“Ben aslında çok iyi yaşardım.”
Gişedeki memur, karşısındaki adamı görmezden gelerek başını önündeki bilgisayardan kaldırmadan işlemlerini yapmaya devam etti.
“Yaşasaydım keşke,” diye tekrar etti adam kendi kendine konuşur gibi.
Boş bulunup yanıt verdi memur: “Neden yaşayamadın dayı?”
“Vadem yetmedi.”
Cevabı duyunca kafasını kaldırdı. Siyah çerçeveli gözlüklerinin üzerinden, yüzündeki her bir çizgisi bir yıla denk düşen yaşlı adamı süzdü ciddiyetle. Bilgisayarda birkaç tuşa bastıktan sonra derin bir iç çekti. Yanında duran telefonun ahizesini kaldırırken adama dönüp “Daha ne kadar vade istiyordun dayı, doksan iki yaşındaymışsın,” dedi ciddiyetini bozmadan. Adamın kederlendiğini görünce “Tamam, dur bakalım. Bak seni kriz ünitesine yönlendiriyorum,” diyerek sürdürdü konuşmasını.
Bu esnada telefondaki kişinin sorduğu sorulara kısa cevaplar veriyordu: “Evet. Yokoluşsal kriz. Doksan iki yaşında. Size gönderiyorum.”
Yaşlı adam ikinci kata büyük bir kuşun kanadına tutunarak uçtu. Kuşun üzerinden indiğinde “Kriz Ünitesi” yazan bölümün sağ tarafında gördüğü sıraya doğru ilerlerken altmışlı yaşlarında gençten birine denk geldi.
“Sen de mi bu sırayı bekliyorsun delikanlı?” diye sordu üniteyi göstererek.
“Yok, hayır. Transit geçiş sisteminde bir arıza olmuş. Bu sıradakiler onun düzelmesini bekliyor. Senin sorduğun sıra diğer tarafta amca,” deyip eliyle soldaki uzun kuyruğu işaret etti genç adam.
Onun gösterdiği yöne bakıp sonu gelmeyen kuyruğu görünce şaşkınlık ve korkuyla kaşları çatıldı yaşlı adamın. Alnında ve gözlerinin etrafında, zamanın acımasızlığından nasibini alan kırışıklıkları iyice belirginleşti. Kararsızlıkla o yöne doğru birkaç adım attıktan sonra geri dönüp biraz önce konuştuğu genç adama seslendi:
“Pardon delikanlı!”
“Buyur amca.”
“Affına sığınarak bir şey sormak istiyorum. Bu transit geçiş hakkını nasıl elde ettin?”
“Bir açıklama yapmadılar ama herhalde ölümü kabullendiğim için gönderdiler buraya.”
Yaşlı adam şaşkınlık içinde “Nasıl kabullenebildin?” diye sordu.
“Kabullenmeyip ne yapacaktım? Boşuna mı demişler olmuşla ölmüşe çare yok diye. Öldüm işte. Bitti.”
“Öldüğün için hiç mi üzülmedin?”
“Üzülmez olur muyum? Elbet üzüldüm geride bıraktıklarım için ama vadem bu kadarmış.”
“Hiç pişmanlığın yok mu peki? Birkaç yıl daha yaşamak istemez miydin?”
“Yaşamak isterdim tabii. Zaten herkes istemiyor mu? Hayatın adaletsizliğinden şikâyet edip ‘Allah canımı alsa da kurtulsam,’ diye dua edenler sanıyor musun ki bir an önce ölüp gitmek istiyor. Öyle olsa herkes canına kıyardı. Ama hayır! Can tatlı; çünkü yaşamak kıymetli. Neticede burada bizi neyin beklediğini bilmiyoruz. Oysa hayat sürprizlerle dolu da olsa sorular hep çalıştığımız yerden geliyor. Haksız mıyım amca? Sana da amca diyorum bana delikanlı dedin diye ama rahatsız oluyorsan rica ederim söyle. Neticede ben de altmış üç yaşındayım.”
“Yok oğlum, estağfurullah. Amca de, abi de, istersen sadece adımı söyle: Cevdet de. Sen nasıl rahat edeceksen.”
“Benim adım da Hasan, Cevdet abi. Memnun oldum. Valla enteresan adamsın. Giderayak yine hayatı sorgulattın bana.”
Yaşlı adam, geldiğinden beri ilk kez gülümsedi.
“Ben de seninle tanıştığıma memnun oldum Hasan. Diğer sorum için ne diyorsun peki? Pişmanlıkların yok mu?”
“Muhakkak vardır, insanız sonuçta ama şu an sana söyleyebileceğim bir şey gelmiyor aklıma.” Biraz duraksadıktan sonra konuşmaya devam etti. “Demek ki büyük pişmanlıklar değilmiş. Sen de var mı? Pişmanlık yani.”
Yaşlı adamın yüzündeki tebessüm yavaş yavaş silinirken transit geçiş sistemindeki sıranın Hasan’a geldiğini bildiren bir guguk kuşu öttü.
“Ah be Cevdet abi. Benim şimdi gitmem gerekiyor, belki tekrar karşılaşırız. Üzme sen de ken…” derken cümlesini tamamlayamadan gri bir sis bulutunun içinde kayboldu Hasan.
Yaşlı adam onun anlattıklarını düşünerek “Kriz Ünitesi” yazan sıraya doğru ilerledi. Kendisine saatler, hatta günler gibi gelen bir sürenin ardından nihayet guguk kuşu öttü. Onu karşılayan genç kadın, “Merhaba ben Ayşe. Sizi şöyle alalım Cevdet Bey,” diyerek gülümsedi ve masanın karşısındaki mavi koltuğa oturttu yaşlı adamı.
“Evet Cevdet Bey. Ölüm sizi biraz fazla sarsmış gördüğümüz kadarıyla. Bu konu hakkında konuşmak ister misiniz?”
Adam, sorunun bu kadar doğrudan sorulmasından mı yoksa içinde bulunduğu buhrandan mı bilinmez hayatı boyunca hiç yapmadığı bir şeyi yapıp ağlamaya başladı fakat gözünden bir damla bile yaş akmadı. Şaşkınlıkla götürdü elini yüzüne.
“Burası dünyadan biraz farklı Cevdet Bey,” dedi kadın. Bu cevabının yeterli gelmediğini düşünmüş olacak, “Bunların hepsi birer illüzyon,” diyerek devam etti sözlerine.
“Yani gerçek değil mi?” diye sordu adam.
“Eğer siz gerçek olduğunu düşünüyorsanız gerçektir. Cevdet Bey hayatla bağınızı koparamadığınız için şu an buradasınız. Sizi bu krize sokan geride bıraktıklarınız mı yoksa yaşayamadıklarınız mı?”
Adam, akmayan gözyaşları içinde ağlamaya devam etti.
“Anlıyorum, sizin için kolay değil. O zaman sorumu şöyle sorayım. Eğer bir şansınız daha olsa, daha iyi yaşar mıydınız sizce?”
“Bilmiyorum.”
“Biraz düşünün isterseniz.”
Ve adam; geceler gündüzler birbirine karışana, yeşil yapraklar kuruyana, meltem yerini poyraza bırakıncaya kadar düşündü. Zamansızlığın içinde zamanı ararken düşündü. Hayatını düşündü, ölümü düşündü, olduğu yeri düşündü ve konuşmaya hazır olduğunda geri döndü belki de hiç çıkmadığı kriz ünitesine.
“Düşündünüz mü Cevdet Bey?”
“Evet.”
“Bir sonuca varabildiniz mi?”
“Emin değilim ama sanırım daha iyi yaşardım.”
“Sizce ne yapsaydınız farklı olurdu?”
“Bu sorgulamaları hayattayken yapsaydım farklı olurdu.”
“Ama bu düşünceler, buraya daha erken gelmenize de sebep olabilirdi.”
“Evet olabilirdi ama yaşanmamış doksan iki yıldansa yaşanmış altmış üç yıl yeterdi ömrüme.”
edebiyathaber.net (2 Mart 2023)