İkindi güneşi elini yavaş yavaş cam kenarındaki çiçeklerin üstünden çekiyordu. Pencereyi açıp odayı biraz havalandırmayı düşündüğünde telefonu çalmaya başladı.
“İmzalamanız gereken bir belge var, hukukçumuz sizi bekliyor” dedi, Esin Hanım, her zamanki belirsiz ses tonuyla. Nil’in dilinde sırasını bekleyen kelimeler, hecelere dönüşüp ağzından sadece ses olarak çıkabildiğinde, Esin Hanım telefonu kapatmıştı.
Masadan kalkıp, pencereyi açtı. Odasının kapısını kapatıp, üst kata çıktı. Kapısında “Hukuk Bürosu” yazan odaya, yıllardır aynı binada çalışmasına rağmen ilk kez geliyordu. Tedirginlikle girdiği havasız odada, başını masaya koymuş kestiren hukuk memuru irkilip bezgin bakışlarla,
“Buyrun,” dedi.
“Beni çağırmışsınız, Esin Hanım haber verdi.”
“İmzalamanız gereken bir belge var,” diyerek yerinden isteksizce kalktı.
Dosyaların arasından bulduğu kağıdı imzalatıp, bir nüshasını Nil’e uzatan memur, Nil odadan çıkarken cüssesini koltuğuna bıraktı.
Merdivenlerden inerken kağıdı okumaya başlayan Nil’i bir anda ateş bastı.
Sayın N. S.,
İş yerinde gergin ortam oluşturduğunuz için işinize son verilmiştir. Bu ayın ücretini tam olarak muhasebeden alabilirsiniz. Yarınki uçak biletiniz ve il dışı göreviniz iptal edilmiştir. Bizimle çalıştığınız için teşekkür ederiz.
Bahçeye çıktığında yanakları alev alev yanıyor, başı zonkluyordu. Su kaynatmış arabaya benzetti zihnini. Sıcak bir rüzgar çarptı yüzüne, terden ıslanmış saçlarını ensesinde toplayıp bileğindeki lastik tokayla saçını alelade topladı. Odasına çıkmalı mıydı? Eşyalarını alsa kim ne karışırdı. İleri doğru boş boş bakarken, ağacın altındaki banka çöktü. Çocuğun okul taksidi, kredi kartları, ev kirası, yeni aldığı gardrobun taksitleri, gözünün önünden geçti.
Geçen hafta Şef’in odasındaki sesler kulaklarını iğnelemeye başladı. Onu uyutmayan uğultulu sesleri, o odadaki ateş dolu gözleri düşünmeye tahammülü yoktu. Etrafını saran mesai arkadaşları, onu sanki kaynayan kazana atmış, etrafında dönüyorlardı.
“Yalan söylüyorsun” diye bağırdı kalın sesiyle Ezel. Tepeden bağladığı saçları, hırçın sesiyle senkronize halde bir öne, bir arkaya sallandı. “Özmen, böyle bir şey asla yapmaz” derken, gözleri öfke saçıyordu.
“O, çok çalışkandır, böyle bir şey yapması mümkün değil, siz ona iftira atıyorsunuz” dedi Esin Hanım. İnce dudaklarını bastırıp, dışa doğru basarak, paytak yürüyüşüyle Şef’in önündeki koltuğa oturdu.
“Nasıl da tesadüf olmuş, aynı anda, aynı yerde günlerce üst üste karşılaşmanız hayret! Başka bir şey olması mümkün değil, adam evli. Niye yapsın ki? Hiç yakışmıyor size bir erkeğe iftira atmanız” dedi Sevtap. Gülerken, dişlerinin çirkin ayrıklığını iyice ortaya çıkaran Sevtap’ın yüzüne haykıracağı sözleri aradı zihni. Sıkıştırılması zor bir dosya gibi uzundu.
Ah Sevtap! Sen geçen sene evli bir adam için döktüğün gözyaşlarını ne çabuk unuttun, diyemediğine hayıflandı.
“Hayır, hayır… Üzerimde bir baskı olduğunu hissediyorum, odamdan dışarı çıkamıyorum, izleniyorum, boğuluyorum.”
“Hissettiklerinle hareket ederek, beni taciz ediyor, bana mobbing uyguluyor diye kimseyi suçlayamazsın, şahidin var mı?” diyen Sevtap’ın, çocuksu bedeninden beklenmeyen sözler, çarpık bir gülümsemeyle buluştu.
Şef, ağzını aralamış miskin, bir dediği diğerini tutmuyorsa da kimin umurunda. Sırasını beklemeyen sabırsız sözler, havada uçuşup aynı hedefi bulduğunda, bir tatmin duygusu gergin bedenleri sarıyordu.
“Dün sizinle konuştuğumuzda, içinde bulunduğum durumdan son derece müteessir olduğunuzu, bu konuyu ivedilikle çözeceğinizi, kurumunuzda hiçbir kadının haksızlığa ya da mobbinge uğramasına izin vermeyeceğinizi söylemiştiniz Şefim” dedi Nil.
Orantısız bedeniyle gömüldüğü deri koltuğunda, göbeğinin üzerinde kavuşturduğu ellerini çözüp ayağa kalktı Şef.
“Senin söylediklerini Özmen’e anlattım. Belki biraz üstüne katmış olabilirim. Bu kadınları da, Özmen şahit çağırmış.” Ceketini çıkarıp oturduğu koltuğun üstüne geçirdi. Ellerini belinin iki yanına koyduğunda, gömleğinin düğmeleri iyice gerildi. Alt çenesi gergin olduğu zamanlardaki gibi öne çıkmış, Ali‘ yi süzdü. Onun gibi olmak isteyip de, olamadığı Ali’ye.
“Özmen sadece samimi olduğu kadınları ve sözleşmeli çalışanları çağırmış, diğer çalışanlar nerede? Özmen nerede? Çağırın gelsin ” diye bağırdı Ali. Sözleşmiş gibi, Ali’nin sesini bastırmaya çabalayan kadınların, sözleri ard arda patlayan havai fişekler gibi odaya yayılıyordu.
Zihninde uğuldayan sesleri dışarı atmaya çalışıyordu Nil. Boğazındaki yumruya sebep olan adamın nerede olduğunu merak etti.
Gelip kendini savunsun, yapmadım desin, ben yanlış anladım diyeyim, olsun. Gerçek neyse ortaya çıksın. Bilmedikleri konu hakkında yorum yapan bu kadınlar, tırnaklarını ve dillerini çeksin üzerimden.
“Ben iki yıldır Özmen’le çalışıyorum. Bana hiç böyle şeyler yapmadı, sana niye yapsın?” dedi Ezel. Koca göbeğini kapatamayan ceketiyle, kıpırdanmakta güçlük çekiyordu.
“Siz neler söylüyorsunuz? İşinizi gücünüzü bırakıp gelmiş, burada bu kadar insan, bir kadına mı saldırıyorsunuz? Bu kadın size ne yaptı? Nereden biliyorsunuz mobbing ya da taciz olmadığını? Gördünüz mü? Nasıl bu kadar emin konuşuyorsunuz?” diye bağırdı Ali.
Konuşurken yukarı doğru kaldırdığı kollarındaki damarlar iyice kasılmıştı.
Sertçe açılan kapıdan giren Özmen, odanın ortasına geldiğinde gözler ona çevrildi. Üzerine oturan, takım elbisesinde akşam üzeri olmasına rağmen tek kırışık yoktu. Mavi küçük gözlerini kısmış, çene kemikleri istemsizce oynarken göz temasından kaçınarak konuşmaya başladı.
“Nil Hanım, bel altı vuruyor. Ben onu taciz ediyormuşum, mobbing uyguluyormuşum, onu tuvalete giderken gözetliyormuşum. Ben 42 yaşındayım, iki çocuğum ve mutlu bir evliliğim var. Sizi gözetledim mi ki, onu gözetleyeyim. Hanginizin arkasından baktım? Hanginizi taciz ettim? Siz benim böyle şeyler yapabileceğime inanıyor musunuz?” dedi.
Gözleri kararan Nil, koltuğa tutundu.
“Kurban benim, tanık da benim, siz beni sanık yapmaya çalışıyorsunuz. Bunları ben hissettim ben, çünkü bana yapıldı, size değil” diye bağırdığında, ağzından çıktığı anda buhar oldu sözleri. Sesler uğultulu bir girdaba dönüşüp onu içine çektiğinde, koltuğu daha fazla sıktığını fark etti.
“Somut delillerin olmadan kimseyi hissettiklerinle itham edemezsin. Hissettiğini düşündüğün her şey sadece tesadüflerden ibaret. Bak, burda kaç şahit var görüyor musun? Herkes, senin Özmen’e iftira attığını söylüyor” derken, bugüne kadar görülmemişliğin, çirkinliğinin acısını çıkaran bir ifadeyle güldü Sevtap.
“Bu odadakiler hiçbir şey bilmiyorlar, görmediler, neden buradalar?” dedi Nil.
“Ben çağırdım, onlar şahitlerim” dedi, Özmen.
“Dinlemeyin Şefim bu kadını” dedi Sevtap. Uzun saçlarını eliyle arkaya attığında, esmer teninden ter kokusu yayıldı.
“Kumpas bu,” dedi Ali. “Siz Nil’e kumpas kurdunuz. Şimdi de oyun oynuyorsunuz. Bunların hesabını vereceksiniz” diyerek, Nil’i odadan çıkardığında, Sevtap ayarsız bir kahkaha attı.
“Seni daha fazla üzmelerine izin verme, oyun oynuyorlar. Eve git dinlen” dedi Ali.
“İşini kaybetmekten korkmuyor musun?” dedi Nil.
“ Bunları düşünme, git hadi.”
Tebliğ edilen kağıdı katlarken, yarınki proje sunumuna yerini kimi göndereceklerini merak etti. Aylardır çalışıp hazırlandığı sunum bilgisayarında duruyordu. Odasına çıkıp bilgisayardan silip silmeme konusunda tereddüt etti. Katladığı kağıdı tekrar açtı. Fotoğrafını çekip Ali’ye mesaj yolladı. Kağıdı tebliğ etmek için, Ali’nin izinli olduğu zamanı bilerek seçtiklerini düşündü. Odasına çıktığında kapısı açık, her şey yerindeydi. Bilgisayarındaki özel belgelerini mailine atıp, dosyaları ve şifreleri temizledi. Bilgisayarın şifresini kaldırdı. Eşyalarını alıp dışarı çıktığında herkesin bakışlarını üzerinde hissetti. Memeleri çıktığını ilk fark ettiği zamanlar, sokağa çıkarken hissettikleri gibi, sanki suratına yapışmış, herkes görüyordu memelerinin belirginleştiğini. Utanılacak bir şey yapmadığı halde neden kirlenmiş hissettiğini düşündü. Memeleri çıkarken kendini suçlu hissetmesinin sorumlusu kimdi? Özmen’in soluğunu ensesinde hissetmesinin, karşısında şapırdatarak çayını içip, gözlerine bakıp ohh çekmesinin… Koridora her çıktığında, tuvaletten çıktığında ya da biriyle her konuştuğunda Özmen’in ona değecek kadar yakınında belirivermesinin sebebini çok defa aramıştı.
“Nerdesin” dedi telefonu açtığında Ali.
“Arabaya doğru yürüyorum, bilmiyorum nereye gideceğimi, ne yapacağımı. Kendimi kirlenmiş ve aldatılmış hissediyorum. Bunları hak etmedim.
“Savunmanı yaz, ben şahidim. Kirli olan onlar. Hakkını birlikte arayacağız, susmamalısın. İstersen, seni bir avukatla görüştürürüm, ” dedi Ali.
Gözyaşları, sümüğüne karıştığında, günün son ışıkları çekiliyordu. Arabayı nereye park ettiğini düşündü. Ağaçtan dökülen dutlara basmamaya çalışırken telefonu tekrar çaldı.
Akşam kuru fasulye yaptım sen seversin, ister gel götür, ister yemeğe gel,” dedi annesi.
“Tamam anne, gelirim.“
Telefonu kapatıp arabaya bindiğinde, çantasından çıkardığı mendille burnunu boşalttı. Makyaj mendiliyle akan rimelini temizledi. Emniyet kemerini takıp, kontağı açtı, araba çalışmadı. Yanan akü lambası için ne yapmalıydı bilemedi. Geçirdiği her sarsıntıda arabanın arıza vermesi tesadüf müydü?
Telefonuna gelen mesaja baktı.
“Lavaş al gelirken, çiğ köfte de var,” diye yazmıştı annesi.
Akşam, en sevdiği yemekleri çatalıyla didikleyince, annesinin fırtına koparacağını fark edip zorla yutmaya çalıştı. Önüne sürekli itilen tabaklardan “Diyetteyim” diyerek kurtulmaya çalışsa da, bir şeylerin hissedildiğini fark edip yorgun olduğunu söyleyerek kalktı.
Taksiden inip eve girmeden, gökyüzüne bakıp derin nefes aldı. Babasından araba tamiri için aldığı parayı konsolun üzerine bıraktığında, geri nasıl ödeyeceğini zihninde tekrar evirip çevirdi. Ara sıra uykuya geçtiğini fark etmeden uykuyla uyanıklık arasında geçen zaman günün ilk ışıkları yüzüne vurduğunda son buldu. Telefonunu alıp tuvalette gitti. Apartman grubundan gelen yüzlerce mesajı görünce hayret etti.
“Depremi hissetiniz mi?” mesajlarının ardından telefonuna uyku modundayken gelen cevapsız çağrılara baktı. Antakya’ya sabah uçağı ile görevli gideceğini daha önceden ailesine söylediğini hatırladı. İşten ayrıldığını dün akşam söyleyememişti. Şef, Antakya’ya onun yerine kimi göndermişti? Üzülse mi, kurtulduğuna sevinse mi bilemedi. Annesini aradı.
“Anne, ben işten ayrıldım. Antakya’ya gitmedim, evdeyim.”
Kahvesini alıp çalışma masasına oturdu ve iki yıldır yaşadığı her şeyi yazmaya başladı.
edebiyathaber.net (14 Aralık 2023)