Giller Prize Ödülü’nü iki kez kazanan Esi Edugyan, Özgürlüğe Seyahat ile okurlarını 1830’lu yıllarda bir yolculuğa çıkarıyor, özgürlüğünün peşinde koşan siyah bir çocuğun portresini çiziyor.
Booker da olmak üzere prestijli edebiyat ödüllerine aday gösterilen Esi Edugyan imzalı Özgürlüğe Seyahat,Begüm Kovulmaz çevirisi ile Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Roman, 1830’lu yıllarda Faith adlı bir Barbados şeker plantasyonunda köleleştirilmiş, on yaşında bir çocuğun bir “efendisi” olduğu gerçeğini yüzünüze vurmaktan çekinmeyerek açılıyor.
“Ben on, on bir yaşındayken ilk efendim öldü,” cümlesiyle başlayan kitap, kendisine verilen emirleri sorgulama ihtimalini bile aklından geçirmeyen, yalnızca “teri” kıymetli, efendisi tarafından George Washington Black ismiyle “onurlandırılan” Wash’ın özgürlüğü aradığı hayat hikâyesini anlatıyor. Yazar Edugyan hayli cüretkâr, öyle ki hikâyenin sonunu daha en başta açıklamaktan çekinmiyor. Kitabın hemen başında, en sonunda özgür olduğunu bildiğimiz kahramanın anlatacakları, okurun iştahını daha da kabartmayı başarıyor.
Wash yalnızca köklerini ve geçmişini değil, özgürlüğün ne anlama geldiğini dahi bilmeyen bir çocuktur. Onu koruyan ve sahip çıkan Koca Kit haklıysa, ölüm bir kapıdır; özgürlüğe açılan bir kapı. Afrika’nın kadim inancı gereği tüm ölüler kendi memleketinde yeniden doğar, özgürce dolaşırdı. Öyleyse ölüm özgürlüğe kavuşmaktı. Wash, söz konusu özgürlükse ölümden korkmaması gerektiğini biliyordu. Öylesine bilinmez, öylesine değerli bir şeydi özgürlük. “Özgürsen ne istersen yaparsın,” diyerek açıklamıştı Koca Kit ama küçük çocuğa sunabileceği tek özgürlük ölümdü.
Her günü “Bugün cezalandırılmadım,” diye şükrederek geçen Wash’ın, kendini öldürme hakkı bile efendisi tarafından küstahça elinden alınmıştı. Koca Kit’le birlikte efendinin masasını beklemek için Büyük Ev’e gittikleri o gece, hayatının sonsuza kadar değişeceğinden habersiz, kalan yemekleri artıklarını “yalama” şansına seviniyordu. Pek de layık(!) olmadıkları bu görev sayesinde ona saygı duyan ilk beyazla tanışmış oldu, efendisinin kardeşi; Christopher Wilde(Titch).
Edugyan’ın kimi zaman durup soluk almayı gerektiren cümlelerinin de etkisiyle, Wash Titch’in yanına gittiği o gece, korkuyla elindeki çiviyi sıkıca kavrarken, karşılaşacağı ilk cümlenin, “Söyle bana çocuğum, daha önce bir reflektörle hasat dolunayına bakmış mıydın?” sorusu haliyle şaşırtıyor.
Wash, tanıştığı bu adam tarafından bilimsel çalışmalar için asistan olarak seçilip Bulut-yaran adlı balonla tanıştığında, çetrefilli bir yolculuğa başladığından habersizdi. Birlikte zaman geçirdikçe Christopher Washington’un çizim yeteneğini, zekâsını ve sadakatini görür ve onu kardeşinin plantasyonundan kurtarmaya karar verir.
Üç kısımdan oluşan Özgürlüğe Seyahat, okurları 1830’ların ilk yarısında Nova Scotia, İngiltere ve Fas’a götürüyor. Batı Hint Adaları’ndan Amerika’ya, kölelikten bilim ressamlığına uzanan bu yolculuk, küçük siyah bir çocuğun yıllar süren özgürlük mücadelesinin hikâyesi. Titch, küçük asistanını yalnızca bir balonla gökyüzüne çıkarmakla kalmıyor, aynı zamanda hayatı boyunca devam edecek özgürlük yolculuğuna vesile oluyor.
George Washington Black, dünyaya gözlerini açtığında kaderinde köleleştirilmiş bir çocuk olmak yazıyordu. Kölelikle başlayan hayatı, bilimsel çalışmalar yapan yetenekli bir çizerliğe evirildi. Derken bir gün kendini kaçak olarak buldu, geçmişinden kaçan, geleceği belirsiz bir kaçak. Sonra Kuzey Kutbu’nda kaderine bırakılmış, bir yalnıza dönüştü. Hayatına bunca şeyi sığdıran Wash, en çok istediği şeye, kendisini özgürleştirecek sevgiye, ulaşabildi mi? Edugyan, dönemin siyahlara bakış açısını başarılı bir tarihsel bir anlatıya dönüştürmenin yanı sıra bu soruyu da okurun kucağına bırakıp gidiyor. “Ne istersen yapabilmek mi, sevgiden şüphe duymamak mı, sonsuz bir sadakat mi? Bizi özgürleştiren neydi?” Bu sorular ve yıllarca eziyetini çektiği dostluk Wash’ın, yıllar sonra Titch’i bulduğu o gece, alnına çarpan o canlı rüzgârla birlikte önemini yitiriyor.
Edugyan, kıtalar arasına yayılan bu hikâyede, özgürlük arayışını tarihsel bir anlatının gölgesinde, sıkıcı bir şekilde aktarmıyor. Tam tersi bir yol izleyerek, şüphe duyulan sevgiyi bitmeyen bir özgürlük arayışında merkeze oturtuyor. Görüyoruz ki, hayatta kalmayı başarmış ve özgürlük mücadelesini kazanmış Wash’ı, geçmişinden arındıracak tek şey sevgi. Tıpkı “denizlerin tanrısı” ahtapotun koluna dolanıp sevgisini sunduğu, o huzurlu anda olduğu gibi.
Ilgaz Gökırmaklı – edebiyathaber.net (17 Eylül 2020)