İyi mahalle okulunun daha az iyi mahalleli öğrencisiydi Sefa… 5. sınıftaydı ve okula minibüsle giden tek çocuktu. Okul aile birliğinin önde gelen ebeveynlerinin kendisi hakkında “cık cık” yaptığını duyardı ara sıra. “Bu nasıl sorumsuzluk!” derlerdi, bilinçli bir aile bu yaşta çocuğu nasıl bırakırdı tek başına? Sefa da bıyık altından gülerdi onlara. Minibüs 10 dakika sürüyordu sadece… Zaten iki mahalleyi bir üst geçit ayırıyordu altı üstü. Ama bu üst geçit öyle kalleşçe ayırmıştı ki bunları, iki mahalle birbirine hiç benzemezdi. Sefa da hep şaşardı buna. Evler, arabalar, sokaklar… Geçidin sağ tarafındakiler hep daha fiyakalı gelirdi ona. Yahu insanları bile bir farklı bakardı sanki. Bu üst geçit, kardeşi kardeşe kırdırmıştı anlayacağınız… Sefa’nın bu minibüs meselesiyle ilgili tek derdi kendi boyunda ama kendinden de şişko çantasıydı. Tıka basa dolu minibüsün kapısından Sefa girse çantası dışarıda kalırdı. Bir şekilde yumulsalar birlikte, bu sefer büyüklerden paylanma mesaisi başlardı. Çantası çok yer kaplıyordu, e kimseye yer kalmıyordu. Arttıkça artardı homurdanmalar. Sefa o anlarda bildiği tüm duaları biraz yanlış biraz doğru okurdu. Şoförün kendisinden bir de çanta için para istemesinden korkuyordu. Öyle bir durumda ya öğlen aç kalırdı ya da akşam eve yayan dönerdi. Aramızda kalsın, Sefa üst geçidin hemen dibindeki mezarlıktan çok ürkerdi. Böyle bir ikilemde kalırsa, “günü aç geçirmeli” diye tembihlemişti kendini.
Sefa o sabah zar zor uyanmış, evden koşar adım çıkmıştı. Geç kaldığı her gün müdür yardımcısına uğraması, o odada sevimsiz, böyle tatsız tuzsuz bir 5 dakika geçirmesi gerekiyordu. Zamansızlıktan bağcıkları ayakkabı içine sokmuş, gömlek düğmelerini bile minibüs yolunda bağlamıştı. Gece yine Avrupa maçı vardı. E tabii, büyük Galatasaraylı Sefa da gözleri kızarana kadar durmuştu televizyon başında. O sene takım iyi gidiyordu ama maçın ilk yarısında 3-5 gol atıp işi bağlasalar, Sefa da erkenden uyusa çok daha iyi olacaktı sanki.
Sefa minibüsten indikten sonra delice koşmaya başladı, hocadan önce sınıfa varabilmek için “yasaklı tellerin” oradan girmişti okula. Okul yönetimi o kopuk tellerden okula girip çıkmayı yasak etmişti ama nedendir bilinmez bir türlü onarmamışlardı da… Sefa sınıf kapısına geldiğinde içeri tedirgin bir bakış attı neyse ki öğretmen sandalyesi bomboş, kuzu gibi durmaktaydı. Yetişmeyi başarmıştı, hemen oturdu yerine. Nefes nefeseydi… Montunu çıkarınca kesif bir ter kokusu çalındı burnuna. Hiç hoşlanmadı bundan, kışın terlemekten nefret ederdi Sefa. Çünkü bu ter denilen meret kat kat giyindiğin kış gününde geliyorsa yanında bir de pis pis kaşınmayı getirirdi. Hoca girdi sınıfa, Sefa etrafı kesmeye başladı. Sanki bugün herkes biraz daha güzeldi. Kızların saçı örülü, oğlanlarınki ise daha dün gece banyo yapmışçasına yağsızdı. Biraz işkillendi ama çok da kafa yormadı.
Teneffüs olduğunda Merve yanına geldi, Sefa’ya okul çıkışı doğum günü partisine gelip gelemeyeceğini sordu. Sefa şaştı kaldı. Ne doğum günüydü, kimin doğum günü, ne partisi? Sonradan öğrendi… Meğer önceki gün okul aile birliği toplantısı varmış, anneler orada konuşmuş. Merve’nin doğum günüymüş, çocuklar okuldan sonra Merve’nin evine gidecekmiş. Bir Sefa’nın bir de birkaç çocuğun daha annesinin telefonunu bilmediklerinden haber verememişler… Sefa ne yapsın, bilemedi. Merve’yi severdi ama… İyi kızdı Merve. Hatta aramızda yabancı yok, bildiğin aşıktı ona. Sefa bir gün detaylıcana düşünmüş, hesap kitap yapmış, Merve’nin en çok âşık olduğu 5. kız olduğuna karar vermişti. Merve iyi kızdı, hoş kızdı ama tabii ki kimse Ayşe’nin eline su dökemez, hele hele de Ceren’in yerini kimse tutamazdı. Merve’ye baktı bir an… Ona “seninle açık konuşacağım” dedi. Kızı kaloriferin oraya götürdü, çekti karşısına, bir bir anlattı. “Böyleyken böyle” dedi. Sefa’nın bu doğum gününden haberi yoktu. Evden getirecek bile olsa bir hediye uyduramamıştı… Ayrıca kaşıntı ve ter detayını vermeden kıyafetinin de pek uygun olmadığını anlattı Merve’ye. Nereden bakarsan bak, Sefa’nın bu doğum günü partisine katılması gerçekten olacak iş değildi. Ama Merve iyi kızdı işte…. Bunların hiç sorun olmayacağını, Sefa’yı ille de partide görmek istediğini, kendisinin de Sefa’nın doğum günü partisinde ona hediye almayacağını, böylece ödeşmiş olacaklarını söyledi. Sefa durdu, düşündü, ne tatlı kızdı şu Merve… Hani Burcu’nun yerine Merve’yi 4. yapsa yeriydi yani. “Tamam” dedi, “sen de benim partime hediye getirmezsin o zaman.” Sefa aslında hiç doğum günü partisi yapmamıştı ve gelecekte de yapacağa benzemiyordu. O an açık etmedi Merve’ye ama ne evini ne de mahallesini okuldakilere göstermeye pek niyeti yoktu.
Çıkışta Merve’nin evine yürüdüler hep birlikte. Zaten 5 dakika sürdü sürmedi yol. Her gün sadece 5 dakika yürüyerek okula gidip gelmek… Vay anasını! Hayali bile Sefa’yı zevklendirmeye yetmişti. Apartmana vardıklarında bir uğultudur gidiyordu. Bir an önce doğum günü evine ulaşmak istiyordu herkes. Asansör gelmeye yakın hareketlilik iyice artmıştı. Sefa, engin minibüs deneyimlerini kullanarak etkili omuz darbeleriyle tüm rakiplerini ekarte etmiş, ilk turda asansördeki yerini kapmıştı. Neşe içinde çıktı 3. kata… Şenay teyzenin kapıyı açmasıyla buram buram kek börek kokuları geldi burnuna. Efsunlanmış gibi kapıya yöneldi Sefa, hızlıca ayakkabılarını çıkardı, girdi eve. O an gözü aşağılarda bir yere takıldı. Yok olamazdı… Bu gördüğü gerçek miydi? Tekrar baktı… “Allah’ım!” Bu nasıl olurdu? Maalesef Sefa’nın iki çorabı da olur olmadık yerlerden yırtıktı. Çok kalleşçe yırtıklardı bunlar. Yaşına göre kaba olan ayağının en mahrem yerleri apaçık ortadaydı. Hemen kendini salonda bir köşe koltuğa attı. Bir an çorabı çıkarmayı düşündü ama bu sefer daha da komik olacaktı. Terlik istese ona ya kız terliği verecekler ya da Merve’nin babasının 45 numaralıklarını… Hem bu ev gayet ısınıyordu, terlikle gezmek bir nevi şüpheleri üzerine çekmek demekti. Büzüştü kaldı Sefa… Ayaklarını birbirinin üstüne koyup yırtık yerleri kapamaya çalıştı. Aslında çoğu zaman yırtık çoraplarla gelirdi okula ama bugün bu parti zımbırtısının çıkacağını nereden bilirdi ki? Gün boyu da yırtık çorapla olduğu gram gelmemişti aklına. Zaten gelseydi bir yolunu bulur, bir şekilde gelmezdi bu partiye.
Parti son sürat tüm çılgınlığıyla devam ediyordu. Şenay teyze önce börekle meyve suyu servis etti, sonra pasta geldi, üflendi, kesildi. Oyunlar, şakalaşmalar gırla gidiyordu… Bu sıralarda Sefa hiç kalkmadı yerinden. Belki 2 saat geçmişti. Sadece arada alttaki ayağını üste, üstteki ayağını da alta alıyordu. Şimdilik çorabını kimse görmemişti neyse ki… Ama hediyelerin verildiği anlar tam bir ıstıraptı Sefa için. Geçmek bilmiyordu. Doğum günü kızı Merve çok uzatmıyordu ama hediye sahipleri yok şöyle yok böyle diyerek anlattıkça anlatıyorlardı hediyelerini. Hele bu saf Ali öyle uzatmıştı ki, Merve hafiften gülmeye başlamıştı artık. Hayır aldığı hediye de basit bir oyuncaktı Ali’nin… Ceren’in, Emre’nin, Ayşe’nin aldığı hediyelerin yanında esamesi bile okunmazdı. Merve bir ara Sefa’yla göz göze geldi, ona güldü. Sefa’nın da canının sıkıldığını anlamıştı. “Neyse teyp açalım biraz” dedi. Hemen içeri gidip annesinin kasetlerini getirdi. Tarkan, Barış Manço, Mustafa Sandal, kimler kimler yoktu ki… Müzikler çalmaya başladı, 5-B sınıfının sosyetik simaları birbiri ardında soluğu dans pistinde alıyordu. Merve daha geceden ortadaki sehpayı kaldırtmıştı babasına.
Sefa gözünü Ceren’den alamıyordu. Ne kadar güzel dans ediyordu öyle… Arada onla göz göze gelmek istiyor, ona mimikleriyle “çok iyisin, çok iyisin” demek istiyordu ama bir türlü yaşanmadı bu kesişme. Ceren pek oralı değil gibiydi. Hayır yerinden kalkabilse kızın yanına gidecek, dansta ona katılacaktı ama kalkamıyordu ki… “Ah şu yırtıklar!” diye geçirdi içinden.
Merve, Sefa’nın yanına geldi, neden sürekli oturduğunu sordu, onu dansa kaldırmaya çalıştı. Sefa tabii ki reddedecekti bu teklifi… Aklından binbir türlü bahane geçti. Ama her ne olduysa bir anda Merve’ye bütün gerçeği çat çat söylemeye karar verdi. Nedense bu kızda bir şey vardı, ona karşı hiç heyecanlanmıyordu. Hep çok açık konuşuyordu. Herhalde Merve’nin âşık olduğu kızlar arasında ilk üçte olmamasından kaynaklanıyordu bu durum. Çünkü Ceren’le ne zaman sohbet etmeye kalksa dili dolanır, hızlı hızlı konuşur, tüm kelimeleri de yuvarlardı. Merve’nin kulağına eğildi, “bak” dedi, “ben çorapları yırtık biriyim… Şimdi burada ayağa kalkarsam pek hoş olmaz. Hadi ben kendimden geçtim ama senin doğum günü partinin böyle bir olayla anılmasını istemem açıkçası.” dedi. Merve gülmeye başladı, zaten hep çok gülerdi Sefa’ya. Hemen içeri gitti, annesiyle bir şeyler konuştu. Şenay teyze salon kapısından Sefa’ya seslendi, dışarı çağırıyordu. Sefa “gelemem, olmaz” minvalinde hareketler yapsa da Şenay teyze ısrarcıydı. Sefa etrafı kolladı, kimsenin ona bakmadığından emin olduğu bir anda yıldırım hızıyla salon dışında aldı soluğu. Şenay teyze ona kocasının çoraplarından birini uydurmuştu. Çorap nerdeyse Sefa’nın dizine geliyordu ama üstte pantolon olduğu için sorun olmayacaktı. Sefa neşe içinde döndü salona. Özgüveni yerine gelmişti. Herkese şakalar yapmaya başladı. Merve’yle de göz göze geldi bir an… Gülüştüler. İkisi dışında kimse az önce olanları bilmiyordu. Bu aralarında bir sırdı. Sanki akıllarına bu gelmiş gibi aynı anda bir kere daha gülmeye başladılar. Sefa önünü alamamaktan korkuyordu, çünkü daha önce bir kere gülme krizine girmiş ve yarım saat durduramadığı olmuştu. Neyse ki kendine geldi, gülmeyi bıraktı. Dans etmeye başladı. Dans dediysek de bakmayın, öküz gibi zıplıyordu işte.
Hem bu müzik festivalinin hem de doğum günü partisinin son anlarına gelmiştik artık. Yavaş yavaş herkesin annesi babası gelip çocuklarını almaya başladı. Ceren’in babası, Sefa’yı bu saatte minibüsle hayatta göndertmeyeceğini, ille de eve kendisinin bırakacağını söyledi. Sefa ne kadar yalvarsa yakarsa da ikna edemedi Kemal amcayı. Mecbur, Ceren görecekti Sefa’nın mahallesini… Merve’yle kapı eşiğinde vedalaştılar. “Merve biliyor musun?” dedi, “sen çok iyi bir kızsın…” Merve gülmeye başladı. “Sen de fena çocuk değilsin ama daha çok büyümen lazım” dedi Sefa’ya. Sefa da güldü. Merve de komik biri miydi ne? Bunu ilk defa bugün fark ediyordu sanki.
Arabaya bindiler. Ceren’le Sefa arkaya oturdu. İlk defa Ceren’le bu kadar yakın olmuşlardı ama pek sohbet etmiyorlardı. Sefa bir yandan partiyi düşünüyor bir yandan da Kemal amcaya evini tarif ediyordu. Bir ara yolda kendi minibüsünü gördü, içi yine tıklım tıkışıktı insafsızın. Sonra Ceren’e baktı, uyuklamıştı kızcağız. Çok da güzel uyuyordu ama Sefa cesaretini topladı ve Ceren’i hafifçe dürttü. Kız bir anda irkildi, gözlerini aniden açtı. Sefa, “sana bir şey söyleyeceğim” dedi. Belki de ilk defa Ceren’e karşı tek seferde, teklemeden, sakince bir cümle kurmuştu. Onun kulağına eğildi, “biliyor musun Ceren, ben artık sana aşık değilim galiba.” dedi. Ceren hala kendine gelememişti. Sinirli bir tavırla “ben sana zaten hiç aşık değilim Sefa” dedi, kafasını çevirdi. Sefa güldü, “ne güzel” dedi… Yolu izlemeye devam etti. Merve’yi düşündü. “Ne güzel” dedi, “ne güzel…”
edebiyathaber.net (20 Haziran 2024)