Benim için durdurulamayan bir zaman/ın dönencesine girmektir öykü/ler yazmaya yöneldiğim ânlar.
Öyle ki; belleğimde ardı ardına sökün eder sözcükler.
Bir tını, bir sesten; bazen bir imge, görüntü, çağrışımdan yola çıkarım…
Sonrasında ise sesin sessizliğinde yol alırım, kapanırım her bir şeye… Sözcüklerin tınısı/rengi/musikisi alır beni içine. Düzyazının, özellikle de yaratıcı yazının insanın ‘iç yaşamı’nı zenginleştiren bir boyutu var. Yazarken bunu görüyorsunuz.
Çünkü öykü yazma eylemine yüzünüzü döndüğümüzde bu iç coğrafyada gezinmeye başlıyorsunuz.
Kendi adıma şunu söyleyebilirim. Öykü yazmak, insana roman yazabilme cesareti vermiyor. Tam tersine sizi bundan –romandan- uzaklaştırıyor.
Geçen gün, yazdığım “Kırılgan, Mutlak”ı okuyan sadık bir okurum:
“Bu bir roman,” demiş ve eklemişti: “Sakın öykü kitabınıza alarak kıymayın buna.”
Bu öyküyü gece yarısı uyanmış, belleğimde gezinen “kırılgan – mutlak” sözcüklerini, şu tümceyi (“Hayatın kırılgan noktaları vardır; bazen, hiç yaşamamışçasına geçip gideriz bunların önünden.”) yazmak için kâğıtla kaleme gitmişti elim.
Kalemimin önünü alamadan yazıyordum. Ama ne anlatacağımı bilemeden üstelik. Sözcükler akıp gidiyordu. Sanırım yarım saatte, yatağın içinde oturarak, on sayfalık bir metni yazmıştım. Titreme ânı gibi bir ândı.
Kalemimin ucu takılmadan akıyordu…
Yaptığım kısa bir koşuydu… Tık nefes gidip gelip bir yerde soluk aldım!
Bitmişti!..
Ama neye göre, neden, nasıl biterdi?
Soramazdınız bunu o ân.
Sanırım, bu, öykü yazmanın ne anlam taşıdığının kanıtı gibi bir durumdu. Yazan kişinin konumu, hayata bakışı, duygu dili, düşünce yapısı, bulunduğu atmosfer… Her şey; ama her şey ondan yana belirleyiciydi.
Bazen, uykudan uyanıp rüyalarımı yazdığım ân’a benzer bir seyirdi o sürede yaşadığım. Yazmasam unutacağım, geçip gidecek o imgeler…
Sonraki gün buluştuğumuz sadık (ilk) okuruma:
“Gece uyanıp yazdığım öyküyü sana okumalıyım,” diyerek bir solukta da okumuştum. Bitirdikten sonra Sait Faik’in sözlerini anımsatmıştım ona da:
“Öykü bir oturuşta yazılmalı, bir solukta da okunmalı…”
Öykü yazmanın bir dönencesi vardır. Oraya girince, salt öykü düşünür/düşler/tasarlar/okur/unutur/ anımsar/yaşar/bakar/görür ve yazarsınız.
Başka hiçbir şey ilgilendirmez sizi.
“Gitmek”i yazdığım ân’ı hatırlıyorum. Füsun Akatlı ile bir akşam yemeğindeydik.
Ortak bir yazar dostumuzdan konuşuyorduk. Adını vermeyeceğim. Bu öykünün çıkış noktasında o var çünkü.
Akatlı’nın anlattıkları belleğimde yer etmiş olmalı ki; bir hafta sonra, adada kaldığım evin bahçesinde sabahın ilk saatlerinde onun kitabındaki bir tümcenin anımsanmasıyla oturup yazmıştım bu öyküyü.
O yaz, bütün zamanım öykünün dönencesinde geçmişti.
Yoksa Aşk Ölür, Gün Sevincin Kavşağında (*) yer alan yaklaşık elli öykü, ara metinler öykü yazma günlükleri o mevsimden ağıp geldiler.
Şu günlerde Calvino ve Pavese okuyorum sürekli… Alt/yan okumalarımda ise İtalyan şairler/öykücüler var.
Yazdığım deneme kitabına kanat açan sözlerle yol alırken; gene öykü/ler dönencesine girdim. Hassas Kalp Hikâyeleri’nin (**) böyle böyle oluştuğunu da söyleyebilirim. Ama yer/mekân/coğrafyalara yaptığım yolculukları da anmalıyım burada. Salt gitmek için “gitmek” değildir benimkisi; hatırlamak, görmek/gözlemek/hissetmek ve yazmak için gitmektir…
Gönlümün Yitik Yurdunda düşte, düşüncede gitmenin yordamıyla yazılan öykülerdir. Ama Kar Masalları başlayan bir tren yolculuğuyla gidilen o coğrafyaya dönük içsel yol alışın izlerini taşır… Ve gene aynı güzergâhın dönüşünde de tamamlanır o kitap. (***)
Benim iflah olmaz okuma tutkum, yazma uğraşım; yabancı yazarlarda/n anlamı/kurguyu, hayata/yazıya bakma biçimlerini devşiriyor.
Yerli yazarlara gelince; elim ve gözüm hep ustalara gidiyor. Daha çok, dili kullanma biçimlerine bakıyorum.
Çünkü başka yazar(lar)ın ne anlattıkları benim için çok da çekici değil.
Yaşantım/yaşadıklarımın, birçoğunun yaşadıkları / tanıklıklarından hiç de az kalır yanı yok. Hem bu öyle çok da önemli değil. Çünkü her şey öyküye konu olabilir. Aslolan bunu nasıl/niçin yazacağınızdır.
Üstelik salt bir dilin değil; bir düşün, bağlandığım çocukluk/dil yurdumun anlatıcısıyımdır ben.
_______
(*) Yoksa Aşk Ölür, yayımlandı (Doğan Kitap, 2005, 140 s.), Gün Sevincin Kavşağında (Eksik Parça, 2018, 149 s.)
(**) Hassas Kalp Hikâyeleri (Eksik Parça Yay., 2017, 142 s.)
(***) Gönlümün Yitik Yurdunda (Can Yay., 2003, 120 s.) ; Kar Masalları (Doğan Kitap, 2003, 168 s.)
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (2 Nisan 2019)