Öncesinde de istikrarlı, çok çok mutlu yaşamlarımız yoktu belki fakat 2020 Mart’ından bu yana güneşi göremedik desem, yeridir. “Coğrafya kaderdir” sözünün en acı şekilde doğrulanmasının en yakın tanıklarıyız. Film olsa izlemeye yürek dayanmaz, oyun olsa oynayacak keyif kalmaz. Gelin görün ki hepsi gerçek. Bugüne dek yaşanılan ne varsa bir kaçış noktası bulur, kitaplara sığınırdım. Artık öyle bir zamandan geçiyoruz ki, onu bile canım istemiyor. Okumak ki yeme-içme gibi temel bir gereksinimdir benim için. Salgının pençesine düşüp hasta yatarken bile kitaplarımı yanımdan ayırmamıştım. Ailemden izole kitaplarımla bütündüm. Şimdi o bütünleştiğim kitaplarım bile anlamsız geliyor. Ama yine de son bir nefes, son bir gayret diyerek, gün içinde küçük bir zaman dilimi, bir soluklanma niyetine kitaplarımla buluşuyorum. Aksi halde durum iyice ağırlaşıyor.
Yaşadıklarımıza bir anlam vermeye çalışırken, anlamsız gelen kitaplardan birinden söz edeceğim. Yazdıklarını ilk günden beri takip ettiğim, yorumladığım, söyleştiğim yazarlardan Buket Çetin’in yazdığı ve Smirna Yayınları arasından yayımlanan “Oyunun Sonu.” Yazarın zikzak çizen bir grafiği var. Bazı kitaplarında nokta atışı yaparak dokunuyor soruna, bazı kitaplarında ise bunu göremiyoruz ne yazık ki. “Oyunun Sonu”nda Z kuşağını merkeze almış, sanalı ve gerçeği bütünleştirmeye çalışmış. Ama kendi deyimiyle “anlamak ve anlatmak zor onları.” Her ne kadar hiç de değil, diyerek eklese de sonunda, öyle değil işte. Zor!
Sanal oyunlara ait, yeni kuşağın kullandığı deyimlerle bezeyerek anlatmış yazar hikayesini. Belli ki dersini çalışmış. Kullandığınız dile hakimim diyor okuruna. Fakat bu kitapta “ne anlattığın kadar nasıl anlattığın da önemli” tezini çürütüyor adeta. Anladım ki, nasıl anlattığın tek başına bir anlam ifade etmiyor, ne anlattığın da o kadar önemli. Çünkü kitabı bitirip de kapağını kapattığımda kitabın hiçbir etkisi yoktu üzerimde. Hem de bir değil iki kere okumama rağmen!
Öte yandan gelelim dilin kullanımına. Daha da ötesine kullanımdaki özensizliğe…
62.sayfada öğretmenin sınıfındaki öğrencilerine “Bu dejenere Türkçenizi bir kereye mahsus affediyorum…” deyişini okur da affetsin diyebilirdim şayet sonrasını görmeseydim.
72.sayfada Erdem adındaki karakter diyor ki; “Afife Öğretmen gerçekten kanka bir kadın.” İtirazım kanka sözcüğüne değil tümce içindeki kullanımına. Tdk’daki kullanımlarına da baktım, tümce içerisinde böyle bir kulllanım göremedim. Yakın bir dost için kullanılan “kanka” tümce içinde “Annemin kankaları toplanmışlar yine”, “Bizim oğlan kankasıyla hiç ayrılmıyor” vs. gibi kullanılsa da “kanka bir insan” şeklinde kullanımı yok!
77.sayfada “Tüm sınıf Özgürlük Kalesi’nin müziğini ritimler, değişik perdeden sesler, tonlar ve ıslıklarla canlandırıyordu” diye yazmış yazar. Müziği seslendirmeyi biliyorum da müziği canlandırmak nasıl oluyor, biri lütfen anlatsın.
“Oyunun Sonu”nda kurgunun etrafında öne çıkan bir konu göremedim. Acaba ardından ne gelecek, düşüncesiyle sayfa çeviremedim. Çocuk ve gençlik edebiyatımızın genişlemesi mutlu etse de gelişimiyle ilgili aynı mutluluğu yaşayamıyoruz. Son yıllarda bu durum oldukça belirgin bir hal aldı. Sanırım şapkayı öne koyma zamanı. Tabii yazarlar ve yayıncılar için!
edebiyathaber.net (13 Mart 2023)