Ülkemizde kadına yönelik şiddet bir türlü çözemediğimiz sorunlarımızdan. Her yıl 25 Kasım ve 8 Martlarda anımsanıp hamasi birkaç söylemle pansuman yapılmaya çalışılan bir yara. Bunu sadece bir eğitim sorunu (ya da eğitimsizlik) olarak görmek de hata olur kanısındayım. Bunun aynı zamanda bir kişilik sorunu olduğunu da düşünüyorum. Şiddete eğilimin eğitim düzeyiyle bir ilgisi olmadığını görebiliyoruz çünkü. Kafaları, söylemleri değiştiremediğimiz sürece de bu sorunları yaşamaya devam edeceğiz gibi.
Kadına yönelik şiddetle söze başladığım bir günde elbette söz edeceğim kitap da bu konuyla ilgili olacak. Ülkemiz genç okurları için nitelikli kitaplar üreten ON8 Kitap’tan “Oysa Aşk” bugünkü konuğumuz. Kitap, şiddet karşısında gözünü açabilecek her yaştan kadına ve özellikle de 2013 Ekim’inde Tarrega’da on sekiz yaşındaki eski sevgilisi tarafından öldürülen, on dört yaşındaki Alba Maiti’ye ithaf edilmiş.
İspanyol edebiyatının ödüllü yazarı Jordi Sierra i Fabra’nın başyapıtı olarak görülen “Oysa Aşk”ta bir genç kızın sevgilisinden gördüğü şiddet gözler önüne seriliyor. Yazar her şeyi öylesine net bir şekilde ortaya koymuş ki bir erkek olarak okurken rahatsız oldum. Gördüğü şiddete rağmen çok seven, sevgisinden vazgeçmeyen, vazgeçmek istese de korkan bir kızın öyküsü bu.
Kitabın sonunda yazılı olan bir tümcenin etrafında düşünüldüğünde bu kitapta anlatılanlar daha fazla anlam kazanacaktır. Kendi haline bırakılmış, çaresiz olduğunu düşünen bir kız. Kimseler tarafından görülmüyor. O zaman “körlükten çıkmak kadar iyi bir şey var mı?”
Oysa Aşk, okunması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir kitap. Sadece kitap üzerinde değil tabii, bu konuda neler yapılabilir üzerine… Yeni Güldünyalarımız, Özgecanlarımız olmasın diye de…
Bu hafta sözünü etmek istediğim bir diğer kitap da Günışığı Kitaplığı etiketini taşıyor. Şair kimliği ile tanıdığımız fakat çocuklara yönelik kitaplarıyla da bilinen Çiğdem Sezer, Günışığı Kitaplığı’nın Köprü Kitaplar dizisine yeni bir halka eklemiş. “Hayat Pastanesi.” Sırlarla örülmüş bir kitap. Gençlerin, yaşamın ne olduğunu anlamaya başladığı fakat bu anlamlandırmadan dolayı da yaşamlarının en güzel dönemlerini buhranla geçirdikleri bir dönemde gelişiyor olaylar. Üniversite sınavlarına hazırlanan Ozan, en yakın arkadaşı bildiği dedesinin ölümünün ardından kendini yapayalnız hisseder. Şehreküstü Mahallesi’ndeki tekdüze yaşamında, sınav baskısından bunaldıkça, soluğu Barut Dede’nin yanında alır. Aslında Ozan’ı tek bunaltan sınav stresi değildir. Babası da bir yandan tercih etmek istediği bölüm konusunda olumsuz tutum sergilemektedir. Babasının ‘ben bilirimci’ bu tavrı da Ozan’ın bunalmasında büyük etkendir. Hiç beklemediği bir anda karşısına çıkan İlkay aklını karıştırsa da kurdukları dostluk geleceklerine umut olacaktır. Bunun yanında yıllardır uyuyan sırları açığa çıkaracaktır.
Bu kitapta çok ön plana çıkarmak istememiş yazar ya da bu açıdan konu etmek istememiş ama satır aralarında Ozan’ın hemşire annesinin de bir tür şiddete maruz kaldığını söyleyebilirim. Üzerindeki yaşam yükü, Ozan’ın babasının ilgisizliği, sevgisizliği, güler yüz göstermemesi de bir tür şiddet olarak yorumlanabilir. Şiddetin sadece fiziksel olarak gösterilmeyeceğini göz önüne alırsak…
Kitabı bitirip kapağını kapattığımda ise Barut Dede’nin sesi kaldı kulaklarımda: “Hayat ne kadarını hak edersen o kadarını öğretir sana.”
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (6 Mart 2017)