Bugün büyük gün. Sonunda tanışacağız. Gerçi ben seni uzun zamandır tanıyorum ama yine de ikimiz için de, özellikle senin için, daha farklı olacak her şey. Görünce ne yapacağımı, neler söyleyeceğimi prova ediyorum kim bilir kaçıncı kez. Seni görünce heyecandan her şeyi unutacağıma eminim oysa. Hayallerimde sarılıyorum sana. Yanağım yanağında, kokunu içime çekiyorum. Bütün hücrelerim senle doluyor. Ve ben, o anda dünyanın en mesut kadını oluyorum.
Havada gri bir sıcak var. Ankara’nın tatlı serin ilkbahar sabahından eser yok bugün. Dolmuşun içi daha da sıcak. Ter damlası sırtımda solucan misali kıvrılırken hafifçe gıdıklanıyorum. Hastaneye vardım nihayet. İnsanları yararak kendimi zor atıyorum dolmuştan. Elimde küçük bir valiz. Hacettepe’deyim. Simit Sarayına giden yokuşu tırmanıyorum. Tam 260 gün boyunca seninle çıktık bu yokuşu. Her ne kadar sen farkında olmasan da. Belki de farkındasındır. Ama bugün son. Birkaç saat sonra vuslat. Kalbim göğüs kafesinde çırpınıp duran bir kuş. Nefesim arkada kalıyor. Sık sık bana yetişmesini bekliyorum yol kenarındaki duvara yaslanıp. Simit sarayını geçince ilk sağa dönüyorum. 7 no’lu kapıya giden yola sapıyorum. İçimde bir basıklık. Havadan olmalı. Binadan içeri giriyorum. Kekremsi hastane kokusu hüzünlü insan kokusuyla karışmış. Genzim yanıyor. İstemsiz yüzüm buruşuyor. Yavaş adımlarla geçiyorum uzun koridoru. Güneş iyice saklanmış olmalı bulutların arkasına. Koridor loş. Lambalar yetmemiş hastanenin karanlığına. Kimisi yanmıyor, kimisi de sürekli göz kırpma telaşında. Uzunca bir süre – ya da zaman kaplumbağa hızında- sekreterin giriş işlemlerimi tamamlamasını bekliyorum. Nihayet doktorun odasına giriyorum. Uzanıyorum sedyenin üzerine. Doktor pek memnun görünmüyor son kontrolleri yaparken. Asistanıyla anlık bakışmaları ele veriyor. Yolunda gitmeyen bir şeyler var. Anlamadığım kelimeler yazıyorlar dosyama. Soramıyorum. Sırtıma bütün kötü senaryoların ağırlığı biniyor. İçimden avaz avaz bağırıyorum. Canım doktor, ne zamandır bekliyorum ben bugünü. Ne yap et, değiştir şu yazgımı. Etraf gitgide bulanıklaşıyor. Birbirine karışıyor yüzler. Vücudumu taşıyamıyorum.
Gözümü açtığımda başucumda annemle kocamı görüyorum. Gelmişler. Kocam dün gece çıktı yola askerden izin alip. Sabaha oradayım merak etme demişti. Sözünde durmuş. Biliyordum zaten. Ama içten içe de korkuyordum. Annemin gözleri kızarmış ağlamaktan. Yine de güçlü olmaya çalışıyor. Kocam iki elinin avuç içiyle başına tutmuş koltukta oturuyor. Öne arkaya sallanıyor durmaksızın. Ağzımda bir tüp var. Soluk alışlarım acılı. Konuşmak istiyorum sesim çıkmıyor. Doktorlar giriyorlar odadan içeriye bir süre sonra. Bir şeyler söylüyorlar. Anlayamıyorum yine. Kocamın omuzları daha da çöküyor sanki. Annemin hıçkırıkları yankılanıyor odada. Feryatlar bir kenara süpürüyor tüm hayallerimi.
Derken sesini duyuyorum. Biraz geride, yatağındasın. Miniciksin. Kucağıma verseler. Kokunu çeksem içime. Cenneti çeksem. Ağlıyorsun. Sen de anlıyorsun olanları. Benim dışımda herkes anlıyor. Kucağıma verseler. Avutsam seni. Bir dokunsam. Sarmalasam. Sıcaklığınla ısıtsan gittikçe soğuyan bedenimi. Ama kimse beni duymuyor.
Annem kucağına alıyor seni. Kundağa sarıyor. Toparlanmaya başladılar. Çantaları hazırlamışlar bile. Kapının önüne koymuşlar. Peki ya, ben. Hiç kalkacak halim yok. Beni bırakıyorlar mı burada.
Başucuma geliyorlar. Annem sarılıp öpüyor yüzümden. Gözyaşları yüzümü ısıtıyor. Kocam kulağıma fısıldıyor. ‘Can’ oldu adı, diyor sesi titreyerek. Annemin koluna giriyor destek olmak için. Zor yürüyor annem. Geriye dönüp sürekli bana bakıyor. Sonra… Kapıdan çıkıyorlar.
Biraz kuvvet bulup yataktan kalkıyorum. Pencerenin önüne yürüyorum. Benim gelirken ne hayallerle yürüdüğüm yoldan ben olmadan çıkıyorlar.
Pencereye sırtımı dönüyorum. Yatağın kenarında, yataktaki beni izliyorum. Gözümden yanağıma yol alan bir damla yaş. Üzerime vuran güneş ışığıyla daha beyaz görünüyor yüzüm. Sana ‘can’ oluyorum.
edebiyathaber.net (6 Ağustos 2020)