Melisa Yılmaz, SRC yayınlarından çıkan Eşya Efkâr ve Çiçekler adlı ikinci öykü kitabını okurlarına sundu.
Yazar kitabın önsözünde cesaretle bir itirafta bulunuyor. “Boşluklar üzerine yazdım,” diyor. Şimdi kitabın son öyküsüyle kapağını kapatmış bir okur olarak ben de kitabın son cümlesiyle boşlukta sallandığımı itiraf ediyorum.
Eserde iki uzun altı kısa öykü bulunmakta. Girişteki öykünün fırlattığı boşlukta asılı kalırken son öyküde bu boşluğun dibine düşüyorum. Kitabı sil baştan okuma isteği geliyor. Yeniden o boşluğa tırmanmak gibi. Ve anlıyorum yazar girişte “Boşluklar üzerine yazdım,” derken, okurunu uyarıyor. “Dikkat et okur seni sallayacağım,” diyor. Haklı da çıkıyor.
“Bakışlarım sanki o aslında orada değilmiş gibi yatağın üzerinden kayıyor, duvar kağıdından sekerek pencereye sıçrıyor ve boşluk odadaki dördüncü biriymiş gibi aramıza yerleşiyor, göğsümü dolduruyordu.” (s,34)
Ağlamakla gülmek arasındaki o korkutucu gücün farkına varan iki kız çocuğu var uzun ilk öyküsü Ücrada Ölmek’te. Çocukluğumuzun kara kutusuyla yüzleşemeyince sallanıp durduğumuz o boşluk, bizi en derine çekmez mi? Ölüm tercih olabilir. İster hastane odasında ister en diplerde, derinlerde. Melisa Yılmaz, yetkin üslubuyla elimden bırakmak istemediğim bir öykü kaleme almış. Bitmesin dediklerimden. Sonu güzel bitsin dediklerimden. Kendime hem çok uzak hem de yakın bulduğum bir öykünün içinde savrulmak, karışmak, kendini anlatıdan alamamak, o öyküye çekilmek nedir? İç öyküsel anlatıcının üslubu, kurgunun öykülenmesi ve bambaşka bir yaşamı tanımaktan, hiçbir çıkışı olmayan yolları görmekten başka… İç öyküsel anlatıcı diline çok yakışmış olduğunu düşündüğüm bu öykü unutmayacağım öykülerinin başında gelecek kuşkusuz.
İkinci uzun öykü, kitabın son öyküsü Günün Öte Kıyısı. Kuşkusuz bir solukta okuduğum öykülerden biri daha. Bir insana ilk görüşte güvenir, ısınırsanız sonu hüsran olmaz. Güvenemezseniz o duygunun sebebini arkadaşlık sürdükçe ararsınız. Son öykü Günün Öte Kıyısı bu düşünceye çapraz olaylarla ilerliyor. Öykünün merkezindeki kahramanı tanıma yolculuğu bu öykü. Trevanian’ın Şibumi romanındaki kurgu görselleri aratmayacak ölçüde fantastik aynı oranda gerçek ve nefes nefese bir macera. Sistemin içinde kalarak kendini dışarda tutmaya çalışan iki kahraman başarılı olacaklar mı dersiniz? Meraklı okur için bir ip ucu: Aşk da var…
Melisa Yılmaz, öyküde de öykülemede de son derece başarılı. Sıkı okurların arayacağı bir yazar.
Yazarı tanımaya çalışırken ölüm temasının sıklıkla işlendiğini fark ediyorum. İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünü ardından tiyatro eleştirmenliği-dramaturji bölümlerini bitirdiğini öğrendiğimde ölüm temasının akademik kariyerine yakın bir konu olduğunu düşünerek, bu temayı incelikle işlemiş olmasına şaşırmıyorum. Hanfendinin Cenazesi bu akılla okuduğum öykülerinden biri. Birbiriyle içi içe geçmiş, boşluk verilmiş iki öykü gibi. Okur bu kez boşlukta sallanmıyor. O boşluğu doldursun istiyor yazar. Öyküdeki kesitleri birbirine dayandırarak güçlendiriyor Melisa Yılmaz. Ütopik kurgusuna gerçeği yasladığında bambaşka bir dünya yaratıyor. Biri ölümü bekliyor, biri ölümü seçiyor.
Eşyalarla kurulan bağın hayata eş olduğunu anlatan iki güzel öykü de, biri esere adını veren Eşya, Efkar ve Çiçekler diğeri Annemin Aynası. İlkinde bir sözlükle kurulan bağ yaşamla kurulan bağa eş olurken, ikinci kısacık öyküde derin bir travmayı anlatıyor yazar. “Korku ve arzu anneme kalıyor, çocukluk sonrasının yalnızlığıysa bana. Bir daha asla onun aynasına bakmayacağım, biliyorum.” (s,113)
Her biri diğerinden farklı temalarıyla, sımsıkı betimlemeleriyle, unutulmayacak kahramanlarıyla, özenli üslubuyla oluşmuş bu öykü kitabı bu yıl okuduğum değerli eserlerden biri.
Melisa Yılmaz’ı keşfetmenin mutluluğu ile boşlukta okuduğumu tüm öykülerine tutunarak ayrılıyorum…
edebiyathaber.net (30 Temmuz 2024)