Eve vardığımda gece yarısını çoktan geçmişti. Arabayı kapının önündeki boşluğa zar zor park ettim. Nasıl eve çıktım, kendimi yatağa attım, hiç hatırlamıyorum. Kafamda binlerce düşünce üstümü bile değiştirmeden uyumuşum. Sabah mutfaktan gelen seslerle uyandım. Yatak odamın kalın perdeleri sıkı sıkıya örtülüydü ama yine de günün aydınlandığı anlaşılıyordu. Kolumdaki saatime baktım, 7.30. Tangır tungur bir şeyler alınıp koyuluyor, musluktan şarıl şarıl akan suyun sesi duyuluyordu. Belli ki babam mutfaktaydı. Zorla kalktım yanına gitmeden önce tuvalete girdim, akşamdan kalan makyajım gözümde kocaman morluk oluşturmuştu, ıslak mendille sildim. Yüzüme su vurmak, ayılmak istemiyordum. Amacım tekrar yatağa dönmekti. Üstünde çocukluğumdan beri görmeye alışık olduğum beyaz don ve atletiyle lavabonun başında bir türkü turmuş bulaşık yıkıyordu. Bir kaç defa baba diye seslendim. Duymadı en son biraz daha sesimi yükseltince bana döndü:
-Kızım… Güzel kızım uyandın mı?-
-Uyanmayacaktım aslında…
Ayakta duracak halim yok da babacım, fırsat veriyor musun ki uyuyalım? dedi içimdeki öfkeli ses. Onu dinlemedim…
-Tuvalete kalktım, baktım mutfaktasın, gelip bir günaydın diyeyim dedim.-
-Ben şimdi kızıma harika bir kahvaltı hazırlarım. Senin annen olacak o kadının uyanacağı yok nasılsa. Bırakırsan akşama kadar uyur. Ben evde de böyleyim. Erken kalkıyorum ona hep yardımcı oluyorum.
-Çalışkan adamsın…
-Öyle tabii kızım işleyen demir ışıldar demişler. Çalışacağız. Durursak bu yaştan sonra düşeriz, öyle değil mi? Ama ben böyle yardımcı olmaya çalıştıkça o hep söylenip duruyor.
-Üzme kendini babacım.
-Öyle deme, öyle deme üzülüyor insan. Neler demiyor ki annen bir bilsen. Boşver şimdi senin de canını sıkmayayım. Sen ne zaman geldin, akşam bekledim ama sonra uyumuşum geldiğini duymadım.
-Geç geldim babacım yıl sonu hesaplarını kapatıyoruz, bizim işler biraz daha sürer böyle.
-Yorma kendini kızım, bak ne güzel her şeyiniz var, yorma kendini. En önemli şey sağlık. Bak bize, ne hale geldik? Kahvaltını hazırlayayım mı?
-Babam ben biraz daha uyusam? Mutfağın ve odamın kapısını kapatıyorum, iki saat sonra kalkarım olur mu?
-Tabii uyuyabilirsem diye içimdeki ses yine konuşuyor, inatçı ve aksi rahat vermez bana hiç. Sonra o gün temizlik için Ayşe’nin erken geleceğini hatırlıyorum. Babam böyle çıkmasın kadının karşısına.
-Babacım bu sabah Ayşe Hanım gelecek temizliğe üstüne bir şeyler giysen iyi olur?
-Babam üstündekilerin farkında değilmiş gibi irkildi, kendini inceledi, benden utanarak, Aaa, kızım kusuru bakma, ben giyindim sanıyordum. Neyse sen git uyu, ben seni istediğin saatte kaldırırım. Anneni de kaldırırım. Ben kaldırmazsam uyanmaz o.
Ne diyeyim tamam dedim sonra da odama geçtim. Tam yatağa gireceğim sırada kapının kilitli olmadığı geldi aklıma. Hemen koşup kilitledim, anahtarı yastığımın altına koyup uyudum. Normalde kolay kolay yatağa girince uyuyamam ama tam bir haftadır aynı tempoda gecelemek beni bitirdi. Kaç saat sonra gözlerimi açtığımda babam beni izliyordu.
-Ne oldu babacım rahatsızlandın mı?
-Yok yok iyiyim. Bebekliğindeki gibi uyuyorsun. Üstün açılmıştı, örttüm, kaldım öyle. Giyinmişti. Saçlarını her zamanki gibi ıslatarak taramış, başının üstüne iyice yapıştırmıştı. Mis gibi traş sabununun kokusunu da alıyordum. Ama çenesinin bazı yerlerinde küçük sabun artıklarını, bazı yerlerinde küçük kesiklerden sızan kanı görüyordum. Biz konuşurken kurduğum saatin alarmı da ötmeye başladı. Kapattım.
-Kızım soracağım belki biraz ayıp kaçacak ama Levent nerede? Gece gelmedi mi?
-Babacım unuttun mu biz Levent’le ayrıldık. O artık kendi evinde yaşıyor.
-Seni terk mi etti? Şerefsiz, it. Elinden tutup eve ilk getirdiğinde de onu hiç gözüm tutmamıştı zaten. Adresini ver hemen gidip konuşacağım, ne demekmiş benim kızımı üzmek.
-Konuşacak bir şey yok ki babam. Yıllar oldu. Hatırlamıyor musun? Sen üzme artık kendini, ben böyle çok daha iyiyim.
Ah be babam ne güzel unutmak. İnan bazen sana öyle özeniyorum ki. Ama sen unuttukça bana hatırlatıyorsun unutmak istediklerimi… onu ne yapacağız? Levent’i çıkarmıştım ne güzel aklımdan. Hiç düşünmüyordum. Şeyden beri… çocuğu olduğunu öğrendiğimden beri.
-Peki kızım öyle diyorsan. Sen iyi ol yeter ki. Benim biriciğimsin. Üzme kendini emi?
-İyiyim babam, iyiyim, geçti gitti. Artık kahvaltı yapalım mı?
-Yapalım. Ben kendime çorba yapıp içtim sabah ama sizinle de bir çay içerim. Yumurta da haşladım.
-Sağol babam.
-Ha, kızım annen nerede bu arada? Sabah yatağında yoktu.
Allahtan o sırada kapının zili çaldı. Ayşe gelmişti. Yastığımın altından anahtarı alıp, kapıyı açtım. Babam gördü.
-Kızım ekmek almaya gidecektim, anahtarı bulamadım. Neden kilitliyorsun kapıyı?
-Babacım bu aralar çok hırsızlık olayı oluyor da ondan.
-Haklısın tedbirli olmak lazım da, anahtarı sen bana ver, ben çıkarken kilitlerim.
-Bir dahakine söz babam, veririm. Hadi gel biz mutfağa geçelim.
-Kızım… anneni uyandıracaktım, yatakta yoktu, biliyor musun nerede? Gitmiş mi yoksa, yine bana mı kızmış? Hasta biliyorsun, yorulmasın diye yardımcı olmaya çalışıyorum, ne çok konuşuyorsun diye kızıyor. Biz birbirimize yardımcı olmazsak bu hayat nasıl geçer değil mi güzel kızım? Sen de ona bir şeyler söylesen.
Ah be babam ben sana nasıl anlatayım yeniden yeniden. Yaşadığımız her şey bir tekrara dönüştü. Hiçbir şey olduğu gibi kalmıyor, sonsuz bir boşlukta gibi hissediyorum kendimi. Allahım bana güç ver.
Kırış kırış olmuş, mor – yeşil damarları sayılan ellerinden tutuyorum babamın, gözlerinin içine bakıyorum. Boş boş bakıyor bana. Soru soran bir çocuk gibi. Ne kadar zayıfladığını fark ediyorum. Yemek yemeği de unutuyor mudur? Beni de unutacak mı? Ne kadar da kısaldı. Bir zamanlar beni boynunda gezdiren adamın ne kadar küçüldüğünü düşünüyorum. Sanki küçülecek küçülecek yok olacak gibi geliyor.
Annem gideli bir buçuk yıl oldu be babam. Sen böyle gideli tam iki ay. Sadece bir kaç dakikalığına bile bana geri geldiğinde, gözlerime hatırlayarak baktığında nasıl da mutlu oluyorum bir bilsen. Ama ben her seferinde yüreğinden gözlerine akan acıyı görerek sana nasıl anlatacağım annemin ölümünü. Can yoldaşsız kaldığını. Kavga edecek kimsen olmadığını.
-Hava çok güzel babacım. Sanki kış değil bak Ayşe de geldi. Çıkıp biraz yeni arabamla dolaşalım mı?
-Ben kullanmam ama. Anlamıyorum sizin o garip makinelerinizden.
-Ben kullanırım babam. Bana kim öğretti araba kullanmayı? Bakalım şöförlüğümü beğenecek misin?
Ocak sonu. Ama hava da garip bir bahar sevinci var. Güneş yüzünü göstermiş, deli gibi gülümsüyor. Orman yolundan çamlar arasındaki mezarlığa gidiyoruz.
-Neden buraya geldik kızım? Mezarlık burası.
-Öyle babam, evet öyle… Çok sevdiğimiz birini ziyarete geldik.
-Kim ki? Burada yatan bir akrabamız mı var hiç hatırlamıyorum.
Arabayı yolun aşağısına park edip, çam ağaçlarıyla kat kat mezar taşlarının arasından yürüyoruz. Annemin yanına geldiğimizde güneş çamların arasından ışık demeti halinde çubuk çubuk mezarının üzerine iniyor. Yeni yaptırdığım mermer mezar taşında Göksel Ailesi yazıyor. Babam benden biri iki adım geriden gelip mezarın başında durduğunda annenim ismini görüyor. Şükriye Göksel doğum 11.01.1947 ölüm 27.06.2017. Şaşkın şaşkın yüzüme bakıyor. Belki yüzüncü kez. Çektiği acıyı gözlerinden okuyorum. Yine. Devrilecek gibi, mezar taşına tutunuyor zoraki. Sonra dizlerinin üzerine çöküyor, toprağı avuçluyor. Tırnaklarının arasına dolmuş topraklı elini kaldırıp havaya, bir ömür geçirdiği karısı için yüksek sesle bildiği tüm duaları okuyor.
Dilek Yılmaz kimdir?
İstanbul Üniversitesi Reklamcılık mezunu. Uzun yıllar reklam sektöründe çalıştı. Çocukluğunda başlayan okuma tutkusu devam ediyor. Bu tutkunun çıktısı olarak yüzeye vuran öykülerinden bazıları Kiltablet, Edebiyat Haber, Oggito, Son Kaknüsler’de; Mrs. Dalloway hakkında hazırladığı kitap inceleme yazısı Mevzu Edebiyat’da yayınlandı.
edebiyathaber.net (14 Mart 2019)