Evine kabul ettiği için teşekkür edip galoşları giydim. Her defasında acaba samimiyetsiz bir hava mı yaratıyor bu galoşlar diye düşünmeden edemiyorum. Kızına seslendi. “Zehra, Meryem’i de al gel kızım”. Zahmet etmeyin gereği yok sizinle konuşsam da yeter dediysem de kızlar gelip oturdu. Zehra, Meryem’in elinden tutuyordu. Kızlarına bakarak, “sosyal yardıma hep başvurdum ama bu kadar zaman kimse gelmemişti, çok sevindim” dedi. Geliş amacımı tam açıklayacakken benden önce söze başlayarak; “Bu evde yalnız oturuyorum, hiçbir yerden gelirim yok” deyiverdi. “Benimde soracaklarım vardı” diyerek dosyayı açtım. Ama kadın yüzüme bakmadan sadece çocuklara ve gözlerini boşluğa dikmiş bir şekilde konuşuyordu. Etrafı süzerken, o an Meryem’le göz göze geldim; şaşkınca beni izliyordu. Sessizliği dinleyen Sanina’yı fark ederek artık sorulara geçebileceğimi hissedince giriş yapmak için atıldım. “Sanina Hanım bugün geliş sebebim…” Sanina sözümü kesti. “Dedim ya hiçbir yerden gelirim yok diye, ailem beni kabul etmiyor, 45 yaşındayım ama kimse istemiyor” dedi. Devam etmesini isteyip istemediğimi anlamak için gözlerime baktı. “İlk kocamı istemediler,” dedi Sanina ve Meryem’e döndü “Meryem, Zehra’yı da al içeri git kızım”. Meryem, Zehra’yı içeri götüremedi. “İstemiyor anne”. Sanina başını yana çevirerek Meryem’e sert ve donuk bir bakış attı. Bana döndü ve sessizce; “Onu çok sevmiştim biliyor musunuz? Ama istemediler işte. Onunla her şeyi yapmıştık abla, evli misin bilmiyorum ama,” dedi. O an ortamı soğuk ve kuru bir hava kapladı. “Ailem istemedi ya, döl tutmadı ondan, kötülük bu.” Yüzüme bir an baktı ve devam etti. “Çarpıldı öldü. Zaten elektrik işi yapıyordu. Beni sevdiklerinden de değil başlarına kalmayayım diye ikinciye evlendirdiler işte. Şimdi de herif ceza evinde abla, hırsızlık yapmış köpek. Kumar oynuyormuş, benim haberim yok. Zaten bu kız (Zehra’yı göstererek) engelli doğunca istemediydi bizi, bırakıp gitmişti. Sonra baktı bizden başka kimsesi yok, gene döndü geldi ama hiçbir şey yok aramızda. Bir gün evdeyse dört gün yoktur.” Anlattıklarını not alıyordum bir yandan da kadının ailesine kızıyordum. O an gözlerimi Sanina’dan Zehra’ya çevirdim. Oturduğu yerde bir öne, bir arkaya sallanıyordu. Meryem de onu kollamaya çalışır şekilde kolundan tutuyordu. Henüz 15 yaşında vardı ya da yoktu. Bu ziyaretim onun için hiçbir şey ifade etmezken ve öğrenilecek sınırlı şeyi de öğrenmişken, bunu bir zaman kaybı olarak görüyor gibi hissettim. Yere serilmiş battaniyenin üstünde duran erimiş minderlerde, sobanın yanında oturuyorduk, Sanina anlatmaya devam ediyordu. “Yani,” dedi Sanina gözlerini yere dikmiş; “bu ev kira, hiçbir gelirim ve yardım eden kimsem de yok.” Ve bir an durdu gözü sobadaki çaydanlığa kaydı: “Aa! Abla o kadar şey konuştuk size bir şey ikram etmedim. Çayım taze, içer misiniz?” dedi. Hafifçe dizlerinin üzerinde doğruldu. O anda Meryem’e kafasıyla mutfağı işaret ederek; “Kalk kızım ablaya çay bardağı getir” dedi. Tam Meryem hamle yapmıştı ki Zehra, Meryem’in kolunu bırakması ile derin ve keskin bir çığlık attı. “Yok, gerek yok, sağ olun görevdeyim,” dedim gerilmiş bir sesle ve ikna olmasını bekleyerek. Meryem’in yerine oturmasıyla Sanina da dizlerinde doğrulduğu mindere geri oturdu. Göz göze geldiğimizde “Artık kalkayım, numaram burada ihtiyaç olan herhangi bir durumda arayabilirsiniz” dedikten sonra kalkmak için hareketlendim. Meryem Zehra’yı annesinin yanına getirerek, oturttu. “Ben ablayı geçireyim”. Sanina sert ve yüklü bir ifade ile bakarak “Bu kadar mı?” dedi. Dönüp, “paylaşmak istediğiniz başka bir şey var mı?” diye sordum. “Yok, tamam. Anladım ben sizi,” dedi Sanina. “Size eşlik edeyim, kapıya kadar. Sen geç Zehra’yla otur kızım.” Kendimi içinde hissettiğim bu boşluk, bu zamana kadar bu eve hiç gelmemiş, bu ailenin varlığından bile haberi olmayan onca kişiyi de kapsıyordu. Meryem ile gözlerimiz bir anlığına buluştu. Sanina kapının önüne kadar geldi. “Sağ olun geldiğiniz için,” deyip arkasına bakarak kimsenin olup olmadığını kontrol etti.
Giderken, “Abla!” diye seslendi. Dönüp baktığımda yolu hızla geçip yanıma doğru hızlı hızlı yürüdüğünü görünce merakla baktım suratına. Gözleri dolu dolu ve hüzünlü bakıyordu. “Abla çocukların yanında diyemedim de, Meryem’in babası cezaevindeki değil. İki sokak ötede oturuyor. Kimse bilmiyor. Benim adamla cezaevinden tanışıyorlarmış. Bana ondan haber getirirdi. Bizim evliliği anlattım sana zaten. Hiç desteğim yok dedim. Yalan konuştum sana içime sinmedi.” O an ne diyeceğimi bilemedim. “Tamam. Bana söylemek istediğin başka bir şey var mı?” diye sordum. “Abla bir de… Benim Meryem var ya,” diyerek hüngür hüngür ağlamaya başladı. Cebinden bir kâğıt çıkardı. “Bunu Meryem’in çantasında buldum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Ölmek filan yazıyor. Ben bir günah işledim tabi bu da cezasız kalmayacaktı. Biliyordum. Şimdi Meryem’im için çok korkuyorum. Hiç yalnız bırakamıyorum. Kimsem de yok. Ne yapacağım? Abla bir hayat yaşadım her şey yarım… Birini sevdim yarım kaldı. Biriyle evlendim, yanımda yok. Çocuklarım desen…” Ona o kadar hak verdim ki ne diyeceğimi ve ne söyleyeceğimi bilemedim. Birbirimize hüzünlü gözlerle baktık bir süre. Bütün kimliklerimizden arınmış iki kişiydik o an. İki kadın. Ve bu coğrafyada kadın olmak sadece bakışarak anlaşmak için yeterliydi.
edebiyathaber.net (11 Temmuz 2023)