Geceyi gözleriyle, kulaklarıyla, bütün vücuduyla dinlemek ister gibi, kıpırtısız yatıyor yatağın içinde. Soluksuz kalıyor. Azıcık indiriyor yorganı. Burnundan nefes alabilecek kadar. Gözleri iri iri açık. Kulakları iyice dikelmiş. Olabildiğince yavaş nefes alıyor ki, eve doğru yaklaşan adımları duyabilsin.
Yandaki odadan, öldürsen uyanmayacak bir uykunun içinden, ekşimiş horultular yükseliyor.
“Ne ettin sen baba!”
Horlamalar, arada acı inlemelerle bölünüyor. Çarşamba çanağına dönmüş suratın yaralarından sızan iniltiler, evin ağır sessizliğine, kasabanın ıssız karanlığına, uzak köpek seslerine karışıyor.
“Hiç mi düşünmedin, sen olmayınca bu bebeler naapar?”
Başını çevirip, duvar dibindeki yatakta uyuyan kardeşine bakıyor. Karanlığın içinde, üstünü açmış, sere serpe yatan küçük vücudun silüetini seziyor.
“Ne güzel uyuyo! Keşke ben küçük olaydım!, Nasıl bakarım ben bu çocuğa bi başıma!”
-Yüzüne nooldu baba? Yine düştün mü yoksa?
-Ne düşşşmüşşşmesilen! Temiyizzzledim herifffçi oğullarııını. Bitirrrdim iyykiiisiiiiniiiiiin de iş şşşşinii.
Ağzının kenarındaki kurumuş kan şeridi yırtılıyor. Taze kan, salyasıyla karışıp çenesine doğru yeni bir yol açıyor. Sözleri, ağzının şeklini alıyor, yamuluyor, geriliyor. Konuşması uzadıkça, kelimeler de uzayıp sünüyor, bazısı unutulup yarım kalıyor…
-Ne yaptın sen baba?
Yatağında dönüp duruyor çocuk. Doğrulup perdeyi aralıyor. Korkuyla karanlık boşluğa dikiyor gözlerini. Yamacın aşağısından, Kirmastı çayının buğurları içinden, ellerinde silahlarıyla polisler beliriyor. Hızla kapatıyor perdeyi. Yerinde iyice büzüşüp yorganı başından aşırıyor. Gözlerini sımsıkı yumup kapının vurulmasını bekliyor.
Kalbi güm güm çarpıyor.
-Hüseyin agaa! Hüseyin aga! Aç kapıyı!
Bekliyor.
Yan odanın kapısının açılmasını bekliyor.
Babasının teslim olmasını…
Nefessiz kalana kadar bekliyor.
Ne yandaki odanın kapısı, ne de sokak kapısı açılıyor.
Azıcık indiriyor yorganı. Soluklanıyor.
Ter içinde kalmış. Suratı allak bullak.
Ortalık sessiz.
Kardeşinden tarafa bakıyor. Derin derin soluduğunu duyuyor küçük çocuğun.
“Amma zıbardın len!”
Gözlerine uyku yürüyor.
“Bursa’ya, halamın yanına mı gönderirler ki bizi?”
Burnunu çeke çeke ağlıyor.
“Anam yaşasa bizi ellere bırakır mıydı hiç!”
“Lokanta kapanır ki babam olmayınca.”
Gözleri kapandı kapanacak…
“O kocaman tencereleri nasıl kaldırıyım ben bi başıma!”
Gözleri kapanıyor.
Kocaman bir işkembe tenceresini camlı tezgahtaki çorba bölmesine boşaltmaya çalışıyor. Çorba yerlere, üstüne başına dökülüyor. Tencere elinden kayıp düşüyor. Lokantanın içine bir anda bir sürü polis doluşuyor.
Korku içinde fırlıyor yatağından.
“Geldiler! Götürecekler babamı!”
Odadan sahanlığa çıkıp tahta merdivenlerden koşarak aşağı iniyor. Taşlık buz gibi. Ayakları çıplak.
Sokak kapısının arkasında dikilip, kapının çalınmasını bekliyor. Kalbi deli gibi… Ayakları buz… Kapıya kulağını dayayıp dışarıyı dinliyor.
“Ah babam! Hiç mi düşünmedin! Hadi heriflere acımadın, bize de mi acımadın. Niye öldürdün elin adamlarını?”
Kapının dışı sessiz. Yukarıdan gelen horlama sesleri evin içinde yankılanıyor.
Koşarak yukarı çıkıyor. Yatağına girip ısınmaya çalışıyor.
“Anam yaşasaydı koynuna girer yatardım sıcacık, sarmalar, ısıtırdı beni!”
Titriyor.
Kalkıp kardeşinin yatağına gidiyor. Duvarla çocuğun arasına sığışıyor. Yorganı iyice üstlerine çekip, küçük çocuğa sımsıkı sarılıyor.
Gece yavaş yavaş ağarırken, vücudu çözülüp, gevşiyor.
-Mıstafaa, len Mıstafaa! Açsana kapıyı. Öldünüz kaldınız mı len?
Aşağıya koşup sokak kapısını açıyor.
-Baba! Sen!
Babası elinde sefer tasları, karşısında duruyor. Üstü başı düzgün. Günlük kıyafetlerini giyinmiş. Yüzü gözü tertemiz. Traş olmuş.
-Bu ne uykusu len?, Öğlen olcak nerdeyse. Kavaltı etmediniz mi daha? Al şunları bakıyım. Akşam yersiniz. Benim işim var akşama. Geç gelirim.
Sefer taslarını alıyor. Gözleri kocaman, ağzı bi karış açık babasına bakıyor.
“Götürmemişler!”
-Ne bakıyon oğlum garip garip! Kardeşin nerde?
-Yukarda baba. Uyuyo..
-Ne uykucuymuşsunuz bre!
Adamın gözleri yukarıya, yatak odasının kapalı kapısına dikilip kalıyor.
-Süheyla’m da severdi uykuyu!, diye mırıldanıyor.
Babasına bakıyor çocuk.
Babasına bakmaya doyamıyor.
-Hadi ben gidiyorum. Lokantayı İbo’ya bıraktıydım. Kardeşini de kaldır artık. Kavaltınızı yapın.
-Tamam baba. Meraklanma sen.
Başını okşuyor adam.
Gülümsüyor.
“Annem öldüğünden beri ilk defa gülümsüyor.”
Ağzının kenarında beliren yara izi ince ince kanıyor.
Çiğdem Özerdoğan kimdir?
1966 doğumluyum. Elektronik Mühendisiyim. Bir kamu kuruluşundan emekliyim. Ankara’da yaşıyorum.