gümüş çatal bıçakları dikkatlice tabakların yanına yerleştirmişti. Ablalarını da çağırmıştı bu mutlu gününe. Yaşlarının getirdiği huysuzlukları her zaman üstlerindeydi. Çocukluğundan beri onlar tarafından azarlanarak, yönlendirilerek, her hareketine dikkat edilerek istim üstünde yaşamıştı. Sanki bir değil de üç annesi vardı. Ablalarının ikisi de ev hanımıydı ve ona olan öfkelerini biraz da buna bağlıyordu. Ailede tek okumuş etmiş, öğretmen olmuş kişi oydu. Annesi ile babası görece daha küçük olduğu için en çok onun üstüne düşmüşlerdi.
Yağmur ince ince yağıyordu. Şehre göre daha serindi burası. Muntazam bir sofra hazırlamıştı. Öyle ki ablaları bile memnun kalacaktı bu ziyaretten. Peyderpey eve gelmeye başlamışlardı. Ablaları başköşeye yerleşti. Suratlarına kondurdukları müşkülpesent ifadeyle etrafı inceliyor ama söyleyecek bir kusur bulamıyorlardı. Belki de kızına kavuşacağının bilinciyle ilk kez merhametle yaklaşıyorlardı kardeşlerine.
Babasıyla arabadan inince koşar adımlarla yanına gidip sarıldı kızına. Kokusunu içine çekti. Sanki o kızı değildi de başka biriydi. Elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen heyecanlı genç âşıklar gibi süzdüler birbirlerini. Artık karşısındakinin o küçük, uysal çocuk olmadığına bir kez daha kani oldu. Bambaşka bir genç kadın vardı karşısında. Onun kanını taşıyan ama ondan bir o kadar da farklı.
Yemeğe başladıklarında ablalarının, ona olan ifritçe tutumlarını ne kızına ne kocasına yansıtmadığını görse de üstelemedi. Tek önemli olan kızının şu an burada yanında olmasıydı. Fakat yanında mıydı? Ya da yanında oturan bu genç kadın onun bildiği, büyüttüğü kız mıydı? Gülerken yanağında beliren gamzesi bile bir tuhaf gözükmüştü gözüne. Neredeyse bir aydır bugünü bekliyordu ama şimdi konuşacak hiçbir şey bulamıyordu. Uzun susuşlar eşlik ediyordu tabak çanak seslerine. Ne diyeceklerini bilemiyorlardı, sadece ürkekçe gülümsüyorlardı. Birbirlerine olan mesafelerinin yalnız fiziki olmadığını keşfetmişti. Sadece yollar, şehirler, ülkeler değil; zaman da girmişti aralarına. Karşısında bir yabancı vardı, onun yapamadığını yapan… Onun gidemediği yerlere giden… Alamadığı kararları alan… Gözleri yine doldu, suratı pelteleşti. Masanın etrafında oturan bu insanlarla –en yakınlarıyla- arasındaki uzaklığın nasıl da kesifleştiğini, nasıl acımasız bir boyuta ulaştığını idrak etti. Sonra kalktı, herkese bir bardak çay koydu.
edebiyathaber.net (26 Aralık 2023)