Bizi arkaya alabilirlermiş. İstemiyoruz, her ne kadar masanın dengesi bozuk olsa da 9 numaralı yerin manzarası iyi, görülesi yerde atları izliyoruz. Uzun bacaklı, kaslı, iri gövdeliler. Duruşları hükümdarları anımsatıyor. Konuklar eyerlerin kayışlarından tutup sürerken, kiloları fazla olanların göğüsleri, karınlarının yanları oynuyor. Tek tip turuncu tişört giyen garsonların birinden masamızdaki semaverin harlanmasını rica ediyoruz. Süzme balla dolu kâsenin yanındaki semaveri iki kulpundan da tutarak götürüyor. Burnumdaki mıhlama kokusuyla uzun boylu, kemikli yüze sahip garsonu izliyorum. Yumurta sarısı semaverin içine maşayla kömür koyup, pompayla hava üfürüyor. Fokurdayarak geliyor yanımıza. Çayları dudak payı bırakarak dolduruyorum.
Uzun tırnaklarıyla önündeki beyaz fincana vurup duruyor. Çıkan ses kulağımı tırmalıyor. Yine de dur demiyorum. Çiftlikten içeri girip yarı brandalarla çevrili alana oturduğumuzda yavrusu sakat olan atı gösterip, “Hiç dünyaya gelip gelmek istemediğini sordular mı?” demişti. Ben de dişlerimi sıkarak, “Her şey güllük gülistanlık olmaz,” demiştim.
Ay o kırmızı at seken yavrusunu emzirirken nasıl da arka ayağını kaldırıyor. Kurban olurum ben sana! Hiç yavrum güçsüz diye basıyor mu tekmeyi. Hayır.
Kaç aydır sigara dumanını soluklandırmayan adam bu sefer tam karşımda yaktı. Vurdumduymaz herif dumanı üflerken yemlenen tavuklar gibi kafasını sürekli aşağıya götürüyor. İlleti söndürmeli ya da uzakta içmeli. İnat etti. Bir şeycik olmazmış.
Kafeteryanın televizyonunda bebek bezi reklamı oynuyordu. Siyah çerçeveli led ekranda gülümseyen bir bebek annesinin ellerine tutunarak paytak paytak yürüyor. Tebessümümü, boğazını temizleyerek, “Bir yolu daha var,” demesi bozdu.
Kalsın o yol, istemiyorum. Engelli yavru ağır aksak yürürken yine düştü. Eninde sonunda hayvana bakmaktan bıkacaklarmış. Çekilir çile değilmiş. Başımı çevirdim. Ayva reçelinin kenarına iliştirilmiş bademlerden attım ağzıma. Acı badem… “Otobanın arkasındaki Acıbadem hastanesine gidelim, çok iyi bir doktor varmış.”
“Karar verecek olan biziz. Zaman dolmadan…” Sus, kes sesini. Gözleri büyüdü. Bir haftalık sakallarını sıvazladı. Bencil bir insan olarak görüyor beni. Teslim olmaya niyetim yok. Gerekirse tek başıma kol kanat gererim.
Kasanın önüne jelatine sarılı eriklerden koyuyorlar. Yemyeşil, irili ufaklı erikler. Çiftlikteki ağaçlardan toplanmış. Öyle demişlerdi. Baktığımı görünce almaya gitti. Bir torba erikle geldi. Ellerimle onun da yemesini işaret ettim. Ağzının tadı yokmuş. Güneş iyice kızmıştı, buna rağmen sigara içmeye çıktı. Masada tek kalınca nemlendi gözlerim. Yutkundum. Elimi kaldırıp seslendim. Lavaboya kadar kolumdan tuttu. Çıktığımda ekmek sepetimizde hayallerimi anımsatan pespembe bir pamuk şeker vardı. Tekli koltuğa yanaştığımda sırtıma özenle mavi bir pofuduk yastık yerleştirdi.
Çaylarımızın son yudumlarını da içip kumlarla kaplı antrenman sahasına geçiyoruz. Müşteriler sanki daha önce hiç tay görmemişçesine kameralarıyla sürekli garibimi taciz ediyorlar. Fotoğraf çeken kır saçlı, orta yaşlı bir beyefendiye sorduk. Meğerse yavru, kır yerinin maskotuymuş. Gelmeden önce firmanın sosyal medya hesabını incelemedik diye bizi küçümsedi. Girişteki afişi de… Yavrucak numaracıymış. Babası binicilik turnuvalarının şampiyonlarından. Tay doğduktan birkaç ay sonra babanın arka sol ayağında ödem oluşmuş. Atasını ahırın içinde ayrı odalardayken seyretmiş. Onun gibi arka sol ayağının üzerine az basmış. Tırıs koşular yaparken bilerekten düşmüş. Kahkahalar attık. Haberimiz yok, meğer sabahtandır büyük bir oyuncuyu izliyormuşuz.
Arka planda beyazımsı bir ışık huzmesi çıkmıştı. Yapış yapış olan ellerimi emerken yeniden çekmesini söylüyorum.
Uygulamanın hikâyesinde huzur etiketiyle birlikte Yanıltı’yla olan fotoğrafımı paylaşıyorum.
edebiyathaber.net (24 Temmuz 2022)