Söyleşi: Anıl Yıldız
Müzikolog/Yazar Özge Ç. Denizci ile kitapları, müzik, Türkiye’de bu alandaki üretimler, sanatçıların durumu üzerine söyleştik.
Etnomüzikoloji ve folklor alanında üretimler yapan bir yazar olarak özellikle müzik alanındaki çalışmalarınızla tanınıyorsunuz. Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
Aslında kendimi etnomüzikoloji ve folklor alanında uzmanlaşmış bir yazar olarak görmüyorum. Müzikolog şeklinde anılmak daha doğru geliyor bunun iki sebebi var bir tanesi, sırf inattan. Fi tarihinde bir akademisyen anneme: “Kızınıza müzikolog diyorsunuz ama doktorasını yapmadığı sürece ona asla müzikolog diyemezsiniz” demişti annem de buna çok alınmıştı. İkincisi ise her ne kadar yüksek lisansımı Etnomüzikoloji ve Folklor Programı’nda tamamlamış olsam da etnomüzikolojiye yüklenen anlamların tamamen hatalı olduğunu söylememiz mümkün. Yani etnomüzikolojinin tanımı meselesi bile zaman zaman akademisyenlerin birbirine girdiği bir konu. Bu sadece Türkiye’de değil Dünya’da da böyle. Kimi görüş, yerel müziklerle ilgilendiğini söylüyor etnomüzikolojinin ancak burada bile neye ve kime göre bir yerellikten bahsedilebilir ki? Mesela pop şarkıları bu türün alanına girmiyor mu? Ya da eklektik herhangi bir müzik araştırma alanına dahil değil mi? Küresel dünya v.s. iyice kafaları bulandıran tartışmalar. Kaldı ki MSGSÜ Etnomüzikoloji ve Folklor Programını bitirirken yazdığım yüksek lisans tezim internet sonrası Türkiye’de değişen müzisyen kimliği meselesini içeriyordu. Yani sosyo-ekonomik ve de popüler kültür olgularını barındırıyordu. Müzikologlar için de “ölü” müzikleri araştıranlara diyorlar. Bir müzik yapıldıktan hemen sonra zaten ‘ölü’ değil midir? Kaldı ki müzikoloji de etnomüzikoloji de tarih, sosyoloji, ekonomi, ekoloji, felsefe, fizik, matematik ve daha pek çok bilim dalıyla iç içe ilerlemek durumunda olan dallardır. Çünkü müzik hayatın aslında ta kendisidir. Bütün bu tartışmalara girmektense kendimi dümdüz müzikolog olarak tanımlamayı tercih ederim. Bir yandan müzik yazarı da diyemiyorum çünkü her ne kadar müzik temelli yazılar yazsam da bazen bunlar değişebiliyor. Hem bizim toplumumuzda müzik yazarı deyince insanlar söz yazarlığıyla karıştırıyor. Memlekette iki elin parmağını geçmeyecek, benim de yapamadığım gibi eleştirel boyutta bir müzik yazarlığı da olmadığı için iyisi mi müzikolog deyip geçeyim kendime diyorum.
Kendimi bir yandan müzikolog olarak tanımlarken bir yandan da son dönemde yaptığım işlere baktığımda proje koordinatörlüğü, konser – organizasyon işleri ve özel ders vererek geçimimi sağladığımı fark ediyorum. Bu aralar bir de annem Maide Gül Göbelez’e bir albüm yapmaya çalışıyorum, kendisi nadir bulunan bir ses aralığına sahip. Bütün bunlardan fırsat bulur ekonomik kaygılarımı da azaltabilirsem on üç yıl önce başladığım ve güncellemelerine ihtiyaç duyduğum yarı bilimsel kitabım için kollarımı sıvayacağım.
Yaptığım son işlere gelirsek de AB tarafından finanse edilen CultureCivic Kültür Sanat Destek Programı tarafından desteklenen “Kızıl Kirazkuşu: Datça’da Orman Yangınları Farkındalığı Sanat Atölyeleri”ni yaptığımızı, projenin final aşamasında olduğumuzu söyleyebilirim. Bu proje ile Datça’da 40 kadar çocukla 8 farklı atölye, bir doğa yürüyüşü, bir tartışma toplantısı ve bir de sergi düzenledik. Çocuklar sanat yoluyla ormandaki canlılarla empati yeteneklerini geliştirdiler. Son dönemde tekrar bir fon arayışı içindeyim. Çünkü çocuklarla çalışmak istediğim pek çok farklı konu başlığı var.
Buna ek olarak yine daha önce Sivil Düşün’den aldığımız destekle Doç. Dr. Evrim Hikmet Öğüt ve Dr. Selda Dudu ile birlikte yazdığımız “Türkiye’de Müzik Emeğinin Durumu” raporumuzu genişletmeye, yaptığımız çalışmaları tüm kültür emekçilerine uyarlamayı planladık ve yine CultureCivic Kültür Sanat Destek Programı’nın desteğiyle kulturemegi.org internet sitesi altyapımızı düzenlemeye koyulduk. Öyle sanıyorum ki önümüzdeki haftalarda yayında olacağız.
Türkiye’deki kültür sanat üretimlerini, inisiyatifleri, sanatçıların durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de kültür sanat üretimlerinin özellikle pandemiyle birlikte artık neredeyse bireyselleştiğini düşünüyorum. Ancak pandeminin aslında sanılanın aksine öğretici ve fark ettirici bir tarafı da oldu. Yüksek lisans tezimi yazarken en büyük motivasyonum müzik emekçilerinin özlük haklarını bilmiyor oluşlarına dair karmaşık duygularımdı. Pandemiyle beraber özellikle de müzik sektörü çalışanları para kazanma becerilerinin önemli bir kısmını yitirince külahlarını önlerine koymaya başladılar. Ancak kapanmalar bitip de her şey normale dönünce yine aynı hırslar, “O şu kadara çalıyorsa ben şu kadara çalarım”lar başladı. Bir de bu süreçle birlikte yok yapay zekâsı yok algoritması yok dijitalleşen diğer pek çok şeyle birlikte küçülen (eleman sayısı azalan) gruplar, her yerde aynı şeyleri (sözde) çalan (valla DJ’lik yapmamamın en büyük sebebi), “faz dengesi” deyince yüzüne bakakalan DJ’lerle doldu mekânlar.
Yeni bir şey yapıyoruz kisvesi altında birbirinin kopyası olan şarkılar üretmekte de üstümüze yok. Mesela “pop” diye bir şey dinliyoruz ya o pop değil. Çok iyi pop müzik yapan insanlar alternatif kaldı. Dinlediklerimiz eklektik arabesk. Müzik memleketin aynası… Sosyal hayat, kültür sanat hayatı hatta ekonomi nereye giderse müzik de onu takip eder ve yansıtır. Ha tabii ki çok iyi işler çıkmıyor mu çıkıyor, onları takip ediyor ve dinliyorum. Şimdi Gevende yeniden toplanıyor mesela heyecanla bekliyorum. Kam zira müthiş müzikler yapıyor. Daha nice aklıma gelmeyen grup ve müzisyen var.
Sanatçıların durumu da malum çok çalışıp sigortasını bile yatıramıyor. Özlük haklarını bilmiyor, bilse de bir şeyin değişmesi için ne yapacağını bilmiyor. Meslek birliklerinden ya da sendikal örgütlenmelerden yana da pek şans yok gibi görünüyor. Diğer taraftan da Kültür Emeği Platformu ve Özgür Sanat Meclisi gibi yapılar ortaya çıktı ve değişimin olması için çabalıyorlar. Her ikisinde de olmaktan son derece mutluyum.
Kültür Emeği platformunda oldukça önemli çalışmalar yürütüyorsunuz. Bunlardan birisi, Selda Dudu ve Evrim Hikmet Öğüt ile birlikte araştırıp yazdığınız: “Türkiye’de Müzik Emeğinin Durumu” adlı rapor. Kültür Emeği’ne, bu rapora ve önümüzdeki dönem araştırmalarınıza dair neler söylersiniz?
Az evvel de bahsettiğim gibi CultureCivic Kültür Sanat Destek Programı’nın desteğiyle kulturemegi.org internet sitesi altyapımızı düzenlemeye koyulduk. Sitemizde anketlerimiz olacak, bu anketlerin verilerinin kültür sanat emekçilerinin durumunu ortaya koyması en büyük temennimiz. Ne kadar çok ankete katılım olursa o adar gerçeğe yakın veri elde edeceğiz ve biz de durum tespiti yapıp sonuçlarımızı ortaya koyabileceğiz. Diğer taraftan web sitemizde ve YouTube kanalımızda kültür emekçileriyle yaptığımız röportajlar izlenebilecek ve yine kültür sanat emekçilerinden topladığımız yazılar okunabilecek. Çeşitli ortaklıklar kurmak, çok daha fazla sayıda sektör çalışanına ulaşmak ardından da verilerimi politika yapıcılarla paylaşıp bir şeylerin değişmesine ön ayak olabilmek umudumuz.
Chiviyazıları Yayınevi’nden yayımlanan “Gürcüler” ve “27” isimli kitaplarınız bulunmakta. Araştırma – yazma süreciniz nasıl ilerliyor? Yayımlamayı planladığınız yeni çalışmalarınız var mı?
Aslında yazmak en çok istediğim şey. Keşke hep yazabilsem. Ancak Türkiye’de yazmanın da diğer kültür sanat dallarında olduğu gibi bir ekonomik karşılığı yok. Dolayısıyla neredeyse sektörün yarısı gibi pek çok farklı işi aynı anda yürütmek zorunda kalıyorum. Halen yazılmayı bekleyen çok sayıda yazı ve bir iki de kitap projem var. Çıkmayan candan ümit kesilmez demişler. Ben de yazabilecek zamanı umarım ki bulabileceğim.
Türkiye’de kültür sanat alanındaki sansür, otosansür, baskı ve ekonomik zorluklara dair yorumlarınız nedir?
Aslında sanıyorum ki bir önceki sorularda buna cevap verdim. Sansür elbette hala var. Ancak yakın zamanda artık neredeyse sansüre ihtiyaç olmayacak kadar kendimizi sansürlediğimizi fark ettim. Biz otosansür uyguladıkça da sosyal medyada gördüğümüz saçma sapan içerikler sanatın neredeyse yerini alacak hale gelecek kadar çoğalıyor. Otosansür hayatımızın bir parçası ancak bunun böyle gitmeyeceğini düşünüyorum. Bir de son yıllarda gözümle görmediğim, birebir tanık olmadığım hiçbir şeye inanmamaya karar verdim. Bunu neden söyledim çünkü bazen hiç sansür, saldırı vs. olmayan bir yerde varmış gibi gösterilebiliyor. Örneğin yaşadığım yerde sokak çalgıcılarıyla ilgili bir eylem ve ardından yerel gazete haberleri çıktı. Neymiş efendim belediye sokak çalgıcılarının ekmeğine engel oluyor, onların çalmasını engelliyormuş. İşin aslı ise bambaşka, sokak çalgıcılarının amfiyle müzik yapması benim yaşadığım ilçede yasak. Yani elektrikli müzik yapamazsınız. Ancak müzisyen arkadaşlar bunu külliyen sansür olarak lanse edip halkı galeyana getirerek bir sonraki eylemsel kazanımlarının da önüne engel koymuş oldular. Bunlar üzücü şeyler. Ancak tabii ki öte taraftan ruhsatsız ve yüksek müzikle ses yapan mekânlara ses çıkarmayan bir belediye gelip de sokak müzisyeninin amfisini kapatıyorsa o zaman da başka bir noktadan konuşmak gerekiyor diye düşünüyorum. Yani evet, ben artık gözümle görmediğim haberlere inanmamaya karar verdim. Bir yandan da sanata sansür Özgür Sanat Meclisi’nden de takip ettiğim biçimde devam ediyor. Arkadaşlarımız onaylatıp yayınlattıkları parçalar yüzünden ifadeye çağrılıyor. Bir yandan da ekonomik olarak karşılık bulamayan sanat üreticilerinin elinde kendi sevdikleri işi yapma motivasyonu dışında bir şey kalmıyor.
Özge Ç. Denizci nasıl bir kültürel–sanatsal atmosferde üretmek, ortaklıklar kurmak ve bunu paylaşmak isterdi? Sanat bu anlamda sizin hayatınızda nerede duruyor?
Keşke bu bahsettiğimiz ekonomik, sosyolojik ve diğer bağlayan meseleler olmasaydı da sadece üretmek istediklerime üretseydim diye düşünebilirdim ancak düşünmüyorum, elimden geldiğince üretmeye ve üretimlerimle hayata katkı sunmaya devam etmeye çalışıyorum. Diğer taraftan yaşadığım zorluklar olmasaydı şu anda üzerinde çalıştığım pek çok konu da belki olmazdı. Bir yerde bir kırılma oldu, sanıyorum ki hayırlısı da oldu. Belki bir sonraki röportajda yıllardır rafa sakladığım müzik üretimlerimi konuşuruz ya da kim bilir 4., 5. kitabım üzerine söyleşi yapmayacağımızı.
Sanat müzikle de yazıyla da, her anlamıyla benim hayatımın merkezinde duruyor.
Belki son olarak statükocu olmamak gerekliliğini de söylemem gerekir. Parlatılan müzisyenler, ressamlar, oyuncular gerçekten bunu hak ediyor mu, alternatifleri var mı bir göz atmak gerekiyor. Şöhret bugün var, yarın yok. Önemli olan kimin ne kadar hayata değen ve kalıcı ürünler ürettiği. Bunu da ancak sosyal medyadan kafamızı kaldırırsak görebilir ve oradaki illüzyonu yok edebiliriz.
edebiyathaber.net (20 Eylül 2023)