Hiç de yazı yazmayı istemediğim bir günde alıyorum elime kalemi. Biraz da zorunluluk duygusuyla alıyorum aslında. Çünkü çocukların kitapla buluşmaları gerekiyor. Biliyorum ki ne kadar çok sayıda kitapla buluşurlarsa bu coğrafyadaki ölüm sayısı da o kadar azalacak. Okumak, aydınlanmak kurtaracak bizi. O halde tüm acılarımızı, öfkemizi içimize gömüp yaşamın da durmaksızın aktığını göz ardı etmeyerek çocuklar için bir kitabı daha ele alalım.
Tudem Yayınları arasında yaşam bulan, Pelin Güneş’in yazdığı, Doğan Gençsoy’un resimlediği “Beş Yıldızlı Ev” sözünü edeceğimiz kitap. Öykü içinde öyküler barındırıyor bu kitap. Şöyle ki; öğretmenleri tatil ödevi olarak bir öykü yazmalarını ister çocuklardan. Başlarından geçen bir olayı öyküleştirmelerini ister. Zamanın çocukları çok zeki. Hemen oracıkta karar verdiler neler yazacaklarına. Ve sonuçta birbirinden güzel on beş öykü çıkmış ortaya. Her biri insani değerlere işaret eden, satır aralarında ileti veren, eleştiren öyküler bunlar. Günlük yaşamdan kesitler de bulabiliyoruz bu öykülerde. Apartmanda köpek beslemek ve bundan hoşlanmayanların ilişkileri, kadınların kuaför serüvenleri, günümüz hastalığı da denilebilecek akıllı telefonların amacına uygun kullanılmayışına yönelik ince bir eleştiri ki başlığı da “Aptal Oyuncakları”. Daha uygun bir başlıkla anlatılamazdı sanırım. Hemen ardından gelen “Özjapongiller” başlıklı öykü de bu öykünün devamı sanki. Eve ziyarete gelen Japonların kullanmış oldukları telefonları merak eder Deniz. Gördüklerine ise inanmakta güçlük çeker. Çünkü Japonların elindeki telefonlar bizim için çoktan eskimiş birer teknolojidir. Amaca uygun kullanımsa söz konusu olan o da yeterlidir tabi fakat bizim gibi gözü aç toplumlarda bunu anlatabilmek pek kolay olmuyor. Sözün özünü Deniz’in babası söylüyor: “Onlar kendileri kullanmaz, üretip tüm dünyaya satarlar.”
Kitap “Yerli Malı Haftası”nda sınıfa hamburger getiren anneyle, otele dinlenmeye gidip her etkinliğe katılma telaşı içinde daha çok yorulan ebeveynle devam ediyor. Aynı zamanda kitaba adını da veren öykü “Beş Yıldızlı Ev” sıkıntımın tavan yaptığı bir günde yüzüme tebessümü getirdi.
Sözünü ettiğimiz öykü olsa da şiirsiz olmazdı değil mi? Yaşamın her anında gereksinim duyduğumuz şiir de var kitapta. Öykünün adı “Şiirsiz Hayat”. Anamalcı sistemin çarkları arasında bir telaş koşuşturduğumuz yaşamın aksine “Mandıra Filozofu” karakterli bir dayının öyküsü bu. Tarlasını eker-biçer gereksinimini karşılar. Kalan zamanda okur ve yazar. Çok kazanmasına gerek yoktur çünkü çok harcamıyordur. Yaşamını sürdürebilecek kadardır gereksinimi ve bunun için gerekli her şeye sahiptir. Durup düşündüğümde özlemini duyduğum yaşamın bir resmi olduğunu fark ediyorum bu öykünün. Ve on beş öykü içerisinde en çok sevdiğim öykü olduğunu… Kitabın adı da “Şiirsiz Hayat” olabilirmiş aslında. Başka bir yaşamın mümkün olduğu da öne çıkarılabilirdi çocukların görmesi için. “Matematik Korkusu”ndan da söz etmezsek ayrıca bir parça eksik kalır bu yazı. Yaşamın temelinin matematik olduğunu anlatan güzel, keyifli bir öykü.
Hava çok sıcak. Mevsim normallerinin üzerinde. Yaşadığımız coğrafyanın gündemi ise daha sıcak. Ve acısı boğmakta. Güzel günler için okusun çocuklar. Daha çok daha çok daha çok okusunlar.
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (27 Temmuz 2015)