Öykü: Yapışık | Fatih Şahin

Şubat 25, 2025

Öykü: Yapışık | Fatih Şahin

Az sonra kağıda dökeceklerim gece karanlığında, yatağımda bilinçsizce uzanmışken gördüğüm bir rüya mı; yoksa gündüz ışığında, yazarlık hevesiyle kurguladığım bir hikaye mi emin değilim. Yine belirtmek isterim ki; anlatacaklarım kabusun -ya da ondan hallice tasarlanmış bir kurgunun- hemen ardından hikayeleştirilmemiştir. Öykümüzü kayda almaya değer hale getiren, ürkünç olduğu kadar da iğrenç olan görüntü, aylar hatta belki de yıllardır zihnimin tenha bir köşesinde kendisini, meraklılarına sergiliyor. Taze edebiyatçılara yaraşır bir şekilde lafı böylesine uzattıktan sonra o gece neler görüp, bu gördüklerim karşısında neler hissetiklerimi hemen anlatmaya koyulsam iyi olur.
Rüyamda -her ne kadar bunun bir kurgu olabileceğini söylesem de yazar olarak ben, bu metne konu olan hikayenin rüya olduğunu varsayacağım- oturma odasındaki kanepemde uzanmış, uyuyor iken gördüğüm kabustan bir anda sıyrılıp ter içinde uyandım. Rüyamın içindeki rüyada ne gördüğümü bilmem olanaksız olsa da, bunların hiç de huzur veren şeyler olmadığı açık. Zira sırtım terden sırılsıklam olmuş, yine boynumun alt kısmında damla damla terler tişörtümün boğaz kısmını nemlendirmişti. Uzayıp, gürleşmesini dört gözle beklediğim sakallarım uçlarından terlemişti. Her zaman olduğu gibi vücudumun sol kısmı üzerine yatmıştım, tabii olarak yine aynı vaziyette uyandım. Az önce görmüş olduklarımın bir rüya olduğunun ayırdına varmış, sakinleşmek için derin bir nefes alıp, göğsümü şişirerek sırtüstü uzanacakken, evimizin o eski, dayanıksız, yağmurlu havalarda suyu olduğu gibi geçiren ahşap tavana yarı yapışık, aşağıya, bana doğru sallanan kendimi gördüm, fakat yıllardır bildiğimi değil…
Her şeyden önce vücudum delik deşikti. Bu deliklerin kimisinde koyu mu koyu kan akıyor kimisinde ise kansızlık deliklerin çeperini çürütüyordu. Sağ elim ve ayağımla tavana; gri, asitli, yapışkan tükürüğümsü bir sıvıyla yapışmış kendime bakıyordum. Ağzım alabildiğine açıktı, öyle ki çığlığı koyuverirken barbarca katledilmiş masum bir insanın ifadesi vardı yüzümde. Gözler dışında tüm vücut ölüydü. Devasa göz çukurlarının ortasında zar zor seçilebilen o minnacık gözler pürdikkat gözlerimi takip ediyor, bakışlarımı takip ediyordu.
Tuhaftır korkmamıştım. Korkak ve kaygılı biri olduğumdan bu duygusuzluk, bugünden bakınca oldukça şaşırtıyor beni. Belki de bunun nedeni beni uykumdan uyandırıp, tavana asılı ölü halimle karşılaşmama neden olan rüyamın içindeki rüyanın daha korkunç görüntülerden oluşmasıdır. Fakat samimi fikrimi merak edenleriniz varsa eğer içinizde, bu fantazyayla yetinmeyip şunları okusun:
Duygusuz, kendimi unutmuş ve başına gelebilecek her türlü olayı önceden kabullenmiş bir insan gibi rahattım. Böyleydim çünkü başka türlüsü o sırada kanepede uzanmakta olan annemi uykusundan uyandırırdı. Evlenir evlenmez -ortalama 30 yıl öncesine tekabül ediyor bu olay- başlayan uyku probleminden mustarip olan annemi, derin bir uykudan uyandırmaktansa korkudan vücudumun tir tir titremesini yeğlerdim, yeğledim de! “Vücudu; içerisinden kanlar akan deliklerle dolu, tavana yapışık, büyük bir dikkatle seni gözetleyen ölü halini gördüğünde dahi başka insanları düşündüğünü mü söylüyorsun?” diye itiraz ediyor olabilirsiniz. Eh, sırf öyküsünü okuyorsunuz diye o öykünün yazarını tanıdığınızı iddia edemezsiniz. Halihazırda yirmi üç yıldır olağanüstü hassas olan zihnim, yıllardır gözüne uyku girmeyen annemin, uyuyan güzelinkini andıran uykusu karşısında daha bir hassaslaşmış olsa gerekti.
O güne dek elbette birçok kabus görmüştüm. Fakat hiçbiri zihnime bu denli kalıcı bir şekilde yerleşmemişti. Umuyorum ki kaleme aldığım bu satırlar, her aklıma geldiğinde tüylerimi diken diken eden, karanlığın ortasında yalnız başıma kaldığımda zihnime üşüşen, hem korku hem de acıma duygularına yol açan rüyamı, zamanla silikleştirip, işin sonunda zihnimin geri çağıramayacağım kadar uzak ve kimsesiz köşesine iteler.

edebiyathaber.net (25 Şubat 2025)

Yorum yapın