İbrahim Yıldırım adını ilk kez ne zaman duydum bilmiyorum. Biyografisinde “ilk şiiri (“Arabesk”) 1978’de İbrahim Yusuf adıyla Varlık Dergisinde, ilk öyküsü Oluşum’da çıktı” diye yazılı. Günümüzde Kitaplar, Çerçeve ve Cumhuriyet Kitap’ta eski, unutulmuş kitaplara, yazarlara yoğunlaştığı yazılar yayımlıyordu. “Sarı Yapraklı Kitaplar”dı sayfasının adı. O yazıların dikkatimi çektiği, adını belleğime yazıp takibe aldığım kesin.
Oyunbazlık ya da ketumluk İbrahim Yıldırım’ın biyografilerinden başlıyor. Çoğu biyografisinde eserlerini yayınlatmaya başladığı tarihi vermiyor. YKY’nin Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi’ne göre dergilerde yayınlanmaya başlama tarihi 1978, son çıkan söyleşi kitabı “Alacakaranlıkta Karnaval”ın başındaki biyografisine göre 1975. Her iki yayına da kendisi biyografik bilgilerini vermiş. İlk kitabının arka kapağında da 1975’te dergilerde görünmeye başladığı yazılı.
Aynı dergilerde yazmışız ama o zamanlar yollarımız kesişmemiş. Tanışmamışız. Oysa o yıllarda dergilerin kapıları yazar adaylarına açıktı ve Varlık da Oluşum da sık sık ziyaret ettiğim dergilerdi. Bankacılığı bırakıp reklamcılığa başladığında, ilk işyeri olan Hulki Aktunç’un patronlarından olduğu Yaratım Reklam Ajansı da Cağaloğlu’ndaydı. Hulki ağabeyi ziyaret ederdim. Meğerse yan odada İbrahim Yıldırım oturuyormuş. Selamlaşmış mıyızdır? Belki. Ama tanıştığımızı anımsamıyorum.
1986 yılında tanışmış olmalıyız. “Şairler Arasında Tek Öykücü” adlı yazımda sözünü ettiğim gibi öykücü dostumuz Cengiz Öndersever İlancılık Reklam Ajansı’nda çalışmaya başlamıştı. İlancılık, Cağaloğlu Yokuşu’ndan inerken sağdaydı. Ajansta metin yazarlarından biri de İbrahim Yıldırım’dı. Edebiyat ortak konu olunca kısa zamanda dost olmuştuk.
O zamanlar Poetika Şiir Dergisi’ni çıkarıyoruz ve Çizgi Yayıncılık adıyla kitaplar yayınlıyoruz. Çoğunluk şiir kitaplarında ama Mazhar Candan’ın denemelerini, Mahir Öztaş’ın, Cengiz Öndersever’in öykü kitaplarını da yayınladık. Cengiz’in vasıtasıyla İbrahim’in de ilk kitabını yayımlıyoruz. İbrahim Yıldırım’ın tüm biyografilerinde “Bir Cinayetin Ekonomisi”nin yayın tarihi 1987 olarak görünür ama kitabın künye sayfasında yayın tarihi olarak “Aralık 1986” yazılı. Dağıtımda gecikmiş olmalıyız.
“Bir Cinayetin Ekonomisi” 80 sayfalık incecik bir kitap. Kalın olmasın diye puntoları küçük tutmuş olabiliriz ama İbrahim o zamanlar “az ve öz” yazan yazarlardandı. Kitapta zaten sadece üç öykü var. 10 yılı aşkın yayınlatma serüveninden geriye üç öykü kalmış beğenip kitaplaştıracağı. Çünkü zor beğeniyor.
İbrahim Yıldırım’la 36 yıllık dostluğumuz var. Birlikte çok günümüz geçti. Yayınlattığı tüm kitapları okudum, dergilerdeki yazılarını kaçırmamaya çalıştım. Birlikte dergi de çıkardık. Hayatındaki gelişme ve değişimlerin de şahidi oldum. Ziyaretine gitmediğim sadece bir çalışma yeri var, son çalıştığı Bakırköy’deki ajans. Benim yayıncılık ve gazetecilik işlerim nedeniyle İbrahim’le reklam ajanslarında çalışırken birlikte gazeteler de çıkardık. Yani ortak işlerimiz de oldu.
Son yıllarda buluşmalarımız azalmıştı. O iş hayatından emekli olmuş, romanlarına yoğunlaşmıştı. Yollarımız sık kesişmiyordu. Ama her yeni kitapta mutlaka buluşup bira eşliğinde uzun uzun sohbet ediyorduk. 2019 Temmuz’unda son romanım “Hayatın Ucu” çıktığında hemen aramıştım ve buluşmaya karar vermiştik. Buluştuğumuzda bu kez yanında ortak dostumuz Rıza Kıraç da vardı. Rıza, İbrahim’le bir nehir söyleşiye başlayacaklarının, ilk buluşmalarının da o gün olduğu müjdesini vermişti.
“Alacakaranlıkta Karnaval” bu nehir söyleşinin kitaplaşmış hali. Sevdiğim bir yazarın, dostumun hayat öyküsünü bir başka dostumun sorularıyla okuma heyecanıyla hemen kitabı edindim. Su gibi akan, merakla okunan bir söyleşi yapmışlar. İki saatte 280 sayfalık kitabın yarısına gelmiştim. İki saat daha okumayla kitap tamamlandı ve tadı damağımda kaldı.
Kitabın tam adı “İbrahim Yıldırım ile Uzun Bir Peşrev Alacakaranlıkta Karnaval”. Biraz uzun ama hoşluk olsun diye konulmamış bir isim. Kitabın girişinde Rıza Kıraç gerekli açıklamayı yapıyor ama okuyup bitirdiğinizde tam anlamıyla kani oluyorsunuz ki isim seçimi son derece isabetli olmuş.
Nehir söyleşilerden beklenen söyleşi yapılan kişinin yaşam öyküsünün ayrıntılı olarak anlatılması, anılara değinilmesi, biraz da söyleşilen kişinin ilgi alanındaki konulardaki görüşlerinin alınmasıdır.
“Nehir söyleşi, bir edebiyat türü. Sözlü tarih çalışması olarak da değerlendirilir. Kişinin biyografisini yazarak değil, bir başkasının sorularını cevaplayarak anlatmasıdır” diye tanımlanıyor. Benim pek sevdiğim bir tür değil. Çünkü her zaman bir şeylerin eksik kaldığını hissediyorsunuz. Çünkü sadece söyleşilen kişinin anlattıklarına bağlısınız ve o ne kadar anımsarsa, anlatırsa o kadar öğrenebiliyorsunuz yaşam öyküsünü. Bence, bir biyografi yazarken yapılması gereken ön çalışmalardan en önemlisi ama tek başına yeterli değil. Hele söyleştiğiniz kişi “oyunbaz”sa ve digresyonu seviyorsa. Yani lafı saptırmaya meraklıysa. Tabii bu ketumlukla da bağlı bir şey.
“Alacakaranlıkta Karnaval”da hem söyleşilen kişi İbrahim Yıldırım hem de söyleşen, soruları soran Rıza Kıraç digresyonu seviyor.
Gerçi sözün nereden başlayıp nerelere gittiğini izlemek çok eğlenceli bir şey ama esas merak ettiğiniz söyleşilenin biyografisiyse bu konudan sapmalar bir süre sonra hoş gelmemeye başlıyor. Hele benim gibi obsesif biriyseniz sürekli “Ne zaman konuya, yaşam öyküsüne gelecek?” diye sürekli söylenebilirsiniz kitabı okurken.
Kitabın adına dönersek “Alacakaranlık” İbrahim Yıldırım’ın eserleri için anahtar bir kavram. Çok katmanlı, çok boyutlu romanlar yazıyor ve anlattığı olayların net bir çözüme ulaşmasını sevmiyor, olayları da kahramanlarını da alacakaranlıkta bırakmayı tercih ediyor. “Karnaval” da İbrahim Yıldırım’ın yazarlık anlayışına uygun bir terim. Anlatılarını bir karnaval havasında kuruyor.
Müphemlik İbrahim Yıldırım’ın en sevdiği durum. Müphemliği amaçlıyorsanız digresyon’u tercih etmeniz çok normal. Arka kapakta kitap “Rıza Kıraç klişelerden uzak soruyor, İbrahim Yıldırım yine romanlarındaki gibi anlatıyor” diye tanımlanmış. Rıza Kıraç, önsözde “İbrahim Yıldırım’la konuşmak kimi zaman, sert bir zeminde seken pinpon topunu takip etmek gibiydi; edebiyat tarihinden sözcüklerin kökenine, roman kahramanlarından, yazarların birbiri arasındaki ilişkiye, bankacılıktan reklam dünyasına öyle hızlı geçişler yapıyorduk ki bir süre sonra caz ritminde tempo tutmaya başladık! Yine de arada o ritmi bozmaya devam ettim sanırım” diye yazmış. “Açıkçası söyleşi kitabının havası da benim ritmi bozma çabalarıma, müdahalelerime rağmen İbrahim Yıldırım romanları havasında oldu” diye ekliyor. Bu açıklamadan nehir söyleşiyi de bir eser olarak değerlendirdiğini ve “Alacakaranlıkta Karnaval” halini almasını sağladığını anlamak gerekir.
Kitabın adındaki “peşrev” terimine uygun olarak esas amacın çevresinde dolaşıyor, giriş yapmaya çalışıyor ama yaşam öyküsünü tam olarak anlatmıyor İbrahim Yıldırım. Rıza Kıraç’ın zekice lafı dolandırma, farklı açılardan yaklaşma çabalarına rağmen hem çok zeki hem de ketum biri olarak sürekli hedef şaşırtıyor ve digresyon’a yöneliyor. O nedenle yaşamıyla ilgili verdiği bilgilere bile şüpheyle yaklaştım. Örneğin Rıza Kıraç hoş bir hamleyle söyleşinin başında İbrahim’e beklemediği yerden, yani bu tür söyleşilerde alışıldığı gibi çocukluğunu değil “şu sıralar yazmakta olduğunuz roman nedir” diye sorduğunda arka kapakta belirtildiği gibi “Kendisi doğmadan önce çekilmiş kalabalık bir düğün fotoğrafının hikâyesiyle başlıyor sohbet.” İbrahim Yıldırım aile şeceresini anlatıyor diye düşünüyorsunuz. Üstelik fotoğraflar da var ve fotoğraflardaki kişilerden bazılarını yazmakta olduğu romana konu edeceğini de söylüyor. Tabii ki inanıyoruz. Ama İbrahim Yıldırım’ın oyunları sevdiğini ve okurunu mutlaka şaşırtmak istediği ihtimalini de aklımın bir köşesinde tutarak. Sonra, sayfa 191’de başka bir fotoğrafla karşılaşıyoruz. Fotoğrafın altında “Çocuklarım Duygu, Damla, Utku” yazıyor. Kendi kaleminden çıkan biyografisine göre “İki çocuk babasıdır.” Ama fotoğrafta aynı yaşlarda, gençlik çağlarında üç çocuk var ve kitapta çocuk sayısı ile ilgili başka bir açıklama yok. O anda jeton düştü. “Bu söyleşi başından beri bir kurmaca olabilir,” diye düşündüm.
Rıza Kıraç Önsöz’de ne diyordu? “Açıkçası söyleşi (…) İbrahim Yıldırım romanları havasında oldu.” İbrahim Yıldırım kendi yaşamından parçalar kullanarak yeni bir roman yazmıştı. Anlattığı her şey kurmacanın birer parçasıydı. Baştaki düğün fotoğrafı da buna dahildi. Zaten hemen hiçbir şey hakkında tarih vermemesinden, yer ya da şirket adlarını söylemeden geçmesinden anlamalıydım, diye düşündüm. Her şeyi yine alacakaranlıkta, müphem bir şekilde bırakılmıştı. Örneğin 280 sayfa okumamıza rağmen hâlâ İbrahim Yıldırım’ın ilk eserini hangi tarihte, hangi dergide, hangi adla yayınlattığını tam olarak bilmiyorduk. Anlayacağınız yine oyuna gelmiştik ve doğrusu güzel bir oyundu ve çoğu okur benim takıldığım çocuk sayısı ayrıntısına takılmayacağı için baştan sona tüm anlatılanların “gerçek” olduğuna inanacaktı. Oysa İbrahim Yıldırım’ın en önemli tezlerinden biri hayatta hiçbir şeyin tek gerçeği olmayacağı, gerçek dediğimiz şeyin alacakaranlıkta, tam seçilemeden görülen ve kuşkusuz kişiden kişiye, durumdan duruma, halden hale değişken bir şey olduğuydu. Ömrü boyunca bu tezi işlemiş büyük bir romancı bir nehir söyleşi için neden felsefesinden vazgeçsin de yaşam öyküsünü açık, net, tarihlere bağlı olarak anlatsın! O da benim saflığım! Neyse sonuç olarak keyifle okunan, çok şey öğrenilen, üzerinde çok düşünülecek bir kitap “İbrahim Yıldırım ile Uzun Bir Peşrev Alacakaranlıkta Karnaval”. Tüm edebiyatseverlere öneriyorum. Mutlaka okuyun.
edebiyathaber.net (13 Nisan 2022)