“Su yasaklanabilir, susuzluk asla…”
Eduardo Galeano
Koltuğu balkonun en kuytu köşesine çektim. Salondaki küçük sehpayı koltuğun yanına çıkarttım. Bahçeden topladığım misket büyüklüğündeki taşları bi kabın içine doldurup sehpanın üstüne koydum.
Gündüzden…
Bacaklarımı toplayıp koltuğun köşesine çöreklendim, onu bekliyorum şimdi.
Gece ılık. Gökte ay yok, yıldız yok. Camlarda ışık yok.
Bu gece, tekrar geleceğinden eminim.
Kulaklarımı dikip karanlığı dinliyorum.
Geleceğini biliyorum. Bunu kendisi söyledi. Geceye karışmadan hemen önce, suçüstü yakalanmış gibi değil de, yarıda kalan görevini tamamlayacağına and içmiş, işine karşı sorumlu biri gibi, heyecanla, haykırarak söyledi.
Yine geliceem!
Rezil herifler! Böyle gariban çocukları kullanıyorlar pis işleri için.
Öfke dikkatimi dağıtıveriyor. Fark ettiğim anda toparlıyorum kendimi. Kulağım yeniden tetikte.
Gelişini duyabilmek için pürdikkat etrafı dinliyorum.
Gecedeki sessizlik, değişik yönlerden çatırdıyor, sökülüyor, yırtılıyor.
Yerimde kıpırdandıkça, altımdaki eski koltuk gıcırdıyor. Eprimiş kumaş en zayıf yerlerinden iplik atıyor biraz biraz. İki katlı ahşap evceğizimin yarım asırlık tahtaları çıtır çıtır, kemiklerim gibi çıtırdıyor. Çatıdaki teneke yağmur olukları metalik çınıltılarla büzüşüyor, bütün gün güneş altında genleşip gevşeyen gözenekleri sıkışıp daralıyor. Balkonun dibindeki vişne ağacı göğe uzanmış derin derin soluyor. Yaprakları hışır hışır. Minik bir kurbağa, çiçeklerin arasında küçük sıçrayışlarla ilerliyor. Bahçe kapısının yanındaki çeşmenin musluğundan, uzun aralıklarla bir su damlası doğuyor, uzayıp sünüyor, kopup yerinden, yalağın içinde birikmiş gölcüğe düşüyor.
Şıppp.
Şıppp.
Yıkılmış evlerinin mezarları üzerinde, beton kutularının içinde derin derin uyuyor mahalleli.
Bekliyorum.
Gözlerim küçülüyor.
İçim geçiyor…
Pat diye bir ses.
Epey uyumuş olmalıyım. Bacaklarım uyuşmuş, hissetmiyorum. Ortalık serinlemiş. Her tarafım tutulmuş. Kıtır kıtır omuzlarım. Belim çatlıyor. Ay, karşıki apartmanın arkasından yükselmiş, tabak gibi ortaya çıkmış. Tam tepemde şavkıyor. Küçücük bahçeyi, gündüz gibi aydınlatıyor. Duvar dibi boyunca uzanan çiçek tarhları apaçık görünüyor burdan.
Balkonun, bulunduğum köşesi hâlâ karanlık.
Bahçede genç bir oğlanın dal gibi incecik bedeni dolanıyor.
Duvardan bahçeye atladığı yerdeki akşam sefaları ezilmiş, toprak, küçük taşlardan örülü daracık geçiş yoluna doğru yayılmış.
Oturduğum yerden, geniş aralıklı ahşap trabzanların arasından seçebiliyorum. Bu, o.
Eh be çocuk! Aptal çocuk! Kapıdan girsen ya! Daha bugün düzelttim oraları. Dün gece de bok ettiydin aynı yeri. Ben de yaşlı başlı adamım. Yoruluyorum artık.
İyice siniyorum olduğum köşeye.
Gençlik işte! Macera olacak ille. Hoplayıp zıplayacak filmlerdeki gibi. Oysa bahçenin kapısı hep açık durur. Girsene ordan!
Delikanlı, çeşmenin başına gidip elindeki poşeti açıyor, içinden testere, çekiç ve takoz olarak kullanacağı bir tahta parçası çıkarıyor. Çekiçle tahtayı yalağın kenarına koyuyor. Sonra çalışmaya başlıyor. Kıl testeresi ay ışığının altında pırıl pırıl parlıyor. Musluğun borusuna sürtünen testerenin sesi gecenin içinde büyüyor.
Gıııırç.
Gııırç.
Bir hafta oldu mu elektriği kestikleri? Şerefsizler! Su da üç dört gün olmuştur herhalde. Elektrik önemli değil, mum fener ne güne… Yemeğe de küçük tüp. Susuz olmaz ama. Biliyor pezevenkler. Susuz, uzun süre devam edemem.
Ah, aptal çocuk! Testere getirmiş bugün de!
Dün gece kurbağacıkla sökmeye çalıştıydı musluğu. Hazırlıksızdım. Terliği kafasına yiyince topukladı gitti.
Olduğum yerde gürültü çıkarmamaya çalışarak gülüyorum kendi kendime. Sinirlerim iyice bozuldu. Deliliğe vurduruyoruz da… Bakma sen, boka sarıyo gün geçtikçe. Bahçenin suyu olmazsa fazla dayanamam.
Kaç para veriyorlar acaba bu bebeye?
Kâsenin içinden bir tane taş alıyorum rastgele.
İnşallah bi yerine gelmez!
Çeşmeye doğru fırlatıyorum taşı. Oğlanın başının hemen yanından geçip, musluğa değiyor.
Çınnnn.
Çocuk sıçrayıp bir iki adım geriye düşüyor kıç üstü.
Git burdaaan, diye bağırıyorum var gücümle.
Bir tane daha taş fırlatıyorum.
Yalağın içine düşüyor.
Cuppp.
Birkaç ışık yanıyor çevredeki binalarda. Camlarda gölgeler beliriyor. Sımsıkı kapalı perdeler azıcık aralanıyor.
Asıl sen git aksi herif. Allah’ın manyağı. Razı ol da bırak şu yıkıntıyı artık.
Bir taş daha…
Çocuk bir sıçrayışta duvara çıkıyor, oradan da bahçenin dışına, kaldırıma atlıyor.
Sıçtığımın bunağı!
Bastığı yerdeki menekşeler eziliyor. Kafaları, boyunları toprakla bir, kökleri dışarıya uğramış.
Zorlukla doğrulup kalkıyorum koltuktan. Ezik ezik her bir yanım.
Gündüz düzeltirim oraları artık.
Meraklı gözler yarım kalan uykularına döndü bile.
Şimdi ben de uyumalıyım. Gücümü toplamalıyım. Çünkü biliyorum.
Yarın yine gelecek.
edebiyathaber.net (28 Ekim 2021)